GündemKöşe Yazıları

Kazdağı’nın Eteğinde

Kazdağı’nın Eteğinde

 

Hayatımdaki en uzun çadır kampı oldu Kazdağı’nın eteğinde geçirdiğim dört koca gün. Olağanüstü doğal güzelliğin tam ortasında hissettiğim huzuru ise “ölmeden cennete gitmek” diye ifade edebilirim ancak. Gökyüzüne uzanan yeşilin tonları masmavi bir şemsiyenin altında saklanmış gibiydi adeta. Bin bir tonlu yeşilin arasından parlayan mavinin içindeki bembeyaz saf lekeler, ne kadar da telaşsız seyir halindeydiler. Yine kendimce anlam yükledim her birine keyifle izlerken. Ya o dağların zirvesinden süzülen kar sularının buluştuğu büvete ne demeli bilmem ki, sanki cennette tasvir edilen ırmaklardan farkı yoktu. Hele gecenin zifirinde gökyüzünü süsleyen ve uzansan tutacakmışsın gibi yakından parlayan yıldızlar, büyülü bir güzelliğe sahiptiler. Kim bilir fark edemediğim daha nice güzellik barındırıyordu koynunda kutsal Kazdağı. Günlük yaşam gailelerinden uzak ve sadece mutluluğun hâkim olduğu bu cennette, zamanın bile durduğu hissine kapılıyordu neredeyse insan. Yıl, ay, gün ve saat burada hükümsüzdü sanki. Bu nedenle de “dört koca gün” diye başladım anlatmaya. Doğallığın, yalınlığın kucağında ve sessizliğin sesinde muhteşem bir deneyim kazandım diyebilirim burada da. Özellikle ön yargılardan, egolardan ve gösterişten uzak minimal yaşamın hazzına varmış, doğaya saygılı, paylaşımcı ve sevecen paydaşlardan oluşan minik bir dünya gibiydi kampımız.

Yemek, sohbet, yüzmek ve okumaktan ibaret geçen günlük rutinimizde, soru halinde kalmış düşüncelerime cevap bulmak için de bir hayli zamanım oldu elbette. Özellikle doğanın sadeliği ile uyum içerisindeyken, daha özgür, objektif ve gerçekçi bir bakış açısına sahip olabildiğimi daha önce de deneyimlemiştim. Çünkü kusursuz işleyen bir sistemin içinde zerrecik olan insan, sonsuz kaynağın hayran bırakan gücü karşısında o kadar küçük şeylerle uğraşıyor ve takılı kalıyor ki, resmin bütününü göremeyebiliyor çoğu zaman, yaşamın karmaşasında. Hatta sınırsız olasılıklar içinde, anlamsız kalıplara hapsedilmeye çalışılan düşüncelerin, ileri düzeyde düşünebilen varlık olan insan için ne kadar despot bir yaklaşım olduğunun da farkına varamayabiliyor, zaman zaman. Ve küçük beyinlerin ürettiği safsataların esaretinde, kör olmuş gözlerden ve sağır olmuş kulaklardan ibaret bedenlerin taşıdığı bir sürü akıl, okyanusu yok sayıp sığ sularda yaşamı zora sokan bulanıklığın pençesinde tutuklu kalabiliyor ne yazık ki.

Özgür iradeli ancak bütüne uyumlu yolculara sahip bu minik dünyadan ayrılırken, gitmem değil de kalmam gereken yerin orası olduğunu hissettim yine yoğun bir şekilde. Sanırım düşlediğim, arzuladığım ve özlediğim barışçıl dünyayı oralarda buluyorum ya da doyumsuz egoların evrene ve insanlığa verdikleri zararın ancak seyircisi olunabilen bir düzenin parçası olmaktan mutsuz oluyorum.  Duygularımı yazarak dile getirmeye çalışmak ise küçücük bir bireysel çaba ancak. Kim bilir belki de aynı istekle çarpan yürekler sayesinde, tehdit altında olan doğa özgürlüğüne kavuşabilir…

Demet TOK

Köşe Yazarı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu