GündemKöşe Yazıları

Ziyan Olan Kültürel Zenginliklerimiz

Ziyan Olan Kültürel Zenginliklerimiz

 

Bir sürü medeniyete ev sahipliği yapmış olan yurdum Anadolu toprakları, verimli olduğu kadar kültürel miras zenginliğine de sahip. Her bir bölgesinde, antik çağdan itibaren insanlık tarihinin ayak izleri var neredeyse. Her kültürel gezimde her doğa yürüyüşümde onları yakından görmek farklı bir mutluluk ve heyecan veriyor bana. Film sahnesi gibi hayal ediyorum zihnimde ve sanki o zamanlarda yaşamışım hissine kapılıyorum, kendi dünyamda. Sonra da anlatıyorum gezi yazılarımda, aynı hissi taşıyanlar için.

Bu hafta Küçükkuyu Ayvacık’ta bulunan ve Mıhlı Çayı’nın üzerini süsleyen Başdeğirmen Köprüsü idi hedefimiz. Yine gün henüz ağarmışken başladık Altınoluk eski köyün içinden yürüyüşümüze. Dik mi dik ve dar sokakların üzerinde yan yana sıralanmış tarihi evleri, konakları seyrederek vardık köyün kahvesine. Hava o kadar soğuktu ki kısacık mesafede buz tuttu adeta yüzümüz, ellerimiz. Hem belki içimizi ısıtır hem de köye bir katkımız olur diye çaylarımızı yudumladık köyün meydanındaki Atatürk heykelinin yanı başında.

Tepelere doğru tırmandıkça Ege Denizi’nin üstüne vuran güneşin ışıltısı aldı bizi bizden körfezin muhteşem manzarası eşliğinde. Ormanın derinliklerine doğru yürüdükçe baharı müjdeledi toprak ana, kucağında yeşeren rengârenk çiçekleri ile. En çok da Anemon çiçekleri fark ettirdi kendilerini, moru, pembesi, beyazı, lilası ve kırmızısıyla. Yunan Mitolojisinde, Afrodit’in ölümlü aşkı Adonis için akıttığı her bir damla gözyaşının toprağa karışmasından sonra, kırmızı Anemon çiçeklerinin yeşerdiği anlatılır.

İlk önce orman köyü sınıfında olan Doyran’dan geçtik asırlık zeytin ağaçlarını selamlayarak. Tam karşı yamaçta da Narlı Köyü göründü tüm şirinliği ile. Bölgede bulunan kanyonlarda oluşan hava sirkülasyonu, atmosferdeki oksijeni burada topluyormuş. Bu nedenle biz de nasibimizi aldık bu koridordan geçerken ve sanki buzhaneye girmişiz gibi titretti adeta. Zeytinyağı kalitesi ile meşhur olan Narlı Köyü’nü de ardımızda bıraktıktan sonra nihayet Roma döneminden kalma kemerli Başdeğirmen Köprüsüne vardık. Mıhlı Çayı’nın üzerinde gerdanlık gibi duruyordu, seyri doyumsuz. Hemen yanı başında da Rumlardan kalma bir değirmen vardı güzel mi güzel. Cazibesi, mistik görüntüsünden kaynaklanıyordu sanırım çünkü birçok film sahnesinde de kullanılmış burası.

Bu haftaki yürüyüş gözlemlerimi kısa tuttum çünkü her seferinde şahit olup da içimi cız ettiren ve kültürel miras adına, insanlık adına, ülkem adına hiç de hoş olmayan bir durumdan bahsetmek istiyorum. Dünya Kültürel Miras listesinde olan tarihi yapılar ve ören yerlerinin şanslılığı yanında, (kaldı ki oralarda da şahit olmuşluğum oldu zaman zaman) kaderine terk edilmiş olan güzelliklerin hoyratça kullanılması, her türlü atığın bırakılması, gelmişliklerini ispattan mıdır nedir üzerlerine tuhaf yazıların yazılması ve en şaşırtıcı olanı ise tuvalet olarak kullanılması karşısındaki kızgınlığımı anlatmak için kelime hazinem yetersiz kalıyor.

Ülkemi hiçbir zaman bir başka ülke ile kıyaslamadım lakin onların bu kültürel değerlere gösterdiği saygıyı da her zaman takdir etmiş ve gelişmişliğin göstergesi olarak düşünmüşümdür. Zira gittikçe ziyan olan kültürel zenginliklerimize kimin sahip çıkmasını bekliyoruz, bunu da anlamış değilim bu arada. Konum itibarı ile tarihi ile coğrafyası ile birçok özelliği içinde barındıran yurdumun sınırlarının nasıl çizildiğini düşününce, bu vurdumduymazlığın haksızlık olduğunu düşünüyorum, hem kendi adımıza hem de gelecek nesiller adına. Gezmek, görmek, yaşamak ve hissetmek güzel de, bir de bu hafızada iz bırakan çirkinlikler olmasa, çok daha mutlu olacağım kendi adıma.

“Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı, Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı…” mısraları ise, bunca serzenişimin özeti gibi geldi bana ve alıntı yapmadan geçemedim. “Farkındalık” sağlayacak olma ümidi ile sevgiler…

Demet TOK

Şair/Yazar         

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu