GündemFahri SağlıkKöşe Yazıları

İMANDIR O CEVHER Kİ İLAHİ NE BÜYÜKTÜR

“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr; 1-3)

Önce İman:

İman, Hz. Peygamberin Allah’tan getirdiklerini tasdik etmek, haber verdiklerini tereddütsüz kabul ederek, bunların gerçek ve doğru olduklarına gönülden inanmaktır. İslam alimleri İslam’ın üç ana bölümden meydana geldiğini söylerler. Bunların ilki imandır. Diğeri ise imanın hayata yansıyan şekli dediğimiz ibadetler, üçüncüsü de daha ziyade insani ilişkilerde kendisini gösteren ahlaktır İnsanın ilk görevi, Allah’ın varlığını ve birliğini bilip tasdik etmesidir. Şüphesiz bu tasdikin makamı kalptir. Dil ile ikrar edilmesi ayrı bir önem taşımaktadır. İman olmadan İslam olmaz. İman çok büyük bir nimettir, bölünme kabul etmeyen bir bütündür, ebedî bir saadettir ve kurtuluş vesilesidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor “Ey insanlar! Peygamber size Rabbinizden hakkı (gerçeği) getirdi. O hâlde kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” ( Nisa, 4/170 )Sevgili Peygamberimiz de “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.” Buyurmuştur. Bu bölümü Mehmet Akif ERSOY’un dizeleri ile bitirelim.

İmandır o cevher ki,ilahi ne büyüktür
İmansız olan paslı yürek,sinede yüktür
Sonra Salih Ameller- Islah Edici İşler:

Amel kelimesinin Türkçedeki en yakın karşılığı “iş”tir. Salih ameller, iyi ve hayırlı işler anlamına gelir ki, bu da Kuran’da Allah’ın rızasına uygun her türlü fiil ve hareketleri ifade eder. Salih ameller imanın gerekleridir. Yüce Allah “İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? And olsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3) buyuruyor. Bir ameli salih kılan şey, yalnızca onun sonucu değildir, onun arkasındaki “niyet”tir. Bu nedenle de, amelin salih olması için Allah rızası gözetilerek yapılmış olması önemlidir. Bu gerçek, “salih amel” kavramını, cahiliye toplumundaki “hayırseverlik” kavramından ayırır.

Amel-i salih, ilk kelimesinden anlaşılacağı üzere öncelikle bir düşünce veya tutum değil, bir iş veya eylemdir; fakat sıradan değil “salih” yani Allah’ın rızasına uygun bir iş veya eylemdir. Zira amel-i salih, içinde geçtiği hemen her ayette “iman” kavramından hemen sonra zikredilir. Buna göre sıradan bir iş, eylem veya tutumun amel-i salihe dönüşebilmesi için öncelikle sahibinin Allah’a ve ahirete iman etmiş olması şarttır.

Allah insanları diledikleri şekilde amel etmekte serbest bırakmıştır (Fussılet 41/40). Bununla birlikte kötü amel işleyenlerin Allah’tan kaçıp kurtulacaklarını sanmaları büyük bir yanılgıdır (el-Ankebût 29/4). Çünkü Allah’ın ilmi insanların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır (Âl-i İmrân 3/120); bu sebeple, “Kim sâlih bir amel işlerse kendi iyiliğine, kim de kötülük işlerse kendi aleyhine işlemiş olur” (el-Câsiye 45/15). Âhirette herkes dünyada iken işlediği hayırlı ameli de kötü ameli de karşısında bulacak ve kötü amelleriyle yüz yüze gelenler bunların kendilerinden uzaklaşmasını boş yere arzulayacaklardır. (Âl-i İmrân 3/30). Yine günahkârlar Allah’ın huzurunda başlarını öne eğecek ve, “Rabbimiz, gördük ve işittik. Şimdi bizi -dünyaya- geri gönder de sâlih ameller işleyelim, çünkü artık kesin olarak inandık” (es-Secde 32/12) diye yalvaracaklar ama artık iş işten geçmiştir. Salih amellerin işleneceği yer bu dünyadır.

Kur’an’da amel-i sâlihin çoğunlukla imandan sonra zikredilmesi (bk. el-Bakara 2/62; Sebe’ 34/37; Teğabun 64/9) amelle imanın birlikte bulunmalarının gereğine işaret eder. İslam sadece itikadî, vicdanî ve nazarî bir din değil aynı zamanda bir hayat ve aksiyon dinidir. İslâm’da inanmak ve inanılan şeyi yapmak esas olduğundan imanla amelin birlikte bulunmasının lüzumuna büyük önem verilmiştir. İman ve ibadetler bizi birbirimize bağlar, toplumsal barışa ve kardeşliğe katkıda bulunurlar.

Daha sonar Hak:

Hak: Kur’an kavramlarının en önemlilerinden ve en zengin anlam taşıyanlarından biridir. İslam literatüründe; bâtılın zıddı, yerine getirilen hüküm, adalet, varlığı sabit olan, doğruluk ve kesin olan şey manalarına gelir. Bu kelime masdar, isim ve sıfat olarak değişik manalarda kullanılmaktadır. Masdar olarak anlamı; sabit olma ve mevcudiyetin (varlığın) gerçek olması demektir. Bu da, bilgi ile, bilinenlerin, birbirine uygun olması şeklinde anlaşılır. Buradan hareketle, bazen düşüncenin doğruluğuna hak, bazen da görülenin, bilinenin gerçek ve sâbit oluşuna hak denilir. Gerçekleşen olaylar hakkında ‘tahukkuk etti’ denir ki bu, o olayın yerinde, bir gerçek olarak meydana geldiğini anlatır. Hakkın kendisi olan yüce Allah, insanları mutlu kılmak için kendi katından kitabını da hak olarak indirmiştir. Onun için dini alanda mutlak hak/doğru veya asıl gerçekler Allah’ın vahyine uygunluğu ile tespit edilir. Yani, Allah’ın indirdiği ve O’nun bildirdiği bilgiler haktır. Hakikat, doğruluk, gerçeklik, adâlet kişilere göre değil; Allah’ın bildirdiklerine uyumları oranında haktır. Beşerî doğrular, göreceli yaklaşımlar, teori ve zanlarla; hak, farklı şeylerdir. Hak kelimesinin çoğulu “hukuk”tur. O yüzden haklar, yani hukuk da, Hakk’a dayanmalıdır. Şahıslara, zamana ve zemine göre değiştirilen hukuk kukuk değildir.

Halık’ın namütenahi adı var,en başı Hakk
Ne büyük şey kul için,hakkı tutup kaldırmak
Ve Sabır:

“Sabûr” kelimesi Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. Sabır her türlü olumsuzluklar karşısında insanı hayata bağlayan en büyük nimettir. Yüce Allah “Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin…” (Bakara, 2/45 ), “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.” (Bakara, 2/155-157 ) buyuruyor. Ayetlerde ifade edilen sabırı çok iyi anlamamız gerekir. Sabır” katlanılmayacak şeylere katlanmak mı? Mesela hakaret görmeye, dövülmeye, sövülmeye; özetle insanlık onurumuzu ayaklar altına alacak musibetlere katlanmak mı? Elbette hayır. Sabır katlanmak değil, göğüs germektir. Neye göğüs germek? Sonunda katlanılamayacak acılara katlanmak mecburiyetinde kalmamak için önceden her türlü zorluklara, her türlü sıkıntılara göğüs germek. Yüzümüze tükürüldüğünde bu da kaderimizmiş deyip estağfurullah çekmek sabır değildir. Sabır; karşımızdakilere değil yüzümüze tükürme, bize yan bakma cesaretinde bile bulunamamaları için sahip olmamız gereken güç, kuvvet ve azameti kazanabilmemiz için alın teri ve göz nuru dökerken muhtaç olduğumuz güçtür.

Sabır, ayni zamanda kazanmak için zamanını beklemek, mücadeleye yılmadan devam etmektir. Sabır, direnç, zor durumlar karşısında cesaret ve metanetini yitirmeme duygusudur. Sabır boyun eğmek değildir. Sabır, mücadele etmektir. Sabır öyle bir ip ki sen kopacak sanırsın; o gittikçe güçlenir. Sen bitecek sanırsın; o gittikçe çoğalır. Çalınan her kapı açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı. Sabır suskunluk değil, işitilmeyen bir feryattır. Her kişinin değil, er kişinin harcıdır. Küçük olaylar karşısında sabırlı olmazsan, büyük planları gerçekleştiremezsin. Hoşlanmadığına sabretmedikçe, hoşlandığını ele geçiremezsin. Sabrınızı hiçbir zaman kaybetmeyin çünkü kapıyı açabilmek için son anahtar sabırdır. Sabır bir zırh, öfke ise düşmanların en azılısı. Dünyada sadece sevinç olsaydı, cesur ve sabırlı olmayı asla öğrenemezdik. Sabır acıdır; amma meyvesi tatlıdır. Sabırla nezaket birleşince, güç doğar. Sabrı öğrenmek de, sabır işidir.

Sabır, umut etme sanatıdır. Yiğitlik intikam almakta değil, tahammül göstermektedir. Sevinç kapısının anahtarı, sabırdır. Sabrı olmayanlar, ne kadar fakirlerdir. İnsanın belli başlı iki günahı vardır; öbürleri bunlardan çıkar: sabırsızlık ve tembellik. Asıl hüner, afiyet ve bollukta sabretmesini bilmektir, bunun sabrı, onlara güvenip bel bağlamamaktır, hepsinin kendi elinde emanet olduğunu ve bir anda alınıp yok olabileceğini bilmektir. Hiddete kapılıp, hiç kimseyi çiğneme ki, seni de kimse çiğnemesin! Haya zinettir. Takva’da keremdir. En hayırlı binek de sabırdır. Sabırlı olun, zira bulutlar ağlamasa, yeşillikler nasıl gülebilir? Aceleci olmayın, maksada sabırla erişilir, acele ile değil. Üzülme, istediğin bir şey olmuyorsa, ya daha iyisi olacağı için; ya da gerçekten olmaması gerektiği için olmuyordur.

Acıya sabredersin, adı metanet olur, “insanlara” sabredersin adı hoşgörü olur, “dileğe” sabredersin adı dua olur, “duygulara” sabredersin adı gözyaşı olur, “özleme” sabredersin adı hasret olur, “sevgiye” sabredersin adı aşk olur. Sözlerime Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihati ile son veriyorum “Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz, şunu da unutma, insanı yaşat ki devlet yaşasın.”

Fahri SAĞLIK
Karesi Müftüsü

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu