Bakmak Ve Görmek: Mutluluğun Çizilemeyen Haritası
Bakmak Ve Görmek: Mutluluğun Çizilemeyen Haritası
Bazıları bana diyor ki: “Mutlu musun?”. Ben de diyorum ki, “Kimin gözüyle baktığına bağlı…” Mutluluğu anlatmak, ceplerimde bozuk birikmiş umutlarla pazara çıkmak gibi bir şey. Her tezgahta başka bir “iyi ki” var, her gözde başka bir “keşke.”
Ben de dedim ki, gelin bakalım; bir insan sadece kendi gözleriyle mi görür hayatı? Hayır. Bazen hiç tanımadığı birinin karanlığında, bazen bir hayvanın bakışında bulur kendini. O yüzden ben de onların gözünden bakmaya çalıştım, ama yine de anlatan benim. Benim iç sesim. Benim kalemim. Benim duygum.
Ayakları olmayan bir çocuğun yürüyemediği yolda onun gölgesinde yürüdüm önce… Kendime sordum: “Sen neye şikâyet ediyorsun?” Çünkü o çocuk yürüyemiyordu ama uçurtmasını öyle bir coşkuyla salıyordu ki göğe, ben o gülüşte yürüyen birini değil, koşan birini gördüm. Ben bazen iki bacağımı, dört lastikli bir arabada unutuyorum. Oysa o, hiç olmayan ayaklarıyla bana “yerinde saymak” ne demekmiş, onu gösterdi.
Gözleri görmeyen bir adamın karanlığında kayboldum… Bazen
gözlerin görür ama gönlün kör olur.
O adam hiç görmediği çiçekleri koklarken, ben gördüğüm güzelliklere
körleşmişim. Onunla konuşurken fark ettim, “görmek” sandığım şey
meğer sadece ışıkla ilgiliymiş. Adamın karanlığı bendeki perdeyi
araladı. Bir insanın gözleri görmeyebilir ama gönlü, benim görüp de
dokunamadığım güzelliklere açık olabilir .Ben ışıkta kör, o
karanlıkta uyanıktı.
Ellerini kaybetmiş ama yüreğini kaybetmemiş bir kadının sofrasına oturdum. Çayını ayağıyla yaptı, kekini gözleriyle sevdi. Ben orada bir utanç yedim. Çünkü ben hep elimle sevdim sanmıştım, meğer sevmek el işi değil, yürek işiydi. O bana mutluluğun bir “dokunmak” olmadığını, bazen hiç dokunamadan da birini sarabildiğini öğretti. Ben her şeyi ellerimle yaparım, o ise sevgiyi sadece kalbiyle büyütüyordu. Ve inan bana, onunkisi daha gerçekti.
Bir siyasetçinin yaldızlı sözlerinde kayboldum, ama gerçek mutluluğu o sözlerin arasında bulamadım… Seçim zamanı gelince herkesin yüzü güler ya… Siyasetçinin cümlelerinde “millet mutlu olacak” diyorlar. Ama o “mutluluk”, dosyalarda unutulan bir dilekçe gibi, yıllarca rafta bekliyor. Ben sandıkta değil, sokakta aradım mutluluğu. Ve gördüm ki, mutlu bir halk konuşmaz, sadece gülümser. Ama biz konuşmayı öğrendik, gülümsemeyi unuttuk.
Fakir bir ailenin tenceresinde kaynayan suyun buharıyla ısındım… Tencerede çorba yoktu belki ama gülüş vardı. Bir anne, çocuğuna “bugün de makarna günü” dediğinde, çocuk sevinçle zıpladı. Ben orada fark ettim, biz bazen yemeğe değil, niyete açız. Mutluluk, market alışverişiyle değil; paylaşmakla çoğalıyor. O evde zenginlik yoktu ama yoksulluğun gölgesi de düşmemişti. Çünkü ışığı sevgiyle yakıyorlardı.
Zengin bir evin kristal salonunda boğuldum… Bir salona girdim, kristaller, altın varaklar, sessiz mobilyalar… Ama ne garip, ev çok büyük, ses yok, kahkaha yok. Sanki servet büyüdükçe yalnızlık da büyümüş. Çocuk odasında son model oyuncaklar var, ama çocuk yok. O evde mutluluğun adı markaydı, modeli vardı, fiyatı vardı… ama anlamı yoktu. Ben o salondan çıkarken dedim ki: “Zenginlik, fiyat etiketleriyle değil, göz temasıyla ölçülür.”
Kimsesi kalmamış bir ihtiyarın çayında boğazım düğümlendi… “Evlat nasılsın?” dedi. Ben cevap vermeden önce gözleri doldu. Çünkü onun için “cevap” önemli değildi, “birinin sesini duyması” yeterliydi. Yalnızlık, bir evin dört duvarında değil; kapısı hiç çalmayan bir hayattaydı. Ben orada anladım, mutluluk bazen sadece aranmak, sorulmak, hatırlanmaktır. Ama biz “bildirim sesi” olan telefonlarla yaşıyoruz artık, kapı ziliyle değil.
Bir hırsızın itirafında kaldım… Çaldığı eşyalar arasında en çok kaybettiği şey vicdanıydı. Mutluluğu başkasından çalarak bulmaya çalıştı ama her çaldığında biraz daha eksildi. Ben onun suçunda kendi aç gözlülüğümü gördüm. Çünkü biz sadece çalanı suçlarken, neden çaldığını hiç sormuyoruz. Oysa bazen hırsızlık bir ihtiyaçtan değil, bir çaresizlikten doğar. Ve çaresizlik, hepimizi bir gün sınar.
Bir dindarın duasında durdum… Secdede huzur bulan birini izledim. Dünyanın gürültüsü durmuştu o an. Ama sonra aynı kişi başkasını yargılarken görünce düşündüm: İnanç huzur verendir, hükmeden değil. Ben onun duasında güzelliği, öfkesinde çelişkiyi gördüm. Mutluluk inançta gizlidir, ama onu ne çok kişi kibirle karıştırıyor…
Hayvanların gözünde vicdanım yüzüme vurdu… Sokakta bir köpek
gözlerimin içine öyle bir baktı ki…
Ben o gözlerde sadakati, sevgiyi, affedişi gördüm. Sonra çevreme
baktım; en çok sevenler en çok incitilenlerdi. Hayvanlar konuşmaz,
ama en çok şeyi onlar anlatır. Mutluluk, koşulsuz sevgide
gizlidir.
Biz koşul koydukça, kaybediyoruz.
Ve ben… Bütün bu gözlerin ardından, kendimle kaldım. Aynaya
bakınca gördüğüm yüz değil artık.
O çocuk, o adam, o kadın, o ihtiyar, o hayvan… Hepsi benim içimde
birer aynaya dönüştü. Mutluluğu tarif edemem ama şunu öğrendim:
Kimin gözünden bakarsan bak, insan en çok kendine dürüst olabildiği
kadar mutludur. Çünkü mutluluk bir hedef değil, bir farkındalık. Ve
bu farkındalık bazen bir çocuğun gülüşünde, bazen bir yaşlının
sessizliğinde saklı. Ama her zaman bizim içimizde bir yerde.