GündemKöşe Yazıları

YAŞAMDAN SATIRLAR

Çeşitli yazarların nasıl ve nerede yazdıklarına dair hoşuma giden minik bir alıntı yazıyı paylaşmak istiyorum sizlerle:

 

“Shelley, İtalya’da-Pisa’da yaşadığı günler erkenden kalkıyor; öğleye değin Goethe, Spinoza ya da Calderon okuyor, sonra da çam ormanına sığınarak bu dört dörtlük yalnızlıkta şiirler yazıyordu. Kimi zaman da ormana sabahtan damlıyor, öğle vaktinin gelip geçtiğini bile bilmiyordu. Bir gün bir dostu, karısının vahvahlanmasını görerek onu aramaya çıkmış ve şairimizi çamların altında, düşe dönük bir durumda bulmuştur. Yerde bir Eschyle, bir Shakespeare duruyordu. Dostu, onu ürkütmemek için ilkin kuru çam yapraklarını çatırdatır, sonra da ona seslenir. Shelley de nabzı atarak ve de yüzü kırışarak başını çevirir ve kısık bir sesle şu karşılığı verir:

“Giriniz.”

“Demek burası çalışma odanız.”

“Evet, bu ağaçlar da kitaplarım, insanın şiir yazarken dikkati dağılmamalı. Evde yalnız kalınamıyor. Bir kapı kapanması, bir ayak sesi, bir zil insanın kafasını yahnileştiriyor. Bütün imgeleri kaçırıyor.

“Ama burada da ırmağın, kuşların sesi var!”

“Olsun, ırmak zaman gibi akıp gidiyor. Doğa seslerine gelince, onlar da insanı iyisinden dinlendiriyor. Beni tedirgin eden sadece insanlar!” (Salah Birsel, Amerikalı Tolstoy, Bağlam Yayıncılık. 1988, İstanbul)

 

Köşe yazılarıma kimi zamanlar beğendiğim, not aldığım yazılarla giriş yapmayı pek severim. İnsanın inzivaya çekilmek istediği, kendi kendisiyle baş başa kalmayı arzuladığı, nefis muhasebesi yapmak istediği, yüreğiyle konuşmayı hayal ettiği özel zamanları olur bilirsiniz. Yalnızlık insana kafayı yedirir diye düşünenlere inat, toplumdan soyutlanmadan yapılan yalnızlık ise insan bünyesine ilaç gibidir. Nedense kalemi elime aldığımda hep kahve ve kitaplarla ilgili yazılar yazasım gelir de kendimi frenlemeye çalışırım. Kitaplarla dost olmak, bilgili insanlarla okuma saati yapmak, klasik müzikle mest olmak, mis kokulu Osmanlı kahvesi yahut Türk kahvesi ile sıcacık okuma saatimizi yudumlamak, bir kavanoz dolusu şekerlemeyi okuma saatlerimizde paylaşmak büyük bir keyiftir. Bilgimizi paylaşmak gerektiği gibi mutluluğumuzu da paylaşmamız gerektiğine inanıyorum.

 

 

Bir avuç çakıl taşının güzelliğinde toplanır huzur. Tabiata gebe kalan ormanın muştusu kuş seslerine bürünür de yağmur vaktinde tıpır tıpır karaya inmek ister. Okuma çılgınlığı, iç huzur her insana göre değişkendir. Duygularımız bile mevsime ve coğrafyaya göre değişiyor sonuçta. Taze çay kokusunun süt fındıkla buluşması, ıhlamur kokusunun hanımeli çiçeğine karışması, bülbülün sesinin kanaryayla el ele verişi en mutsuz insanı bile capcanlı kılar. Bazen kafamızın içinde yaşayan hayal kahramanları ete kemiğe bürünüp de beyaz perdeye aksetmek ister. Kaleme aldığımız yazılar ve neyi nerede söylediğimiz çok mühim iştir.

 

 

Deniz kenarında biriken taşların yakamoz görüntüsü, deniz feneri etrafında uçuşan ateş böcekleri üşüşür ansızın yüreğe. Sevdası dağlara kazınan gönül gibi çağlar her bir mısra. Bir nida, bir hıçkırık belirir karadan denize doğru. Maviye muhacir olan gözler yeşile hasret bakışların ensarıdır. Mavi açar yeşil kapanır doğa. İnsan ara sıra özel günlerini kurutmak ister kitap arasında, gülkurusu rengi günlerin tadını dilinin ucunda hissedebilmektir yaşam. Bir tutkudur hayat ve bir senaryodur yaşanmışlıklar.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu