Köşe YazılarıFahri Sağlık

Kulluk Şuuru

Kulluk Şuuru

 

Unutulmaya yüz tutmuş temel kavramlarımızdan birisi de “ kulluk şuuru” dur. Aslında bu şuur (veya bilinç) yaratılış gayemizdir. Öyle ise biraz daha yakından bakalım nedir “kul” ve “kulluk”.

İnsanoğlunun yüce Allah’ın varlığı, esma ve sıfatları üzerinde genel bir kültüre sahip olma yükümlülüğü vardır. İnsanın Rabbini tanıdıktan sonra kendini tanıması elzemdir. Çünkü insanın kendisini tanıması Rabbini tanımasını kolaylaştırır. İnsanın hem Rabbini hem de kendisini tanıması kulluğunun niteliği açısından önemlidir.

İlgili Makaleler

Kul, eski Türkçe bir kelimedir ve Orhun Yazıtlarındaki Kül Tigin bölümünde birkaç kez esir, köle anlamında geçer. Ancak bu kelime kültürümüzde zaman içerisinde farklı anlamlarda kullanılarak kökenindeki köle ve esir anlamından uzaklaşarak çok daha geniş anlamlar kazanmıştır. Bugün Türkçede “ kul” deyince daha çok; söz dinleyen, itaat eden ve ibadet eden canlı varlık anlaşılmaktadır.

Türkçemizdeki “kul” kelimesi Arapçada “abd” kelimesi ile ifade edilir. “Abd”, ibadet ve ubudiyet kavramlarının köküdür. Bunlar; kulluk etmek, ibadet etmek. Beraberinde, güç ve iktidar sahibi birisine karşı boyun eğmek, kişinin üstün gördüğü bir güç önünde itiraz etmeksizin O’na itaat etmesi, tam bir bağlılıkla O’nun emrine girmesi anlamlarına gelir.  Dini bir terim olarak ise kul; “ yüce Allah’a ( başka dinlerde Tanrı veya Tanrılara ) ibadet, sorumluluk ve sadakat ile yükümlü olan varlık ” demektir. Yüce Allah’a kulluk kölelik demek değildir. Kulluk, insanın kendi iradesiyle Allah’a bağlılığıdır; kölelik ise Allah’tan başkasına bağlılıktır ve çoğu zaman da irade dışıdır.

Dinimizde kul ve kulluk insan ile yüce Allah arasındaki ilişkiler bağlamında değerlendirme olur. Kulluğu hayatın merkezine yerleştirmek ve her konuda bu şuuru canlı tutmak, elbette güçlü bir iman ve irade ister. İbadet veya ubudiyetin gerçek anlamı itaat, sorumluluk ve sadakat bilincini kazanmak, kulluk şuurunu geliştirmektir. Bu kullukta, itaat edenin yalnızca boyun eğip söz dinlemesi yeterli değildir. İtaat eden kul (abd), aynı zamanda önünde boyun eğdiği yüce varlığın yaptığı iyilikleri de bilir. Verdiği nimetlere şükrederek kalpten ona bağlanır ve kendisine karşı görevlerini yapar. O’nu yüceltir, onu kalpten sever ve onun önünde en derin saygıyı duyar.

Kulluğun özü sevgi ve samimiyettir

 

Dolayısıyla ibadetin şartı da samimiyetle yapılması, dinin emirlerini yerine getiren insanın kulluğun gereğine inanması, şekilci ve taklitçi olmadan yüce Allah’a tam bir teslimiyetle bağlanmasıdır. Kısaca kulluk, önce gönülde filizlenmeli, sonra duyg, düşünce va davranışlarda kendisini göstermelidir. Kulluk şuuru ile gerçekleştirilen ibadetler insan için külfet değil, zevktir. Mevlana; sevgiden uzak, sadece görev veya zorunluluk gereği yapılan ibadetleri içsiz cevizlere benzetir. İçsiz ceviz ekilince bir şey elde edilmediği gibi şekli ibadetlerin de kula çok faydası yoktur.

Kur’an-ı Kerimde “Abd” sıfatı diğer peygamberler gibi Hz. Muhammed için de kullanılan övücü bir sıfattır. Rabbimiz Hz. Muhammed’e “kulumuz” demektedir.  “ Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin. Eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın”  (Bakara Suresi, 23) denilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.) kendisine “Abdullah” “Allah’ın kulu” denilmesinden hoşlanır. Dua ederken sürekli “Yarabbi senin kulun…” cümlesini kullanırdı. Şehadet kelimesinde Hz. Muhammed’in Allah’ın resulü olduğunun söylenmesinden önce, O’nun Allah’ın kulu olduğunun vurgulanması oldukça dikkat çekicidir. Demek ki “abd-kul” olma sıfatı yüceltici bir sıfattır ve Müminlerin yalnızca Allah’a itaat ve ibadet ettiklerinin göstergesidir. Kendini bu şekilde niteleyen mümin, kulluğu yalnızca Allah’a yaptığını, mutlak boyun eğişin yalnızca O’na yapılması gerektiğini ve başka şeylere kulluğun alçaltıcı olduğunu ilân etmiş olur.

Allah (c.c) insanı “abd-kul” olarak yaratmıştır. Yüce Allah “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”  (Zâriyât; 56) buyurarak bunu bize bildirmiştir. Dolaysıyla insana düşen bu kulluğun şuurunda olmaktır. İnsan Rabbine kul oldukça özgürleşir. Beraberinde, kulluktan uzaklaştıkça köleleşir. İnsanın şerefi, kulluk ettiği şeyin şerefiyle ölçülür. Büyük şair Necip Fazıl Kısakürek ne güzel anlatmış bu hususu:

“Neler kaybetti insan; Kul’a, kulluk uğruna

 

Ah bir erebilseydik “kul” olmanın şuuruna”

Yüce Allah kulluk için gerekli her türlü yetenek ve donanımı bize vererek bizi hür yaratmış. Beraberinde, iyiyi ve kötüyü bildirmiş. İkisinden birini seçme konusunda da bizi serbest bırakmıştır.

Kulluk şuurunu kazanabilmenin ilk ve en önemli şartı tevhit inancına sahip olmaktır. Yaşamı kendi bütünlüğü içinde anlamlı bir konuma oturtabilmek için tevhidi düşünceye sahip olmak şart. Tevhidi doğru anlamak, yüce Allah’tan başkasının kulu olmayı kabulünü reddetmeyi gerektirir. Tevhit ilkesi, kişinin özgürleşmesini mutlak otoriteye olan bağlılığı ile orantılı bir şekilde diğer otoritelere kayıtşız şartsız boyun eğmemeyi sağlar. Bildiğimiz gibi tevhidin zıttı şirktir. Şirk ise; mutlak otorite olan Allah’a ortak koşma ve Allah ile eş değer otoriteler kabul ederek İlah, Rab ve Ma’bud birliği inancını parçalamaya neden olmaktadır. Şirk aynı zamanda özgürleşmenin karşıtı olarak iş görmekte ve kişileri, yanlış otoritelere bağımlı kılarak onları köleleştirmektedir.

“ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz”

 

Kulluk tek kapıya yapılır. İki kapıya birden kul olunmaz. İnsan ya Allah’a kul olur ya da, kendi nefsinin, hevâ ve heveslerinin veya yücelttiği sahte ilahların kulu olur. Yüce Allah’a kulluk dışındaki bütün kulluklar şirktir ve şirk en büyük günahtır. Müslüman günde beş vakit kıldığı namazlarda okuduğu Fatiha suresinde Rab’ını rahman ve rahîm sıfatlarıyla andıktan sonra “ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz” diyerek kulluk şuurunu her zaman canlı tutar.

Müslüman işte bu şuur sayesinde insanlık onurunu koruyarak yüce Allah’tan başka hiçbir varlığın kulu olmaması gerektiği bilinci ile hareket ederek gerçek hürriyetin tadını çıkarır. Bu tadın lezzetini alamayanlar önlerinde boyun eğdikleri pek çok varlığın kulları olduklarının farkına bile varmaz. Bunu fark eden bazıları da tıpkı cahiliye devri müşrikleri gibi bu kullukları ile iftihar ederler.

İnsan cüz’i iradeye sahip hür bir varlık olarak yaratılmıştır. Dileyen iradesini kullanarak sadece yüce Allah’a kul, dileyen de başka varlıkların kulu olur. Var oluşumuzun anlamı, dünyaya gelişimizin gayesi olan yüce Rabbimize kulluk, bir Müslüman olarak bizim için en büyük şereftir. Bu şerefe layık olmak için sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirelim. Allah’a kul olmanın şuurunu bir ömür canlı tutalım. Allah’ın her an bizimle beraber olduğunun idrakiyle yaşayalım.

Fahri SAĞLIK

Daha fazla köşe yazısı için tıklayınız…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu