Köşe Yazıları

Ağaç; Sel Sularıyla Sürüklenen Topraklarımıza Muhafızdır

Ağaç; Sel Sularıyla Sürüklenen Topraklarımıza Muhafızdır

“Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Kur’an-ı Kerim, Nahl suresi 18.ayet-i kerimede bunu haykırıyor. Hangisini sayalım ki. Hepsi birbirinden daha kıymetli ve anlamlı. Bir o kadar da vazgeçilmez. İşte bu nimetlerden biri de; ormanların oluşumunu sağlayan ağaç ve yeşilliklerdir.

Ağaç ki; kapımız ondan, eşiğimiz ondan, sandığımız ondan, soframız ondan, soframızdaki kaşık ondan, bebeğimizin beşiği ondan, cebimizdeki kalem ondan. Daha mı? Ağaç ve yeşillik; ciğerlerimize oksijen, erozyona kalkan, sel sularıyla sürüklenen topraklarımıza muhafızdır. Ağaçla ilgili bir şey gösterin ki istifade etmemiş olalım.

Ağaç ve yeşillikler, kökünden, kerestesinden, yaprağından, gölgesinden, meyvesinden, çiçeğinden, kokusundan, güzelliğinden yararlandığımız ilahi bir armağandır.

İlgili Makaleler

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin; Mekke, Medine ve Taif gibi yerleşim yerlerinde sit alanları oluşturduğu, Harise Oğulları kabilesinin otlak yeri; el-Ğabe ormanı için; “Kim buradan bir ağaç kesecek olursa onun karşılığı bir ağaç diksin.”buyurduğunu hemen hepimiz biliriz.

Ağaç ve yeşilliğe verilen önemi anlatan, ağacın korunmasına yönelik birkaç hadis-i şerifi siz değerli kardeşlerimizin dikkatine sunarak konumu toparlamak istiyorum.

“Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin.”

“Her kim yerine yenisini dikmeden bir sidre ağacını kesecek olursa, Allah ona cehennemde bir ev yapar.”

Ashab-ı Kiram Efendilerimizin ileri gelenlerinden Hz. Ebu’d-Derda (r.a.) Şam’da ağaç dikmekteydi. Yanına birisi yaklaştı ve hayretle:

“Sen, Peygamber Efendimizin yakın arkadaşı olduğun hâlde, ağaç dikmekle mi meşgul oluyorsun?” dedi.

Hz. Ebu’d-Derda Hazretleri şu cevabı verdi: Dur bakalım, hakkımda böyle acele hüküm verme! Ben Resulullah (s.a.v) Efendimizi şöyle buyururlarken işittim: Bir kimse ağaç diker de o ağacın meyvesinden bir insan veya Allah’ın mahlûkatından herhangi bir varlık yerse bu, o ağacı diken kimse için sadaka olur.”

Savaş halinde bile incitilmemeli idi ağaçlar.

Efendimizin rahle-i tedrislerinde edep dersi almış o kıymetli insanlar, ordularıyla hareket ederken bile bitkilere ve ağaçlara zarar vermemek için büyük gayret sarf ediyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, askerlerine verdiği şaşmaz emirlerinden bir de; “Yaş ağaçları, yaş ekinleri kesmeyin, nehir ve ırmaklardan su kullanırken israf etmeyin.” idi.

Hz. Ebu Bekir (r.a.) Efendimizin de sefere çıkmaya hazırlanan ordusuna son emirlerinden birisi de; “Hainlik yapmayınız, ganimet malına ihanet etmeyiniz, zulmetmeyiniz, müsle yapmayınız (kulak, burun gibi âzâları keserek işkence etmeyiniz) çocukları, yaşlıları ve kadınları öldürmeyiniz. Hurma ağaçlarını kökünden kesmeyiniz ve yakmayınız, meyveli ağaçları kesmeyiniz, koyun, sığır ve develeri (yiyeceğiniz hariç) kesmeyiniz. Manastırlara kapanıp kendilerini ibadete vermiş kimselerle karşılaşacaksınız, onları ibadetleriyle baş başa bırakınız.” idi.

Bütün bu ve buna benzer hadis-i şerifler ve yaşanmış olaylar gösteriyor ki Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, yeşil alanları korumayı, ağaç dikimini yaygınlaştırmayı İslâmi ve insanî bir görev olarak göstermiştir. Bununla kalmaz, bir yandan insanları ağaç dikmeye ve çevreyi yeşillendirmeye teşvik ederken diğer yandan da bizzat kendisi de Ashab-ı Kiram Efendilerimize bu hususta örnek olmuştur.

Ağaç, sadece dünyada kendisinden istifade edilen bir nimet değil, ölmüş olanların da kendisinden istifade ettiği bir nimettir.

Hz. İbn-i Abbas (r.a.) Efendimiz, şöyle anlatıyor:

Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, iki kabrin yanından geçerken onlar hakkında şöyle buyurdular:

“İkisi de azap görüyorlar, ancak (kendilerine göre) büyük bir günahtan dolayı değil. Birisi söz götürüp getirdiğinden, diğeri de küçük abdest bozarken icap ettiği surette korunmadığından (üzerine sıçrattığından) dolayı azap görüyor.” Buyurdular. Hemen akabinden de yaş bir hurma dalı istedi. Onu ikiye ayırdı ve daha sonra bunları kabirlerin başına birer birer dikti. Sonra da sözlerine şöyle devam etti:

“Kurumadıkları müddetçe onların azabını hafifletmeleri umulur.” 

Bir gün, Osmanlı döneminin büyük üstatlarından Üftâde Hazretleri, müritleri ile beraber bir kır sohbetine çıkmıştı. Arzusu üzerine bütün dervişler, kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirdiler. Ancak Kadı Mahmud Efendi’nin elinde sapı kırılmış solgun bir çiçek vardı. Bütün müritler neşeyle ellerindeki çiçekleri hocalarına takdim ederken Kadı Mahmud, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftâde Hazretlerine takdim eder.

Üftâde Hazretleri, diğer müritlerinin meraklı bakışları arasında sorar:

“Evlâdım Mahmud! Herkes demet demet çiçek getirdiği halde, sen niçin sapı kırık solgun bir çiçek getirdin?”

Kadı Mahmud, edeple başını önüne indirerek şöyle cevap verdi:

“Efendim! Size ne takdim etsem, azdır. Ancak hangi çiçeğe koparmak için elimi uzattıysam onu; «Allah Allah» diyerek Rabb’ini tesbih eder bir halde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mani olmaya razı olmadı. Çaresiz ben de elimdeki şu tesbihine devam edemeyen çiçeği getirmek zorunda kaldım.”

Bu güzel ve mânâ dolu cevaba son derece memnun olan Üftâde Hazretleri’nin dilinden o anda:

“Hüdayî, Hüdayî, Evlâdım! Bundan sonra senin ismin Hüdayî olsun. Ey Hüdayî! Bu kır gezisinden yalnız sen nasiplenmişsin.” ifadeleri dökülür.

 

Ağaç dikmeye ve yeşili korumaya yönelik bunca ilahi buyruklar varken Müslümanların oturduğu Köyünden Mahallesine, İlçesinden İline yaşam alanlarımızın ağaçtan ve yeşilden yoksun, onlardan yeterince nasibini alamamasını nasıl izah edebiliriz?

Çevrenin ağaçlandırılması, yeşillendirilmesi, çiçeklendirilmesi, temizliği herkesten çok Müslümanlara yakışır. Hal böyle iken inşaat alanını genişletme, dükkânını büyütme vb. sebeplerle dikilmiş ağaçları, ekilmiş ekinleri vahşice kesmek, çiğnemek, söküp atmak, kırmak, koparmak ve hatta yakmak gibi cinayetlere nasıl insanın eli varır? Doğrusu anlamakta zorlanıyorum.

Her canlı kendi lisan-ı hal ile Rabbini zikir halinde iken hangi el buna mani olabilir ki?

Oysaki Yüce Rabbimiz, Rahman suresinde;” Göğü O yükseltti, denge ve ölçüyü O koydu ki dengeden sapmayasınız; Ölçüyü düzgün tutasınız ve eksik tartmayasınız.” buyurarak mükemmel bir düzen ve uyumla yaratılan yeryüzünün korunup kollamasını insana emanet etmiş,  ondan ölçülü bir şekilde faydalanmasını istemişti.

Selam ve dua ile…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu