Yerebatan sarnıcı geçmiş mimariye ışık tutuyor
Yüzlerce yıllık Bizans sarnıçları döneminin mimarisine ışık tutuyor
Yüzlerce yıllık Bizans sarnıçları döneminin mimarisine ışık tutuyor
İstanbul’daki tarihi sarnıçların “su deposu” işlevi zamanla ortadan kalkarken, bazılarında turistik ziyaretler ve kültürel etkinlikler yapılabiliyor
Arkeolog ve mimarlık tarihçisi Dr. Kerim
Altuğ:
“İstanbul’da bilinen sarnıçların sayısı 200’ü buluyor olsa da
bunların tümü günümüze ulaşabilmiş ya da pratikte ziyaret
edilebilir durumda yapılar değil. Bir kısmı geçmişte yok oldu ama
kayıtlara geçtiği için varlıklarından haberdarız”
Köklü geçmişe sahip İstanbul’da, Bizans döneminde 4.
yüzyılda yapılmaya başlanan sarnıçlar, dönemin mimari anlayışını
yansıtmasının yanı sıra kentin tarihi dokusunda önemli yer
tutuyor.
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, tatlı su kaynakları
bakımından yetersiz olan tarihi kentin bu ihtiyacının giderilmesi
amacıyla 2. yüzyılda, Roma İmparatorluğu döneminde İmparator
Hadrianus tarafından Belgrad Ormanları civarından kente su
ileten hat tasarlandı.
O dönemde “Byzantion” adını taşıyan kentin, 11 Mayıs 330’da
imparatorluğun Doğu’daki başkenti ilan edilmesinin ardından,
İmparator Büyük Konstantinus döneminde yoğun imar faaliyeti
başlatıldı. İdare merkezi olması nedeniyle konutların yanı sıra
saray ve kamusal yapıların inşa edildiği kente, bu sayede yoğun göç
hareketi de oldu.
İmparatorluğun en uzun su yolu
Kentin nüfusunun hızla artmasıyla, su konusundaki eksiklik yeniden
gündeme geldi. Bu durumu çözmek için 4. yüzyılda, İmparator Valens
döneminde, Trakya tarafındaki kaynaklardan İstanbul’un şehir
merkezine su ileten uzun bir isale hattı inşa edildi. Hat 373
yılında, İmparator I. Theodosius döneminde bugünkü Kırklareli
yakınlarına kadar uzatıldı. Yıllar içinde inşa edilen bu su hattı,
imparatorluğun tüm yayılım alanlarındaki en uzun su yolu oldu.
Bu yolla kente iletilen suların depolanması için şehirde yer
altında ve yer üstünde olmak üzere iki tip sarnıç inşa edildi.
Kente taşınan su, ihtiyaç üzerine yapılan irili ufaklı çok sayıda
sarnıçta depolanmaya başlandı.
Binlercesinden yaklaşık 200’ü bugüne ulaştı
Tarihi yarımadada, döneminde sayıları binleri bulan yer altı
sarnıçları zaman içerisinde işlevini kaybederken, bugün yaklaşık
200 civarında sarnıcın yeri tespit edildi. Bölgede “çukurbostan”
olarak adlandırılan açık hava sarnıçları Aetios, Aspar ve Hagios
Mokios da keşfedilenler arasında yer aldı.
Bizans döneminden bugüne ulaşan en fazla sayıda yapılardan olan bu
sarnıçlar, dönemin kent dokusunun ve inşaat teknolojisinin
anlaşılmasında önemli yer tutuyor.
Elverişli olanlar, Osmanlı döneminde de su için kullanılırken,
işlevini yitirenler ise depo olarak değerlendirildi.
“Sarnıç mimarisinde suyun basıncına karşı ilave direnç
oluşturuldu”
Arkeolog ve mimarlık tarihçisi Dr. Kerim Altuğ, AA muhabirine,
sarnıç mimarisinde suyun basıncına karşı ilave direnç oluşturmak
için pahlı köşe tasarımının kullanıldığını anlattı.
Altuğ, güçlü yapılar olan sarnıçların, depoladıkları tonlarca suyun
yapacağı basınca direnç ortaya koyabilmenin yanı sıra dönemlerinde
üzerlerinde yer alan kayda değer ölçülerdeki binaları taşıyabilecek
şekilde inşa edildiğini bildirdi.
Sarnıçların taşıyıcılarının mermer ya da granit sütunlardan
yapıldığını, Roma İmparatorluğu’nda ağırlıkla kagir ayaklar
görüldüğünü belirten Altuğ, “Ancak belki de İstanbul’da has bir
tasarım olarak mermer taşıyıcılar görüyoruz. Bu taşıyıcılar
birbirlerine demir kenetlerle ve sütun başlıkları hizasında gergi
kirişleriyle bağlı. Bu sayede olası bir depreme karşı yapıya
esneklik kazandırılmış.” ifadelerini kullandı.
Engebeli arazi üzerine kurulu kentte, sarnıçların mimari açıdan
önemli yer tuttuğunu dile getiren Aytuğ, “Bir yapı inşa
edecekseniz, meyilli arazide inşaat yapacaksanız, bir teras teşkil
edecek altyapı kurgulama ihtiyacınız da var. Bu altyapılar aynı
zamanda su depolayabilme fonksiyonunu taşıyan mekanlar olarak
tasarlanıyordu ağırlıklı şekilde.” diye konuştu.
“Çukurbostanlar görülüp incelenebilir”
Altuğ, bugüne ulaşan sarnıçlarla ilgili şu bilgileri aktardı:
“İstanbul’da bilinen sarnıçların sayısı 200’ü buluyor olsa da
bunların tümü günümüze ulaşabilmiş ya da pratikte ziyaret
edilebilir durumda olan yapılar değil. Bir kısmı geçmişte yok oldu
ama kayıtlara geçtiği için varlıklarından haberdarız. Bir kısmıysa
çeşitli yapıların, binaların, iş hanlarının altında kapalı
vaziyette duran, dolayısıyla kolaylıkla ziyaret edilemeyecek
konumda yapılar.”
Tarihi yarımadanın batısında üç büyük açık sarnıç bulunduğunu
belirten Altuğ, “çukurbostan” olarak adlandırılan bu yapıların
kolaylıkla görülüp incelenebildiğini söyledi.
Fildamı, Yerebatan, Şerefiye ve Gülhane Parkı
sarnıçları
Zeytinburnu’nda da “Fildamı” adlı açık sarnıç bulunduğunu anlatan
Altuğ, kapalı sarnıçların en etkileyici olanının Yerebatan, diğer
adıyla Bazilika Sarnıcı olduğunu, buranın da Şerefiye Sarnıcı gibi
restorasyon sonrasında halkın ziyaretine açıldığını kaydetti.
Gülhane Parkı Sarnıcı’nın da yakın zamanda restore edildiğini
belirten Altuğ, buranın kültür sanat etkinlikleri için
kullanıldığını ifade etti.
Altuğ, Sultanahmet’teki Binbirdirek Sarnıcı’nın da Bizans döneminin
görülebilen önemli sarnıçlarından olduğunu ve Yerebatan’dan sonraki
ikinci büyük sarnıç olarak öne çıktığını sözlerine ekledi.
Lojistik deposunda çıkan yangının büyüklüğü gün ağarınca havadan görüntülendi