GündemKöşe Yazıları

Dök İçini Ve Huzura Ermenin Keyfini Yaşa

Dök İçini Ve Huzura Ermenin Keyfini Yaşa

Dökün içinizdekileri ve huzura ermenin keyfini çıkarın çünkü hayat sandığımız kadar uzun değil. “El Âlem ne der” diye onların hayatını yaşamak yerine, kendi hayatınızı yaşamaktan, kendinizi keşfetmekten vazgeçmeyin. Enerjinizi sürekli şarj edeceğiniz aktiviteler bulun kendinize.

İnanın “yaşayamadıklarınız” yaşayıp da üzüldüğünüz ya da sır olarak yüreğinize hapsettiğiniz olaylardan çok daha üzücü. Sizi “sorgulayan” “yargılayan” insanları taşımayın küfenizde. Korkmayın yalnız kalmaktan. Kaldı ki sizin bir kahkahanızı dahi yargılayan, özgür davranışlarınızı sorgulayan bir insan, hayatınıza nasıl mutluluk verebilir ki?

“Hayat bir gün ve o da bu gün” deriz ya hep, aslında hayat an meselesi, bir nefes alımı ya da bir göz kırpış kadardır bana göre. O an ne yaşadığınız, o an ne düşündüğünüz ve o an ne hissettiğiniz size eşlik edecek, veda ederken bu oyun bahçesine.

Ömrün bütününde önemli olan, anın ne kadar farkında oluyor ve ne kadar keyif alıyoruz. Yani hızla aktığını söylediğimiz zamanın peşinden mi koşuyoruz yoksa kol kola birlikte mi ilerliyoruz? Gün içinde belki defalarca değişen duygu durumumuz neticesinde kimi zaman iliklerimize kadar yaşıyoruz anı, kimi zaman da öylesine küsüp gidiyor an bize yaşatmak istedikleriyle. Burada önemli olan anın hesabını an’da görmek. Sevinç ya da üzüntü her ne yaşamışsak önemli olan olaylar değil.

***

Aslında toplum olarak sevinç ya da üzüntülerimizi paylaşabilen bir karaktere sahibiz. Lakin sorunu paylaşacağımız kişiyi tutturamıyoruz çoğu zaman. Bu nedenle de içimizi döküp rahatladığımızı zannetsek de o paylaştıklarımız hedefe ulaşmadığı sürece içsel rahatsızlık ya da zamanla birikimden kaynaklanan nedensiz bir boşluk peşimizi bırakmıyor. Bu da bizi tatminsizliğe sürüklüyor ve çabuk vazgeçiyoruz bizi hayata bağlayan meşgalelerden.

Eğer yaşam enerjisini kaybetmiş bir insan varsa hayatınızda ona yardım edin. Çünkü kısa zamanda siz de adaysınız demektir. El verip ayağa kaldırdığınız her can, cana can katar. Mutluluk için bir dokunuşun ne kadar keyif verdiğini tecrübe edenler bilir zaten.

Oysa sükûnetin altın olduğu söylenerek büyüdüğümüz kültürümüzde, ne kadar da konuşmaya ihtiyaç duyan bireyler yarattığımızın farkında değiliz. Hatta konuşmak isteyen lakin konuşma adabından yoksun bireyler. İçimizde sakladığımız her söyleyemediğimize eklenen kızgınlık ve kırgınlıklarımızın bedenimizde oluşturduğu arızaları bir bir yaşadıkça duyduğumuz pişmanlığın geri dönüşü yok ne yazık ki.

“Huzura erdi” sözünü vefat eden birinin ardından duymak size de acımasız gelmiyor mu? Yaşarken huzura ermiş miydi acaba” diye düşünmekten kendimi alamıyorum ben o an. Acı çeken beden değil ki toprağa kavuştuğunda huzura ersin. O halde ruh bedeni terk etmeden yaşamdan keyif almak kadar büyük bir hediye var mı biz insanlara? Yok elbette. O zaman “dök içini ve huzura ermenin keyfini yaşa…”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu