GündemKöşe Yazıları

Bal Badem Balık Ve Datça

Bal Badem Balık Ve Datça

 

Bu üçlemeyi duymayan kalmamıştır sanırım, doğal güzelliği ile her ziyaretçisinde yeniden gitme isteği uyandıran muhteşem Datça’yı özetleyen. Çok eskiden yollarının bozukluğu ile anılan ilçenin güzellikleri elbette bunlarla sınırlı değil, masmavi denizi, altın sarısı kumsalları, mavi bayraklı plajları, tarihi dokusu, doğallığı henüz bozulmamış koyları, yerel ürünleri, taş evleri ve her tepeden seyrine doyulmayan muhteşem manzarası ile “anlatılmaz yaşanır” dedirtiyor insana bu yarım ada. Bir de Sabahattin Eyüboğlu’nun bu yolculuğuna neden mavi dediği, çıktığınız koy turlarında daha çok anlam kazanıyor. Üç günlük ziyaretin ardından bile insanda unutulamayacak izler bırakan, genelde tutkunu olanların tatil veya sürekli yaşamak için tercih ettiği, Ege Denizi ile Akdenizi buluşturan 235 km’lik sahil şeridine ve irili ufaklı akvaryum niteliğinde 52 koya sahip olan, muhteşem havası ile de adeta şifa sunan şirin bir yer. Elbette sanayi tesislerinin olmaması da etken onun bu doğallığına.

Antikçağdan günümüze kalan kültürel miraslar ve otantik kalmış yerleşim yerleri her zaman ilgimi çekmiştir. Her ne kadar yol arkadaşım deniz, güneş ve alışveriş yerlerini daha çok tercih etse de mecburi ziyaret yapmak zorunda kalıyor benimle birlikte. Bu nedenle genelde sezon dışı zamanlara program yapıyorum, arkadaşım da tercihlerinden mahrum kalmasın diye. İki kafadar zevklerimiz ayrı olsa da, sırt çantalarımızı alıp kısa turlar yapıyoruz kendi kendimize, gezip, görüp, yaşayıp, hissetmek için.  İşte Datça da bu gezilerimizden biriydi. Giderken Dalaman Hava Alanını tercih etmiş olmamız, aktarmalı yolculuk için bizi biraz yormuştu lakin Marmaris’ten dolmuşla Datça’ya doğru deniz manzarası eşliğinde yolculuk yapmak o yorgunluğumuzu alıp götürmüştü. Yine de daha keyifli olacağı için, dönüşte Karaköy’den feribota binerek yaklaşık iki saatlik deniz yolculuğu yaparak Bodrum’a geçmeyi tercih ettik.

İlgili Makaleler

Dar sokaklar arasında en fazla iki katlı olan eski Datça evlerine, taş işçiliği, begonviller ve mimozalar görsel bir zenginlik kazandırmış. Hele saymakla bitmeyen bitki zenginliği, antik çağlardan beri biliniyormuş. Knidos’un bir tıp merkezi olmasında bu özelliğinin önemli bir rol oynadığı düşünülüyormuş. İklimsel özelliği, flora zenginliğinin başlıca nedeni sanırım. Bahar ayında her tarafta çağla görmek mümkün bu nedenle de badem denince ilk akla gelen yer Datça. Nurlu, Ak, Kababağ, Dedebağ, Diş, ve Sıra adında çeşit çeşit badem cinsi var burada. En kalitelisinin Nurlu, en kolay yenilenin ise kabukları ince olan Diş Bademi olduğunu söylüyorlar ve dünyada en kaliteli bademlerin burada olduğu kabul edilmiş.

Marmaris yolu üzerinde bulunan yel değirmenleri ise ayrı bir güzellik, hatta kaymakamlık tarafından restore edilerek turizme kazandırılmış. Sihirli zeytin ağaçlarını görmekten büyük keyif aldığım Datça’da zeytinyağı üretimi de bir hayli gelişkin. Davet üzerine ziyaretine gittiğimiz şarap mahzeninin görselliğine ise mest olduk diyebilirim. Tarihi bir yapı restore edilerek üretime kazandırılmış ve etrafında her çeşit şarap için üzüm yetiştiriliyor. Hayatımda ilk defa ballı şarabı orada tattım elbette balla karamelize edilmiş badem eşliğinde. Ancak Datça aşığı arkadaşımızın dediğine göre, son zamanlarda bir hayli göç alan Datça’da yaşam epey pahalıymış.

İlk iki gün sit alanı ilan edilen eski Datça’yı ve birbirinden güzel koylarını dolaştık üçüncü gün ise, “işte tam olmak istediğim yerdeyim” dediğim Knidos’a gittik. Datça yarımadasındaki buluntuların tarihi M.Ö 2000’lere kadar dayanıyor. Bilinen ilk yerli halkı Karlar, en parlak dönemi ise Dorlar döneminde yaşanmış. M.Ö 1000 yıllarında Trakya üzerinden güneye inerek bölgeye gelmişler ve Burgaz Mevkii’nde, “aylarca kalsam yine de seyrine doyamam” dediğim Knidos’u kurmuşlar. Daha sonra deniz ticareti nedeniyle M.Ö 4. Yüzyılda yarım adanın en uç noktasına yani bugünkü görkemli kalıntıların bulunduğu yere taşımışlar. Kalıntılar 1998 yılından beri T.C. Kültür Bakanlığı adına O.D.T.Ü tarafından Alman Bilimsel Araştırma Kurumu işbirliği ile Gerda -Henkel Vakfının katkıları ile gün yüzüne çıkarılıyor. Şu anda merkezi İskele Mahallesi olan ilçenin o kadar zengin bir tarihi var ki yazmakla bitmez bu nedenle araştırıp okumanızı önerebilirim.

Yılın neredeyse üç yüz günü güneş alan Datça için, “İklim tam insan boyundadır, sıcağı da soğuğu da insan tahammülünü aşmaz. İklimi paltoyla, sobayla ya da yelpazeyle düzeltmeye gerek yoktur.” Demiş Halikarnas balıkçısı Cevat Şakir. Çok da haklıymış, hayatımda ilk defa kış mevsiminde denize girmenin mutluluğunu yaşadım Datça sularında. Zengin ot çeşitleri ile yapılmış yöresel ev yemeklerinin yanında, kahvaltı hariç neredeyse üç gün balıkla beslendiğimiz Datça’da, Kara Sokkan, Barbun, Yazılı Palamut, Tombik, Lopa, Kel Mercan ve Lambuka’nın çeşitli pişirme teknikleri ile oluşan lezzetlerini tatmak, balık kültürü zayıf olan beni bile hayran bıraktı. Ayrıca zengin floraya sahip Datça’da, çiçek, kekik, narenciye, karakovan, hayıt, kekik diken, piren, keçiboynuzu, badem çiçeği ve çam olmak üzere bir hayli zengin çeşitte bal üretiliyor. Bu nedenle biz de üç gün boyunca tatlı tercihimizi birbirinden güzel bal çeşitlerinden yana kullanmayı tercih ettik.

Tarihi kalıntılara tutkum nedeniyle Knidos’a tam gün planlaması yaptığım için, farklı özelliklere sahip şirin köylerini gezemedik ne yazık ki Datça’nın. Ancak en kısa ve en uygun zamanda tekrar gitmek için karar aldık, köyler hakkında yaptığım araştırma esnasında. Bu nedenle birkaç tanesi hariç göremediğim köyler hakkında, edindiğim bilgileri yazmadan geçmek istemedim. Bal, badem, zeytinyağı üreticiliği ile ipek dokumacılığı yapılan Hızırşahı, “buraya yerleşsek mi acaba?” dediğimiz, taş evleri ve tarihi konakları ile dikkat çeken Reşadiye’yi, yemyeşil tepelerin arasında insanı huzura davet eden ve feribota bindiğimiz yer olan Karaköy’ü, Tekne turu yaparken akvaryum misali sularında yüzdüğümüz Ovabükü, Hayıtbükü ve Kızılbükü kucaklayan Mesudiye’yi, taş değirmenlerin ve rüzgârgüllerinin süslediği aynı zamanda su sporlarına elverişli olan Kızlan’ı, geleneksel yapısını koruyan Emecik’i, tarım cenneti olan Sındı’yı, Knidos’a giderken uğradığımız ve Palamutbükü ile ünlü Yakaköy’ü ve hemen yanı başında gelenekselliği bozulmamış olan Cumalı’yı, zeytincilik, bal ve badem üretimi yapılan ve Knidos’a en yakın yerleşim yeri olan Yazıköy’ü umarım bir an önce görme şansına sahip olabilirim.

Demet TOK

Şair/Yazar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu