Aşk Yüreğimde Mahpus Bir İnci Tanesi
Aşk Yüreğimde Mahpus Bir İnci Tanesi
Yüreğime düşen ateş
Bedenimde sırılsıklam gömlek
Her bir hücremi titreten delişmen rüzgâr
Başlangıcın sonunda bir yerlerde
Zihnim suskun yüreğim doludizgin
Ve mavilerinde kayboldum istençle
Ah şu gönül söz dinlemez bir asi oldu
Devinip durur vuslat diye diye
Lal olmuş dilim kaçsa da ikrardan
Aşk yüreğimde mahpus bir inci tanesi
***
Birbirine tutulan iki yüreğin öyküsü etkiledi bu defa da beni derinden. İki kocaman yürek sevdalanmış birbirine lakin birbirlerinden habersiz geçip gitmiş onca yıl öylece. Nice zaman sonra öğrenmişler duygularının karşılıklı olduğunu. “Neden” diye soracak oldum, eğdi başını sevenin sevdalısı ve yarı hüzün yarı pişmanlıkla daldı gitti uzaklara bir müddet. Belli ki yüreği hala yangın yeriydi, ilk günkü harında.
“Gelseydik bir araya, diner miydi bu kalp sızım? Belki de yüreğimde yaşattığımı kaybetmekten korktum ve itiraf edemedim bir türlü, kim bilir. Bu öyle bir aşktı ki, varlığını bilmek bile her doğan güne coşkuyla bağlıyordu beni. Sanki aşkı yüreğimde mahpus bir inci tanesi gibiydi. Onu düşündüğümde çarpan yüreğimin, çocukça sevincini anlatamam” dedi ışıldayan gözlerinin derinliklerinde beliren hicran yarası ile.
Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin efsanelerinden bilirdim böyle aşkları. Gerçek olanını hem de sahibinden dinlemek, anlatımı tarifsiz bir duyguymuş. Bir taraftan aşkın yüceliği yüreğini büyütürken insanın, bir taraftan da hicranı hüzün veriyor elbette. Aşk bu muydu yoksa? Koşulsuz sevmek miydi?
Duygu selinden bir an kurtulup, “bunca zaman yüreğindeki aşkla baş başa geçip gitmiş yılların. Sayılı ömürde her bir gün değerliyken, ziyan olmuş bir hayat değil mi seninkisi?” dedim, kendi aşk anlayışıma sığınarak. Öyle ya hayat paylaşınca güzel, hele de sevdiğinle paylaşınca daha da güzel değil mi? İnsan sevdiğini yanında istemez mi? Sesini duymak, sarılmak istemez mi? Sevincini onunla çoğaltmak, üzüntüsünü onun varlığıyla avutmak istemez mi?
Her ne kadar duygulansam da, böyle için için yaşanan bir aşkın beşeri olmadığı aşikârdı elbette. Yüreğinde mahpus kalan inci tanesi, onu ilahi aşka âşık etmişti anlaşılan. Zira aşk efsanelerinde de adı geçen kişilerin, beşeri aşktan ilahi aşka yönelişleri tasavvufi bir şekilde anlatılır. Sonunda vuslat olmasa da aşkın her iki şeklinin de, hem psikolojik hem de fizyolojik açıdan insan sağlığına faydalı olması ve her ne kadar önemsenmese de insanın duygularını keşfetmesini sağlaması muhteşem bir deneyim. Öyle ya aşka dair onca güzel söz nasıl dile gelirdi, aşk olmasaydı eğer.
Demet TOK
Şair/Yazar