İnsani Bağlar Unutulmasın Diye…

İnsani Bağlar Unutulmasın Diye…
Bazı kitaplar vardır, sadece okuyup bitirmez, yüreğinizde bir iz bırakır… Ahmet Şerif İzgören’in “Bir Türk Zabitinin Anıları” tam da böyle bir kitap. Bir askerin iç dünyasından süzülen satırlar, savaşın ortasında bile insan kalabilmenin mümkün olduğunu anlatıyor. Okurken düşündüm: Biz, savaş cephelerinde bile düşmanla dostça bir bayram geçirebilen bir millettik. Şimdi ise komşumuzla, arkadaşımızla, ailemizle en ufak tartışmada düşman olabiliyoruz. Peki, ne oldu bize?
Tarihin en kanlı savaşlarından biri olan Çanakkale’de bile insanlık bağları kopmamıştı. Anzaklarla Mehmetçik arasında yaşanan o meşhur “sigara ve su” paylaşımı, bu toprakların vicdanının resmidir. Düşman siperlerinden yükselen bir bağırış: “Hey Türk! Arkadaşım yaralı, su verin.” Ve bizim Mehmet’in cevabı, mermilerin arasında hayatı hiçe sayarak bir matarayla düşman siperine koşması…
Bu yalnızca bir yardım değil; bu, insanlık onurunun zaferidir. Bu, savaşın yıktığı her şeyin üzerinde kalan tek şeyin vicdan olduğunu gösterir.
Aynı savaşta, bir başka hatıratta geçer: Bir Türk askeri, ölen bir Anzak askerinin cebinden çıkan mektubu bulur. Mektup annesindendir. “Oğlum, seni özledim. Dönmeni dört gözle bekliyorum.” Bu satırları okuyan Türk askeri ağlar. Çünkü o da bir evlattır. O da özleniyordur. İşte o anda düşman, sadece bir üniformadan ibaret kalır. Kalpte insan kalır.
Bugün ise bakıyorum da, küçük çıkarlar, kırıcı sözler, yanlış anlaşılmalar nedeniyle yılların dostlukları bir anda yerle bir oluyor. Komşular birbirine selam vermez, arkadaşlar sosyal medyada atılan bir mesaj yüzünden küs, akrabalar bir miras için birbirine düşman kesilmiş…
Neden? Ne zaman bu kadar tahammülsüz olduk? Ne zaman birbirimizi anlamak yerine hemen yargılamaya başladık?
Savaşın ortasında bile düşmanıyla ekmeğini paylaşan bir milletin torunları olarak biz, barış zamanında birbirimize nasıl bu kadar kolay düşman olabiliyoruz? Kavgaların, küslüklerin, gereksiz kırgınlıkların arasında kaybolan bir şey var: insanlık. Oysa bir tebessüm, bir “hakkını helal et” sözü, bir omuz dokunuşu her şeyi değiştirebilir. İnsan insana iyi gelendir. Biz birbirimize iyi gelmeyi unuttuk belki de.Küçükken büyüklerimiz şöyle derdi:“Oğlum, gönül kırma. Gönül Allah’a aittir.” Şimdi ise insanlar gönül kırmayı hak sanıyor.
Ahmet Şerif İzgören’in anlattığı zabit gibi, savaşın ortasında bile içindeki merhameti kaybetmemiş insanların anıları bize bir şey öğretiyor: İnsani bağlar, zamanla değil, niyetle kurulur. Savaşlar bile yok edemez bazen o bağı. Ama biz, bir bakışla, bir sözle, bir mesajla dostlukları parçalıyoruz.
Düşünün… Bir gün sevdiklerinizle küs kalırsanız ve bir daha konuşma şansınız olmazsa… O anda hissettikleriniz için bir ömür pişman olursunuz. Oysa şimdi sarılsanız, “özür dilerim” deseniz, belki de her şey düzelecek. Unutmayın, savaşların bile çözemediği şeyleri insanlık çözer. Ama insanlığını unutan, her şeyi kaybeder.Birbirimizi anlamaya, affetmeye ve sevmeye yeniden başlamalıyız. Çünkü bir gün, bugünkü dargınlıklarımız bize çok küçük, ama geç kalınmış gelecek. Ve o gün geldiğinde, pişmanlığın telafisi olmayacak.
Bugün barışın, affetmenin, insan kalmanın günü. Bir asker, savaşın ortasında düşmanına yardım ettiyse… Biz neden dostlarımıza merhamet edemeyelim? Gelin, kalpleri kırmayalım. Gelin, savaşın bile yıkamadığı insanlık bağlarını biz de koruyalım. Çünkü düşmanlık kolaydır. Ama insanlık, cesaret ister.
Ve biz, cesur bir milletin çocuklarıyız.
Onur Ayan