Gündem

AZMİN GÜCÜ

 

 

Köşe yazıma öncelikle bir öyküyle giriş yapmak istiyorum. Hatip Demosthones (Demosten)’in öyküsü:

 

     “Aristoteles ve Platon’un çağdaşı olan Demosten, zengin bir kılıç yapımcısının oğluydu. Henüz yedi yaşındayken babası öldü ve kendisine büyük bir miras bıraktı. Ama akrabaları Demosten’in küçük oluşundan yararlanarak mirasının büyük bir kısmına el koydular. Koca servetten Demosten’e çok az bir şey kalmıştı. Mirasını haksız bir şekilde ele geçiren insanlara karşı dava açma tutkusu ve geleneksel beden eğitimi göremeyecek kadar zayıf bünyeli oluşu, onu bir karara zorladı. Ülkenin en büyük hatiplerinden biri olacaktı. Ama ortada çok önemli bir sorun vardı. Demosten kekemeydi. Sözcükleri anlaşılmaz bir şekilde ve kekeleyerek söylüyordu. Bütün bu olumsuzluklarına rağmen o kendini kararına adamıştı. Demosten, sesini geliştirme alıştırmaları yapmak üzere evinin altında bir çalışma odası yaptırdı ve dışarı çıkmamak için saçının yarısını kazıttı. Kekemeliğini alt etmek için ağzına doldurduğu çakıl taşlarıyla konuşmaya başladı. Ayrıca koşarken şiir okumaya ve boy aynası karşısında sürekli olarak konuşmaya başladı. Demosten’in bu çalışmaları uzun yıllar sürdü. Halka açık mecliste yaptığı ilk konuşmasında başarısız oldu ve dinleyicilerin hepsi ona güldü. Ama o, buna rağmen vazgeçmedi. Çalışmalarını daha da artırdı. Hitabeti her gün gelişti ve ünü ülke sınırlarını aştı. Demosten, artık döneminin en iyi ve en etkili hatibi olmuştu.”

 

Bu anlamlı yazı; etkisinde kaldığım, yıllarca zihnimde korunan yaşanmış bir olaydır. Diksiyon derslerimde de aklıma geldikçe yer veririm. Demosten’in adı aklıma gelmese de öyküye giriş yapıp örnek vermişimdir. Özellikle 2019 yılı yaz kursumda, Balıkesir’in Edremit ilçesine bağlı Altınoluk beldesinde tam da yazlık nüfusun çoğunlukta olduğu tatil bölgesindeki insanlarla olan iletişimimde bu tarz yaşanmış öykülerle konuya girdiğimde nefes çalışması derslerimizin ve yetişkinlerle olan ders içi oyunlarımızın daha renkli olduğunu fark ettim. Kenarları köşeli yumuşak kurşun kalemlerimizi ağzımıza alıp ön dişlerle kalemi tutup kalem egzersizleriyle kitap okuma ve tekerleme söyleme çalışmalarımız çok zevkliydi. Ayva yemek ve sakız çiğnemek çene kaslarını çalıştırır. Ağza bilye yahut yutmamıza engel olmayacak boyuttaki erik, çakıl taşı gibi nesnelerle de kekemeliğini, dil ve konuşma bozukluğunu diksiyon yahut disleksi kurslarıyla yenen azimli insanlarımız vardır.

 

Hayata hep bardağın dolu tarafından bakmalı. Azmin gücü var oldukça neler doğmaz. Toplum önünde iki kelimeyi bir araya getiremeyen üst düzey devlet adamlarının yanında bir de kekemeliği yenip düzgün bir hitabet gücüne eren vatandaşlarımız da mevcuttur. Yaşamın kendisi bile başlı başına bir öyküdür.

Öykü baştan sona, sondan başa, ortadan başlayarak da anlatılabilir. Öyküde akış önemlidir. Görülen geçmiş zaman ( -di’li geçmiş zaman) öyküde daha yaygındır. Bir kitaptan alıntı aktarayım, öğrenilen geçmiş zaman (-miş’li geçmiş zaman) anı yazmak için ideal:

 

     “Camiden çıkmışız. Annem: ‘Haydi koş, akrabalarımızı çağır da bir çay içsinler senin evinde, ayıptır.’ demiş. Ben caminin merdivenlerini atlaya atlaya koşmuş, gidenlerin önünü kesmişim. Sağa sola dağılmakta olan yetişemediklerime bağırıyormuşum: ‘Heyy! Durun durun, dönün, buraya gelin; önce bize gidilecek ve çay içilecek; annem öyle istedi…’ Kalabalık, durup birbirine danıştıktan sonra, ardıma takılmış. Ben, önde hızlı hızlı yürüyerek arayı açıyormuşum…” (‘Tuhaf Bir Kadın’, Leyla Erbil, Can Yayınları)

 

Gören gözümüz ile gönül gözümüz el ele verince her zorluğu yenip üstün başarı elde eder. Güzel gören gözler güzel öyküleri kaleme alır, yaşanmamışlıklar an gelir şiir olur. Herkesin masalı bir senaryoda toplanır da günü gelince kanatlanır. Gönül dünyamız düşlerinin kanadında havalanmayı arzular. Gönül gözü, kalp gözü sonsuza dek açılan bir iç dünyamız var olsun.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu