GündemKöşe Yazıları

Ateş Düştüğü Yeri Yakar

Ateş Düştüğü Yeri Yakar

Her gün bir sürü insan yaşamını kaybediyor ve çoğuna hiçbir şey hissetmeden seyirci oluyoruz sadece. Yaşamın doğası, doğarsın ve ölürsün. Her ne kadar bunu biliyor ve kabullenmiş olsak da sevgi bağlarımızın olduğu kişileri kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz yine de. “Ateş düştüğü yeri yakar” derler ya, hem de ne yangın. O an yaralı bir kuş gibi sığınacak bir dal ararsın lakin hiçbir yere sığamazsın. Öyle bir çaresizliktir ki, için için yakar kavurur yüreğini düşen ateş. Teselli nafile, zaten kulakların duysa da yüreğini soğutmaz o kelimeler.

Karanlık geceye döner günlerin de bir türlü sabah olmaz. Yarım kalan yaşanmışlıklar ve zamana sığdırılamamış yaşanacaklar, ertelenmiş sevgi sözcükleri ve dahası zihninde döner durur canın acırken. Bir saniye dilersin vedalaşmak için lakin imkânsızdır artık. En çok da bunlar acıtır insanı, sızım sızım sızlatır yüreğinde açılan yarayı.

Kalabalığın içinde yalnız hissetmeyi anlatan andır o an. Sanki bir rüyada gibi izlersin sadece olan biteni. Zaman, mekân, mana karmakarışık ve hissettiğin sadece derin bir sızıdan ibarettir. Sımsıkı sarılan iki kol ve ağlayabileceğin bir omuzdur belki aradığın sımsıcak ve samimi. Tesellisi yok elbette, zaman en iyi ilaç derler de küllenmez bir türlü yüreğinde yanan ateş.

Gerçeği hatırlatır aslında bize her ölüm. Malın, mülkün, şanın sadece dünyevi hırslara amaç, geride kalanın ise hoş seda ile anılmak olduğunu kavrarsın etrafında toplanmış insanlara boş boş bakarken. Sanki kendileri ölümsüzlermiş gibi dilden teselli ederler “üzülme, ilahi takdir” diye senin canın yanarken. Aslında herkesi bir korku sarar da kondurmaz hiç kimse kendine. Üzücü olan da üç gün sonra unutulması bu gerçek yaşam dersinin. Çünkü kültürel inancımız gereği “ilahi takdir” olarak kabul etmişiz. Kim bilir belki de o kadar acılar yaşamış bir toplum olarak duyarsızlaşmışızdır.

Rakamsal uzun gibi görünen lakin yaşamsal kısacık olan ömrümüzün sayılı günlerini nasıl da harcıyoruz hiç bitmeyecekmiş gibi. Sürekli almaya alışmış bir ego ile hiç düşünmeden vermeyi, kırılan kalpleri onarmayı, bir dilim ekmeği bölüşmeyi, çaresiz bir eli sımsıkı tutmayı kısaca manevi huzuru tatmadan geçen bir ömür nice yaşamlarda. Ta ki o acı son kapımızı çalana dek, o tarifsiz yangın yüreğimize düşene dek farkında bile olamıyoruz gerçek değerlerin.

Bir ömür yaşadıklarınızın her bir ayrıntısına hatta eyleme dönüşmemiş sadece zihninizden geçenler de dâhil olmak üzere seyirci olabilseydiniz eğer bir film izler gibi, o an kendi hakkınızda ne düşünürdünüz? İnsanlığa ve yaşama karşı bakış açınız değişir miydi? Neleri önemser ve nelere değer verirdiniz? Yoksa o zaman da sadece ateşin bir yere düşmesini mi beklerdiniz öz değerlendirmenizi yapmak için?

Sadece yüreğe düşen ateş anlarında değil de her insanın felsefesinde zaman zaman yaşamı sorgulama molaları olsaydı ve kendince bütünün hayrına çıkarımlarda bulunsaydı yaşamı güzel kılacak. Kim bilir belki de mükemmel kelimesi karşılığını bulurdu tüm dünya insanları için.

Demet TOK

Şair/Yazar

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu