GündemKöşe Yazıları

HAYVAN SEVGİSİ

Hayvan beslemeyi sever misiniz? Siz de benim gibi hayvanlara merhametle bakan bir ruha sahip misiniz? “İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok sevdim.sözü meşhurdur halk arasında. Hayvan hakları ve hayvan severlere dair dernekler adına gönüllü olmuşumdur çoğu zaman. Üniversite öğrencilik yıllarımda benim de her yıl bir ev hayvanım olmuştu. Devlet yurdunda ve üniversitemizin vakıf yurdunda evcil hayvan beslemek yasak olunca akvaryum balığı ile canlı çiçeklerimize izin verilmişti. Yurtta beslenmesine izin verilmeyen tüylü hayvanlarımı da yaz tatilinde bahçemizde beslerdim. Tavşanım, tavuğum, horozum, ördeğim, hindim, kuşum, balkon güvercinlerim, civcivlerim, oğlak ve kuzum oldu benim de. Güzeldir evcil hayvana sahip olmak, hoş bir histir sokaktaki kedi ve köpekleri de sevebilmek. İnsanoğlu kimi zaman merhameti hayvanlardan öğrenir. Kanatlı hayvanları özellikle de kümes hayvanlarımızı daha çok sevdim nedense.

Sıcacık yumurtayı kümese girip folluğundan toplamak bana büyük bir huzur verir. Çanakkale’de ilçedeki bahçeli iki katlı evimizde ve dedemin köyünde de toprakla, hayvanlarla iç içe büyüdüm. Bursa’daki öğrencilik yıllarımda da Bursa Hayvanat Bahçesi en sevdiğim ortamlardan biri oldu. Balıkesir ilindeki öğretmenlik stajım ve köy okullarındaki öğretmenliğimle başlayan doğayla içi içe yaşamım, Balıkesir merkezde de tesadüf gibi devam etti ve balkonlu evim tam da belediyemizin köpek parkıyla karşı karşıyaydı. Hayvanlardan epey bahsedince aklıma ilkokul Türkçe kitaplarımızdan hatırlayacağımız bir öykü esiverdi.

 

 

Fikret Otyam’ın “Ha Bu Diyar” adlı eserinden acıklı, kısa bir öyküyü paylaşayım. Öykü kahramanı bu kez bir insan değil, bir ceylan. Öyküyü İlkokul Türkçe dersinde Türkçe kitaplarımız yahut sırayla yapılan okuma saatlerimizden anımsıyorum ki çocukluğumdan kalmış hafızamda:

 

 

“Ceylan, birden tökezledi, toz kalktı yerden, tekrar doğruldu. Yeniden tökezledi. Çabaladı kalkmaya, kalkar gibi oldu. Sağa sola yalpaladı, yıkıldı. İnip (arabadan) koştum yanına, inliyordu hafiften. Sonra o da durdu. Kaldırma istedim, başı deli diken otunun üstüne düşüverdi.

    Mühür gibi bir çift kapkara göze günün alevi düşmüş, cam cam parlıyordu. Karın, karın değil bir körük! Kalkıp kalkıp iniyor, gözlerinden gözlerimi ayıramadım. Başını avucumun içine aldım, inledi, içim dağlandı: Kara gözler usuldan usula buğulandı, nemlendi; sonra birden yaşlar yuvarlanıp avucuma düştü. Bilmiyorum acunda (dünyada) bundan daha güzel göz var mı? Neler demiyor bu gözler? Utanmasam gözünün yaşına gözümün yaşı karışacak. Arkadaşım zaferinden kıvançlı, sigarasını yaktı, boş paket “tak” edip yere düştü. Ceylanın gözleri, bir çabayla pakete kaydı, sonra gözüme çakıldı kaldı. Bir damla yaş daha damladı sürmeli gözlerden. Körük gövdede hareket azaldı durdu. Gözler yine parlak, yine ıslak. Koyu kirpikler yavaş yavaş birbirine kavuştu, avucumdaki baş ağırlaştı. Yaşaması için bir şey çaresizdi artık. Ceylan gitti.”

 

 

Her seferinde hüzünlenirim böyle bir yazıda. Avlanma yasağı gelmeli insanoğluna. Ceylan, geyik, karaca ne kadar da masum hayvanlar hâlbuki. Hayvan belgesellerinde aslanın ceylanı parçalayışı, sırtlanların geyiklere saldırışı beni hep hüzünlendirmiştir. Okula başlamadan evvel hayvan, bitki, doğa, şehir belgesellerini izlemekten keyif alırdım. Sonrasında hayvan belgesellerinde güçlünün güçsüzü ezmesine, vahşi doğanın kurallarına, doğanın kanunu deyip de geçiştirdiğimiz zayıf canlıyı sömürme olayına çok üzüldüm. Bir papatyayı bile dalından koparıp onun özgürlüğüne son verince, çiçeği vazoda suya alınca nasıl ki ortamını özleyip soluyorsa hayvanlar da aynıdır. Bitkiler baharda yeniden yeşeriyor ama bağlandığınız bir hayvana üzülmek yüreği incitiyor. O gün bugündür vahşi doğa ile ilgili hayvan belgesellerini izleyemiyorum. Balta girmemiş ormanları, tropikal iklim canlılarını ve endemik türleri anlatan coğrafya belgesellerini izlemek için hepinize eşlik ederim elbet fakat orada ölen masum bir hayvan varsa işte o sahneyi kaldıramam.

İnsanoğlu açlıktan ölmediği müddetçe kuş bile avlamamalı şahsımca. Eti ne kemiği ne, dişimizin kovuğuna bile yetmez minnacık kuş eti. Özgürlüğüne son verilen minik bir serçenin ağıtını yakar tabiat, kim bilir belki de hıçkırığı kesilen bir kırlangıcın feryadında saklambaç oynar orman. Doğa eğitimi, yanlış avlanmanın sonuçları, hayvan sevgisi, bitki ve hayvanlara saygı, insanlığa merhamet konuları küçücük yaşlarda verilmeli insanlığa.

Gün gelir deprem anında sizi ev kediniz uyandırır sıcacık yatağınızdan, o hassas kulaklarıyla depremi sizden evvel hisseder ansızın. Öyle bir olay olur ki yangın anında av köpeğiniz sizin için göçük altına girip de canını feda eder, en yakın dostunuz bile alevlere cesaret edemezken o köpekçik düşünmeden kızıl ateşe atlar sizin için. Yahut yaşlanınca kocaman bir akvaryum dolusu balıkla mest olup da su sesinin balıklarla kıpırdanışındaki ezgisel havasında yenersiniz kanser hastalığınızı. Kim bilir belki de kuş sesleriyle ve ormanın ritmiyle hayata tutunursunuz tam da intihar etmeye yeltenirken. Güzeldir hayvan sevgisi, doğanın yaşama gebe kalışı gibi güzelliğe yönelir. Yüreğinizdeki hayvan sevgisi, içinizdeki çocuksu türkü, etrafınızdaki yaşama sevinci her daim capcanlı kalsın.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu