GündemKöşe Yazıları

9 Durak Ve 9 Deneyim

9 Durak Ve 9 Deneyim

 

Ege’nin incileri saymakla bitmez, bitmesin de zaten. Gün ile sınırlı ziyaretler yapsak da insana yaşam enerjisi kazandırdığına inanıyorum, gezip görüp, farklı kültürleri deneyimlemenin. Yol arkadaşım ve ben sabahın ilk ışıkları ile birlikte bize “günaydın” diyen güzel İzmir’in Bornova İlçesinde, özel hazırlanmış olduğu her halinden belli olan mükellef bir kahvaltı ile güne başladık. Kahvaltı sonunda ikram edilen kahveler ise memnuniyetimizin tamamlayıcısı oldu. Tam anlamı ile kaliteyi yansıtan, (lezzet, sunum, karşılama, hizmet) Hisarönü Çaycısı ekibine on üzerinden on puan verip, Çeşme Belediyesinin “9 Durak 9 Deneyim Gezisi” olarak başlattığı etkinliği deneyimlemek üzere Çeşme’ye doğru yola çıktık ve niyetimiz Alaçatı’da kamp yapmak olduğu için, önce Germiyan Köyü’nden başlamayı tercih ettik gezimize.

Çeşme’nin tek Türkmen köyü olan Germiyan, küçük bir meydan ve yan yana sıralanmış tarihi evlerin bulunduğu dar sokaklara sahip. Dikkatimizi çeken ilk şey ise renk renk çiçek resimleri ile süslenmiş beyaz badanalı evler oldu. Duvarları, köyde yaşayan ve doğal bir yeteneğe sahip olan Nuran Hanım renklendiriyormuş. Bu köy aynı zamanda Türkiye’nin Slow Food olarak ilan edilen ilk köyü ve bu kimliği ile köyde üretilen her şey tamamen doğal. Biz de midemizi sevindirmek için satın aldığımız lezzetli ürünlerin tadına bakarken bir taraftan da sevimli dar sokakları dolaşarak gözlerimizi şenlendirdik. Hele Nokokira Hamarat Hanımın eski otantik eşyalarla dekore ettiği evi yok mu, gerçekten görülmeye değerdi. Elbette sıcakkanlı, güler yüzlü ve misafirperver Germiyan halkını da çok sevdiğimizi belirtmeliyim.

Bu civarlarda dolaşırken hep merak edip bir türlü göremediğim, Erythrai Antik Kenti’ne varana kadar heyecandan bayılacaktım neredeyse. Sanki özlenen sevgiliye kavuşacakmışım gibi. Beni oraya çeken şeyi sonradan fark ettim, meğerse antik kentin adı kırmızı anlamına gelen Erythros’dan geliyormuş. Ildırı Köyü sınırları içinde bulunan antik kent, Tunç Çağı’ndan beri insanlığın yaşadığı zengin bir tarihe sahip ve günümüzde birkaç dizi film için plato olarak kullanılmış. Çok belirgin olmasa da antik tiyatroyu, Athena Tapınağını, Heroon Anıt Mezarını ve yerleşim yerlerinin kalıntılarını görmek mümkün yine de. Hava kararmadan çadırlarımızı kurmak istediğimiz için gün batımına kalamadık ve özellikle ünlü filozof Homer’in “güneşin en güzel battığı yer” olarak nitelendirdiği şahane manzarayı da göremedik elbette. Hatta gün batımı ve toprağının da kızıl olması nedeniyle Kızıl Kent olarak da anılıyormuş burası. Girişi ücretsiz olan antik kentin ziyaretçileri de genelde akşama doğru geliyormuş gün batımını izlemek için. Sakin, huzurlu bir yer olan Ildırı, balıkçı köyü olmasının hakkını da veriyor, zengin deniz mahsulü çeşitliliği ile. Ayrıca zeytin ve limon ağaçları ile tarihi taş Rum evlerinin yanında duvarları beyaz badanalı, kapı ve pervazları maviye boyanmış evleri ile doğal bir güzelliğe sahip. Eğer reçel seviyorsanız cennetine düştünüz diyebilirim ve ilk defa tattığım enginar reçelini tatmanızı da önerebilirim.

Kendine has bir güzelliği olan Alaçatı’yı her gidişimde farklı bir yönü ile sevmişimdir. Arnavut kaldırımlı taş sokakları, konsept butikleri, hareketli gece hayatı, plajları, rüzgar değirmenleri, taş butik otelleri, Ege lezzetlerini sunan restoranları ile turistlerin, uygun koşulları nedeniyle de her mevsim sörf tutkunlarının akınına uğrayan bir yer haline geldi yaklaşık yirmi yıldan beri. Ancak eski doğal dokusunun bozulmaya yüz tuttuğunu söyleyebilirim. Neyse fazla oyalanmadan yiyecek-içecek temini yaptıktan sonra doğruca Windsurf Akademi’nin hemen yanı başına çadırlarımızı kurduk, elbette izinli olarak. İki gün boyunca muhteşem bir kamp deneyimi yaşadık, akademinin imkânlarından faydalandığımız için. Böyle çadır kampına can kurban, adeta beş yıldızlı otel desem abartmamış olurum herhalde. Bu arada Çeşme Belediyesinin 9 Durak 9 Deneyim Projesinin bir parçası olan Alaçatı Ot Festivalinin yapıldığı pazar yerine de uğradık. Ege’nin çeşitli otları, otlardan yapılmış ürünler, yöresel yemekler ve el sanatları ile mesire alanı gibiydi ortalık. En çok rağbet gören ise enginardı ve günün şampiyonu oldu. Bir de rengârenk çiçekler ile yapılmış taçlar, bütün hanımların saçlarını süslüyordu. Biz de kusur kalmadık.

Kamp malzemelerimizi toparlayıp, denizin içinde kaynayan termal suları ve yaklaşık iki kilometre olduğu söylenen beyaz ince taneli kumsalı ile ünlü Ilıca’ya gittik sabahın erken saatinde. Halk plajındaki büfeden kumrularımızı alıp, mavi suların seyrinde kahvaltımızı yaptık. Hazır buraya gelmişken, termal çamuru ile dillere destan Şifne’yi de görelim dedik. Efsaneye göre Erythrai Kralı’nın kızı burada bulunan şifalı çamurla iyileşmiş. Küçük bir yer olmasına rağmen bir sürü salaş balık restoranı vardı deniz kenarında. Meğerse Cunda, Foça balık restoranları gibi bir hayli meşhurmuş buradakiler de.

Ve nihayet Çeşme’ye vardığımızda güneş ışınlarının pırıltısında davetkâr görünen Ege’nin sularına atlamamak için kendimizi zor zapt ettik. Çeşme adını, kaynak sularının bolluğu nedeniyle yaptırılan ve bir zamanlar sayılarının yüze ulaştığı söylenen çeşmelerinden almış. Lakin toplum olarak bizim tarihi dokuyu koruma kültürümüz geç geliştiğinden ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi bu eserlerin de çoğu zamanla ne yazık ki tarihe gömülmüş. Hemen karşımızda 6 kulesi 3 hendeği ve tüm heybetiyle, 1508 yılında II. Beyazıt tarafından yaptırılan Çeşme Kalesi duruyordu. Kalenin içinde bulunan Arkeoloji Müzesinde, 1964 yılından beri devam eden Ildırı, Erythrai Antik Kenti’nde yapılan kazılarından elde edilen eserler sergileniyor. Kalenin hemen yanında ise, hayatı tamamen cephede başarılarla geçmiş ve evcilleştirdiği bir aslanla dolaşması ile de ünlü Büyük Türk Komutanı Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa’nın heykeli bulunuyor. Kale ile ilgili gezimizi tamamladıktan sonra Çeşme’nin meşhur sakızlı dondurmasını, limandaki tekneleri çekiştirirken yedik afiyetle. Daha sonra çarşı gezisine çıktık ve yine Çeşme’nin meşhur damla sakızlı kurabiyesinden ve kahvesinden aldık. Ayrıca yol üzerinde bulunan tarihi birkaç çeşmeyi ve freskleriyle göz alıcı olan, özel günlerde Sakız Adası’ndan gelen Rum’ların ayin yaptığı Ayios Haralambos Kilisesi’ni de görmüş olduk.

Her ne kadar zamanımızın kısıtlı olması nedeniyle 9 durağı tamamlayamasak da, tarihi dokusunu korumaya çalışan ve Reisdere Antik Yerleşim alanının bulunduğu Reisdere Köyü’nü,  yumuşak rüzgârlı tepelerinde bulunan üzüm bağları ile ünlü, şarapçılığın yanı sıra meyve suyu, zeytinyağı, lavanta, üzüm çekirdeği ticareti yapan tarım cenneti Ovacık Köyü’nü, 11.Yüzyıl Türk yerleşmelerine ait örneklerin bulunduğu Dalyanköy’ü ve plajlarında Kitesurf yapılan, Pırlanta Plajı ile ünlü, deniz ve böcek ürünleri ile tanınmış Çiftlikköy’ü not defterimize yazıp Çeşme’ye veda ettik.

Son olarak öğrendiğim bir bilgiyi de aktarmak istiyorum Çeşme’nin susuzluk nedeniyle terk edilmiş köylerine dair. Germiyan Köyü’ne yakın olan, Karaköy, bir zamanlar lale yetiştirilen ve bir Türk köyü olan Laleköy, Zeytincik Köyü ile Çeşme ilçesinin ilk kurulduğu yer olan Çeşmeköy, düşman akınları ile verimli toprakların zarar görmesi sonucu terk edilmiş. Eski bir Rum köyü olan Alaşar Köyü’nde ise Rum’ların bölgeyi terk etmesinden sonra yerleşim olmamış. Kim bilir yıllardır işlenmemiş olan bu topraklarda belki bir gün susuz tarım yapılabilir ve yeniden hayat bulurlar.

Demet TOK

Şair/Yazar

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu