Doksanlı yıllar…
Memleket bir yandan yükselişe geçen PKK’nın aşağılık saldırılarını azaltmaya, diğer yandan açılan yaraları sarmaya çalışıyor.
Her yandan kan ve barut kokusu geliyor. Ortalıkta ölüm kol geziyor. Polisler, askerler, bebekler öldürülüyor. Katiller mi? Demokratik hak mücadelesi yapıyorlarmış!.. Topyekûn bir “cedel”leşme… Topyekûn bir “cebel”leşme…
Neyse…
O yıllarda güneydoğumuzda zuhur eden bir başka silahlı yapılanma daha var: Hizbullah… Ne de olsa mikrop vücut mukavemeti düşünce çoğalır!.. Onların “kisvesi” ise (hâşâ) din-i mübîn-i İslâm…
Güya PKK’yla mücadele edeceklermiş. İmamları, İslâm’ı hayat düsturu ettiklerini söyleyenleri bile öldürüyorlar. Devletle, kanunlarla, yaşantı şekliyle, algı biçimleriyle, gelenekle, örfle kısacası bildiğimiz ve sahip olduğumuz ne varsa onlarla da savaşıyorlar. Suikastlar, pusular, kalleşlikler gırla gidiyor. Vahşiler!.. Ve vahşette bile sınırları yok!..
Devlet bir yandan, ev temellerinden, betonların altından vahşice öldürülmüş maktulleri topluyor. Bir yandan polisler-askerler için (Gaffar Okkan gibi güvenlik güçlerinin en tepesindekiler dahil) şehitlerini toprağa veriyor. Ve diğer yandan bu katil sürüsüyle de boğuşuyor!..
***
O yıllardan aklımda, unutamadığım dehşet görüntüleri ve çıkardığımız Nizâm-ı Âlem Ocakları dergisindeki bazı başlıklar kalmış…
Hiç unutmuyorum, bir kardeşim örgütü anlatırken, Hizbullah kelimesini kullanmaya hâyâ ettiği için “Hizbu-l Vahşet” koymuştu yazısının başlığını… Bir diğeri de aynı hassasiyetle, “Hizbu-ş Şeytan” diye yazmıştı…
Çünkü zaman zaman domuz bağı denilen bir yöntemle işliyorlardı cinayetlerini… Domuz bağıyla bağladıkları insanların yavaşça ve acıyla ölmelerini bekliyor, sonra da betona gömüyorlardı.
Bilmeyeniniz vardır illaki… Ne olur öyle kalın… Bilmeyin… Ve burada detaylıca anlatılacak bir şey değil… “Acı ve uzun bir ölüm” diyelim kısaca…
Hafazanallah…
***
O şerli günlerin üzerinden biraz zaman geçtikten sonra haberler peş peşe geldi…
Memleketin siyasi hayatına bir partinin daha katıldığı, bu yapıyı adı geçen terör örgütünün mensuplarının kurdukları yazıldı çizildi medyada. “Sahneden çekilen Hizbullah artık HÜDA-PAR” oldu dediler. Aslına bakarsanız devlet raporları da öyle yazıyordu o zamanlarda…
Partililer, terör örgütü olan adaşlarına toz kondurmuyorlardı. “Biz onların partileşmiş haliyiz” demeseler de “muhabbet”lerini izhar etmekten geri durmuyorlardı. Beyanatları bile yeterliydi bağı kurmak için aslında…
Ve yine aslında herkes iç dünyasında biliyordu ki, HÜDA-PAR, Hizbullah’tır…
***
Şimdi ise bir başka evreye geçiyorlar sanki. TBMM’ye girecekler, Cumhur İttifakı seçimi kazanırsa belki de bakanlık alacaklar… Kendileri öyle söylüyorlar… HÜDA-PAR’ın onca devlet raporuna, haklarındaki iddialara rağmen TBMM’de boy gösterecek olması, inanılır gibi değil.
***
Bu arada, HÜDA-PAR’ın “hâl ve gidişi”nden endişe duyan sıradan vatandaşlar var… Ve devlet teşkilatından beklentileri…
Mesela, devlet desin ki, “Hayır bir yanlış anlaşılma var. HÜDA-PAR’ın domuz bağcı ve İran’a bağlı Hizbullah’la bir ilişkisi yok…”
Mesela, devlet desin ki, “HÜDA-PAR, Türkiye Cumhuriyeti’ne sadakatle bağlı ve anayasal rejime inanmış insanlardan oluşmaktadır…”
Mesela, devlet desin ki, “Merak etmeyin, biz buradayız!..”
Bekliyorum… Derlerse inanacağım söz…
Ve bu açıklamaları benim gibi inanma niyetiyle bekleyen milyonlar olduğunu biliyorum.
Zira… En sevdiğim sözlerdendir: Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe…
***
İnternetteki meşhur videoyu görmüşsünüzdür. Görmeyenler de izlesin!..
Meşhur “kafa kesme” tehditli video…
Soruyorum buradan: İnsanlar her kanuna riayet, her hakka saygı gösterirken, “dediklerinin her kelimesinin yayımlanması” sözünü aldıktan sonra “Kafalarını keseceğiz! Çünkü biz Hizbullahız” tehdidini pervasızca savurabilenler sokaklarda rahat rahat gezebilecekse güvenlik teşkilatları niye var?
Ne devletin, kendisine sadakatle bağlı vatandaşlarını üç-beş çapulcunun tehditlerine karşı sahipsiz bırakma hakkı var; ne de milletin bunların gözüne gözüne sokulmasına tahammülü…
Mazallah… Ne demiştik? Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe…
***
Bu videocu densizler hadleri dahilinde ne yaparlarsa yapsınlar! İlgilenmiyorum… Muhatabım onlar değil çünkü… Ama hadlerini daha da aşamasınlar. Aşacak cesamete ve kudrete ulaştıklarını düşündüklerinde bile; o cesaret, o cür’et alanını boş bulamayacaklarını bilsinler…
Bilsinler ki, meydan da “baş” da sahiplidir ve kuzgunlara verilecek “leş” yoktur…
Bilsinler ki, son kertede, Türk’ün diyarında Türk’ün devletinin kaideleri geçer! Gerisi laf-ı güzaf bile değildir!..
Yok hükmündedir!.. Ayaklarımın altındadır!..