GündemKöşe YazılarıNursima Akyürek

Sanat hastalığı

Sahne ışığı altında belirdi. Camdan yapılmış küçük bir kavanoz şişenin içinde iki tırtıl, biri yeşil diğeri kahverengi hareketsiz bir biçimde duruyorlar.

Görmek zor değil, mükemmel kavramına uygun bu kelimeyi doğrulayan perdeler o kadar ipeksiydi ki dünyanın öbür ucundan getirilmiş gibiydi. Sahne yaklaşık bir yüzyılı yutmuş toz ve pas içinde kalmıştı. Koltukların rengi önceden kırmızıymış fakat zaman içerisinde kahverengi –gri bir renk almış. Arada sırada açık pencerede içeri giren güvercinler ve böcek türü varlıklar sahnede kendilerince oyun oynuyorlardı.

Evvel zaman içinde kalbur saman içindeyken, kasabanın bir kısım zengin vatandaşları tiyatro ve sinema yani; çok amaçlı kullanılması için kısa zaman içerisinde küçük bir binayı inşa ettiler. Bina dışarıdan bakılınca büyük duruyordu. Pencere sadece kapı tarafında ve bir de arka kısımda bulunuyordu. Kasabadakiler oldukça heyecan ve beklenti içerisindeydiler. Açılış için başkan geldi ve etrafta posterler ve afişler ile özene bezene bitirilmiş binanın açılışına (neredeyse)tüm herkes tanıklık etmiş oldu. İlk hafta o kadar çok gelen oldu ki bu ilgi diğer kasabalara yayıldı.

Mızıka ve piyano ile yapılan bazen keman kimi zaman gitar çalınıyordu. Gösteriler ardı ardına kesilmeden yapılıyordu yalnızca sabah 10.00 gibi açılıyor akşam 6.00’da kapanıyordu. Uzun süre bu ilgi devam etti hatta ta öbür kasabadan sırf küçücük bir komedi-dram yahut kendi çaplarında yapılan operayı izlemek için gelenler oluyordu.

Küçük çocuğun teki yeni cilalanmış ona bir numara büyük gelen kundura ayakkabıları ile sahneye ilk kez çıkmıştı, ona söylenen tek şey şarkı söylemesi gerektiğiydi. Çocuk onu izleyen seyircilere bakıp utandı başını öne eğip mikrofona konulamaz oldu. Kekeme olmuştu sanki birden bir şey söyleyemiyordu. Ağzından çıkacak her laf bekleniyordu. Çocuk mırıldanmaya başladı arkasında piyano çalan genç adam ona göz kırptı ve çocuk başladı söylemeye

Sanat asıl beni ben yapan
Kalbimi söküp yeniden bir kalp yapan
Ah! Bu gözyaşlarım kuruyuncaya dek,
Sahne beni unutmayacak
Ben kırışık olacağım, büküleceğim
Ama o beni asla unutmayacak

Alkış eşliğinde şarkısını söyleyen çocuk birden boğulmaya başladı, aniden yere düştü. Piyanonun başından kalkan genç çocuğa bir müdahale yapmaya çalışıyordu ama nafile, çocuğun toza alerjisi vardı ve bağışıklık sistemine yayılmıştı. Hücreleri yüzünü kabarttı suçiçeği gibi kızarmıştı çocuk seyircilerde dağılmıştı. Acil ekip geldikten sonra haberlere manşet olan küçük çocuk, aşılara rağmen dayanamadı ve öldü. Kasabada haber henüz yeni yayılıyordu buna rağmen hala tiyatroya gidenler oluyordu. Bir süre sonra sahne toz ve pas ile öylece terkedildi. Birkaç ay içerisinde sirk çadırı kuruldu, caddede ve sokakta yürüyen palyaçolar, taytlı ve melon şapkalı cambazlar etrafta görünür olmuştu. Sahne unutulmuş ve kasaba yeni gösterilere heyecan duyar bir hale gelmişti. Bir sanat bitmiyor diğeri ardını getiriyordu.

Sirk çadırının önünde bir tezgâh duruyordu. Üzerinde bilet satışlarının olduğunu gösteren bir sembol vardı. Aslanlar ve zebralar yoktu yalnızca basit gösteriler vardı, birkaç gün içerisinde sergilendi. Kasabada sade ve sıradan bir gündü ne sirk çadırı ne de gösteriler insanlar kendi uğraşlarına dönmüşlerdi. Etrafta kahkahalar yoktu, rüzgârın ve yaprakların sesi duyuluyordu. Bu tuhaf durum alışılmadık biçimde havayı bile değiştirmişti. Sanat yoktu müzik yoktu, dans yoktu. Çocuklar park gibi bir yere toplandılar ve ellerinde birkaç aletle kendilerince şarkı söyleyip bir şeyler çaldılar. Ardından ertesi gün birkaç kişi işinden istifa etti.

Bir grup dans ediyordu müzik olmamasına rağmen günlerce gaip bir şekilde kasaba halkı sanata bağlanmıştı. Caddelerde ve sokaklarda buluşan insan topluluğu durdurulamaz hale gelmişti. Günlerce durmayan birkaç kişi yorgun ve bitkin düşmesine rağmen psikolojik olarak hala iyi hissettiğini söylüyordu. Hastaneye yatırılan birkaç kişi sanatın tehlikeli ve bulaşıcı olduğunu söyledi. Polisler, doktorlar bu duruma müdahale etmek için çoğu müzik aletine zam ve yasak konuldu. İnanılması ne kadar güçte olsa, kasabaya ait tek sahne mühürlendi. Bir daha asla açılmamak üzere.. Sürekli şarkı dinleme yahut şarkı dinleme söyleme isteği ortadan yok olmuyor ve kasabada ki çoğu kişi ne kadar sakinleştirilmiş ve sanattan uzak tutulmuş olsa bile bazısı, durumu kabullenemiyordu.

Kasabada ki facianın önüne gelebilmek için her şey denenmişti. Yine gazetelerde haber olan meşhur kasaba yüzyıllarca sanatı benimsedi. Öylesine benimsedi ki işini gücünü sanat yaptı. Etrafında ki herkese her şeye bulaştırdı. Önce durdurulmaya çalıştı birçok kişi. ‘BU HASTALIK ‘ ‘DURDURULAMAZ!’ önüne geçilmeli gibi şeyler uzmanlar tarafından ve bilim adamları tarafından ne kadar söylense de, dünyaya yayılan günümüzde ki sanat halen birçok kişi veya topluluk tarafından durdurulmaya çalışıyor. Lakin o kadar çok benimsenmiş ki bunun için belki de, tüm dünyanın durdurulması gerek.

Gündüz bahar dalları ve çiçekler. Yeni ve taze bir koku Mozart’tan bir beste dinliyorum. Kulaklarımda öyle güzel esiveriyor. Ardından zeybek, harmandalı, keman, piyano, gitar, şimdi yaz yaz bitmez. Etrafımda müzik dans ne ararsam var. Öylesine bulaşıcı ki !Nesilden nesile aktarılmaya devam ediyor

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu