Fahri Sağlık

UMRE: ÖMRÜN İMARI (2)

Peygamberini “Adı güzel kendi güzel Muhammed” yahut, “Ya Muhammed canım arzular seni” diye seven ve özleyen bir milletin ahfadı Hacca veya Umre’ye gider de sevgili Peygamberinin manevi huzuruna çıkıp onu selamlamadan döner mi? Haz.Peygamber (s.a.v.), kabrinin ziyaret edilmesini tavsiye ve teşvik etmiştir: “ Kim kabrimi ziyaret ederse ona şefaatim vacip olur.”, “ Kim hac yapar da ölümümden sonra kabrimi ziyaret ederse, beni hayatımda ziyaret etmiş gibi olur.” hadis-i şeriflerin muhatabı olmak için umreye giden vatandaşlarımız mutlaka Medine-i Münevvere’yi ziyaret ederler. Bilindiği gibi ülkemizde düzenlenen hac ve umre organizasyonlarında kafilelerin güzergahlarında Medine-i Münevvere ziyareti mutlaka yer alır. Bizim umre kafilemiz de program doğrultusunda önce Medine-i Münevvere’ye uçtu. Medine Havalimanı’nın yeni hizmete giren peronundan hiç bekletilmeden giriş yaparak bizi karşılayan Diyanet İşleri Başkanlığımız görevlileri nezaretinde servis otobüslerimize bindik. Tekbir, tehlil ve salât-ü selamlarla otelimize doğru yol almaya başladık. Mescid-i Nebevî’yi ve civarını görünce heyecandan salât-ü selam sesleri daha da arttı ve “ Ey Allah’ım! Bu, Peygamber’inin haremidir. Onu benim hakkımda cehennem ateşinden, azap ve kötü hesaptan korunmama vesilesi kıl!” diye dualar edildi. Mescid-i Nebevî’nin hemen karşısında bulunan otelimize yerleşir yerleşmez öğle namazı için Mescid-i Nebevî’ye gidip namazlarımızı kıldık. Namazdan sonra otelimizde toplanıp ilk ziyaretimizi gerçekleştirmek için maddi-manevi son hazırlıklarımızı yaptık. Otelimizin kapısından çıkıp yolun karşısına geçer geçmez Mescid-i Nebevî’nin avlusuna giriyorduk. Yeşil kubbe karşımızdaydı artık. Umre yapacak kardeşlerimizin ilk duaları genellikle şöyle idi: “ Ey Allah’ım! Peygamber’in Muhammed’e (s.a.v.) ve onun aile fertlerine salât ve selam et. Günahlarımı bağışla, bize rahmet ve ihsanının kapılarını aç. Yapacağımız Umre’yi yüce katında kabul eyle.”

Bayan İrşad ve Din Görevlilerimiz nezaretinde bayanları kendilerine tahsis edilen bölüme uğurladıktan sonra, beylerle beraber ben ve gruplar din görevlilerimiz  ilk ziyaretimizi yapmak için bâbu’s-selâm’a ( selamlama için ana giriş kapısı ) ağır ve sessiz adımlarla yürümeye başladık. Yüce Rabbimize bizlere bahşettiği bu büyük nimete karşı hamd ve şükretmek, sevgili peygamberimizin manevi huzurunda ona sevgi, saygı ve bağlılığımızı arz etmek üzere bâbu’s-selam dan içeriye girer girmez hepimiz  tarifi imkansız bir ruh haline büründük. Yüce Allah’ın: “ Ey İman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin.” ( el-Hucurat, 49/2 ) diye uyardığı makamdayız. O makamda ona sağlığında olduğu şekilde saygılı davranmak gerekirdi. Bizler de öyle yaptık. Bazı kardeşlerimizin yaptıkları yanlışları bizler  yapmadık. Makamda seslerimizi yükseltmedik. Kabrin demir parmaklıklarına fazla yaklaşmadık, duvarlarına el,yüz sürmedik.  Göğüslerimizi parmaklıklara yaslamadık. Kabirler etrafında tavaf etmedik. Kardeşlerimize rahatsızlık vermedik. Fotoğraf çekmedik/çektirmedik. Ziyaret süresince Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) sanki sağ olup hücre-i saadetinde istirahat etmekte olduğu düşüncesiyle âdâbına uygun olarak sevgi,saygı ve hürmetlerimizi arz ettik. Benzer duygu ve düşüncelerimizi Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer efendilerimize de ifade ettik ve hürmetle çıkış kapısından çıkarak şükür namazlarımızı kılmak üzere tekrar Mescid-i Nebevî’ye girdik. Sevgili Peygamberimizin manevi kokusunu doyasıya içlerimize çekerek ikindi namazına kadar Mescid-i Nebevî’nin o lâhûtî atmosferinde hayatımızın en mutlu anlarını yaşadık. Zira Mescid-i Nebevi’nin huzurlu ortamında alemlere rahmet olan Efendimizin (s.a.v.) manevi atmosferi mü’minleri hoş bir bahar serinliği gibi sarar. Bu manevi atmosfer, ruhen en kirli insanları bile arıtabilecek güçtedir. Ancak bunu hissedebilmek için kalbin ve gönlün bu atmosfere uygun hale getirilmesi gerekir. İkindi namazlarımızı kılıp otelimize döndüğümüzde hanımların yüz ifadeleri hayal kırıklıklarını haykırıyordu. Zira izdihamdan kendilerine sıra gelmediği için çok arzu ettikleri ziyareti gerçekleştirememişlerdi. Kendilerini teselli etmek oldukça zordu ama, yatsı namazından sonraki ziyarette muratlarına erebilecekleri bilgisi ile gözyaşlarını sile sile sükuna erdiler. Artık beş vakit namazı Mescid-i Nebevî’de kılma eylemi başlamıştı. Umre yapacak kardeşlerimiz Mescid-i Nebevî’de kılınacak bir vakit  namazın sevabının Mescid-i Haram dışındaki diğer mescitlerde kılınacak bin vakit namaza denk olduğunu çok iyi biliyorlardı. Yatsı namazından sonra hanımlar da ziyaretlerini beylerin gösterdikleri itina ile gerçekleştirdiler. Artık herkes çok mutlu idi. Erkenden kalkıp Mescid-i Nebevî içerisine girerek sabah namazını eda edebilme heyecanı sarmıştı her birini. Zamanı çok iyi değerlendirmek gerekiyordu, zira önümüzde üç günümüz vardı. Abdullah bin Ömer’in “Resulullah buralarda gezerdi, bu ağacın dibinde istirahat ederdi…” diyerek köşe bucak Medine sokaklarında dolaşıp adım adım Efendimizin izini sürmesi gibi kardeşlerim de Allah Rasulü’nün gezip dolaştığı her yeri görmek istiyorlardı. Kendilerine Başkanlığımızın tahsis edeceği otobüslerle Uhud Şehitliği, İki Kıbleli Mescid, Hendek Muharebesinin yapıldığı yer ile Kuba mescidine ziyaretler yapılacağı, ayrıca yürüyerek ziyaret edilmesi uygun görülen yerlere de kafile olarak  gidileceği bilgisi verilince mutlu oldular. Önce Mescid-i Nebevî’yi tanıttım kendilerine. Ecdadımızın yaptığı hizmetleri anlattım. Yeşil Kubb’yi Sultan II. Mahmut’un, Minber’i Sultan III.Murat’ın, engüzel mihrab’ı Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdıklarını hatırlattım. İkinci gün otobüslerle ziyaret mahallerine gittik. Türkiye’den gelen Umre kafilelerinin bölük bölük okçular tepesini tamamen kapladığını görünce yüce milletimizin ne kadar engin bir Allah (c.c.) ve Peygamber sevgisine sahip olduğuna şahit olduk. Üçüncü gün Gamame, Hz.Ebubekir, Hz.Ömer ve Hz.Ali mescitlerini ziyaret ettik. Baki’ Kabristanlığı’na gittik, orada defnedilmiş bulunan başta Hz.Osman, Peygamber Efendimizin bazı eşleri, çocukları, halaları, teyzeleri, amcası Hz.Abbas, torunu Hz. Hüseyin olmak üzere yaklaşık on bin müslümanın ruhlarına ithafen  Kur’an-ı kerim okuyup dua ettik. Cuma namazımızı Mescid-i Nebevî’de kıldık. Ravza-i Mutahhara’da imkan dahilinde namazlar kıldık. Artık kar beyazı ihramlara bürünüp “ Lebbeyk! Allahümme Lebbyk… Buyur Allah’ım buyur!..” deme zamanı gelmişti. Biz de öyle yaptık. “ Allah’ım! Umre yapmak istiyoruz. Onu bize kolaylaştır ve kabul buyur.” Diyerek Mekke-i Mükerreme’ye doğru yol almaya başladık. Umremizi tamamlayarak noksansız olarak sağ salim ülkemize döndük.

İlgili Makaleler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu