Çok Güzel Bir Hikaye “Cevap Böyle Verilir”
Geçtiğimiz hafta ülkemizde oldukça ilgi gören, tasavvuf yolunda aydınlanmış Mevlana’yı anmaya ve anlamaya yönelik etkinliklerin düzenlendiği Mevlana Haftasıydı. Sema programlarından Konya Mistik Müzik Festivali’ne, sergilerden konferanslara, panel ve film gösteriminden tiyatro oyununa kadar çeşitli programlar yapılarak anılan bu haftada Mevlana’yı anlama, görüşlerini, fikirlerini ve düşüncelerini yorumlamaya yönelik sohbet ve etkinlikler de düzenlenmektedir.
Mevlana devrin en bilgin ve eğitimli kişisiymiş, okumadığı kitap
yok, kütüphanesinde olmayan kitap yokmuş. Bunu bilen bir adam, bir
gün Mevlana’nın karşısına geçmiş ve demiş ki: “Ben de öğrenmek
istiyorum seninle, bana en önemli, en iyi üç kitabını göster. “
Mevlana kuşkulu işaret etmiş üç kitabını, canı gibi sevdiği asırlık
üç kitabını. Adam o üç kitabı şöyle bir gözden geçirmiş, sonra
elinin tersi ile oradaki havuza atmış. Mevlana hayret ederek
kitapları kurtarmaya koşmuş, kitaplar suda erimiş, mürekkepler suya
karışmış. Adam kolundan tutmuş Mevlana’yı ve : “Aradığın şey o
kitaplarda değil, aradığın şeyi okuyarak bulamazsın. Sende eksik
olan şeyi gözlerinle tamamlayamazsın, aradığın şeyi dünyada
arayacaksın, aradığın şeyi yüreğinle bulacaksın. Dünyadaki tüm
kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları, sayfalarca laflar sevginin
yerini tutmaz. Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın.”
demiş. Bu adam Şems-i Tebrizi’nin ta kendisiymiş ve böyle başlamış
bu iki ilahi aşığın kendilerini Hakk’a adayışları.
Mevlana Celaleddin-i Rumi denilince Şems-i Tebrizi ya da tam
adıyla Şemseddin Muhammed bin Ali gelir akıllara. Bu yüzden, bu
özel haftada sizlerle sevdiğim bir Mevlana – Şems hikayesini
paylaşmak isterim.
Bir grup filozof, Mevlana Celaleddin Rumi’ye gelerek birkaç sual
sormak istediklerini bildirdiler. Niyetleri bir şeyler öğrenmek
değil, müslümanları dinleri hakkında şüpheye ve fitneye düşürmekti.
Mevlana, bu filozof grubunun halini hiç beğenmedi, onları üstadı
Şems-i Tebrizi’ye gönderdi.
Şems-i Tebrizi mescitte talebelere ders veriyordu. Filozof grup üç
sual sormak istediğini belirtti.
Şems-i Tebrizi: “Sorun.” dedi.
Filozof ilk olarak şunu sordu: “Siz Müslümanlar Allah var dersiniz,
ama Allah’ı göstermezsiniz; varsa gösterin, görelim ki inanalım,
görmediğimiz bir şeyin varlığına hangi mantıkla inanalım ki?”
dedi.
Şems-i Tebrizi: “Öbür sorunu da sor!” dedi.
Filozof: “Sizler şeytanın ateşten yaratıldığını söylüyor, sonra da
onun ahirete cehenneme atılıp ateşle azap edileceğine
inanıyorsunuz. Hiç ateş ateşe azap eder, acı verir mi?” diye
sordu.
Şems-i Tebrizi: “Peki, diğer sorunu da sor!” dedi.
Filozof: “Sizler herkes dünyada yaptıklarının cezasını ahirette
çekecek, orada mahkeme kurulacak, hesap sorulacak diyorsunuz.
Bırakın insanları, nasıl isterlerse öyle özgür yaşasınlar, ne
istiyorlarsa yapsınlar; mahkemeye ne gerek var?” dedi.
Filozof sorularını tamamlamıştı. Şimdi bunların cevabını istiyordu.
Kendine göre cevap verilmeyecek sorular sormuştu. Herkes Şems’e
bakıyordu. O ise gayet sakindi. Yerinden kalktı, filozofun yanına
geldi ve elindeki kerpici filozofun başına vurdu. Filozof “Vah
başım” diyerek başına sarıldı. Şems-i Tebrizi çok şiddetli vurmamış
olsa da adamın canı yanmış ve başı biraz şişmişti. Filozof hemen
dışarı çıktı, başını tutarak o bölgedeki kadı’ya şikayete gitti.
Şems-i Tebrizi’yi kadı’ya şikayet etti.
Kadı: “Bu nasıl olur?” diyerek Şems-i Tebrizi’yi mahkemeye
çağırttı, durumu sordu.
Şems-i Tebrizi: “Ben ona kötülük etmedim, sadece sorduğu sorulara
cevap verdim.” dedi.
Kadı: “Bu nasıl cevap vermektir. Adam acı içinde kıvranıyor, senden
şikayetçidir, işin aslı nedir?” diye sordu.
Şems-i Tebrizi şöyle anlattı:
“Efendim, bu adam bana Allah varsa göster, göreyim ki inanayım
dedi. Ben de ona her şey baş gözü ile gözükmez, işte misali dedim;
başına darbe vurup acıttım. Şimdi bu felsefeci, başındaki acıyı
göstersin de görelim. Eğer başında bir acı yoksa niçin beni
şikayete geldi? Varsa göstersin!” dedi.
Filozof, şaşırarak, “Başımda acı var ama gösteremem” dedi.
Şems-i Tebrizi de: “İşte bu acı gibi, Allah da vardır fakat kafa
gözüyle görülmez, o ancak akılla bilinir, kalple tanınır, ruhla
sevilir, ahirette nurla görülür.” dedi.
Şems-i Tebrizi ikinci soruya verdiği yanıtı şöyle açıkladı:
“Bu adam, sizler şeytan ateşten yaratıldı, ahirette ateşe atılacak
ve ateşle azap görecek diyorsunuz; ateş ateşe ne zarar verir ki?
dedi. Ben de topraktan yaratılan bu insana topraktan yapılmış bir
kerpiçle vurdum. Ona bak toprak toprağa nasıl acı veriyor, biraz
daha hızlı vursaydım öldürürdü, demek ki ateş ateşe azap eder demek
istedim.”dedi.
Şems-i Tebrizi üçüncü sorunun cevabını şöyle açıkladı:
“Bu adam bana bırakın insanları dünyada herkes istediğini yapsın,
neden ahirette mahkeme, hesap ve ceza var? dedi. Ben de onun başına
vurmak istedim ve vurdum. O, ne için hemen mahkemeye koştu? Bu
dünya da herkes istediğini yaparsa alemi zulüm kaplar. Kendisine
zulüm yapılan çok insan var ki zayıftır, zalimden hakkını alamaz.
Herkes mahkeme bulamaz. İşte Allah ahirette mahkeme kurup herkese
yaptığının hesabını soracak, zalimden mazlumun hakkını alacak,
gereken cezayı verecek ve adalet yerini bulacak.”
Felsefeci bu güzel cevaplar karşısında hayret etti, mahcup oldu
söz söyleyemez hale düştü. Kadıya dönüp,
“Ben sorduğum soruların cevaplarını şimdi anladım.” dedi.
Selam ve muhabbet ile…