GündemKöşe Yazıları

Çocukluk Çağı Travmaları

Çocukluk Çağı Travmaları

 

Ebeveynler tarafından çoğu zaman hafife alınan ve  “o daha çocuk anlamaz, aklı ermiyor zaten, büyüdüğünde hatırlamaz bile” diye düşünülen travmalar, bireyin ileriki yaşamlarına izlerini taşıyabiliyor. Özellikle beynin büyük gelişim gösterdiği 0-6 yaş aralığında yaşanan olaylar, yetişkin olduğunda da benzer olayların tekrarlaması sonucu kâbus gibi yapışabiliyor yakasına. Hatta birebir yaşanmamış ancak şahit olunmuş olaylar da aynı etkiyi yaratabiliyor. Kökenine inildiğin de ise, unutulmuş, bastırılmış, zihnin karanlık kapıları ardına itilmiş olaylar çıkıyor gün yüzüne. Yaşandığı an itibari ile engellenebilmesi imkânsız olan travmalara ebeveynlerin hassasiyet gösterip müdahale etmesi ise çocuğun bu izleri geleceğine taşımasında olasılığın düşmesini sağlıyor.

Yapılan araştırmalar sonucunda, çocuklukta yaşanan travmaların bazı sağlık problemlerine yol açtığı ya da problemleri tetiklediği istatistiksel olarak kanıtlanmış. Astım, koroner kalp rahatsızlığı, depresyon, diyabet ve inme gibi problemler çocukluk çağı travmalarından dolayı ortaya çıkabilecek riskli hastalıklardanmış. Bu nedenle çocukların fiziksel ihtiyaçlarının yanında ruhsal ihtiyaçlarının da bilinçli olarak karşılanması, onların gelecekte yaşayacakları bu gibi olayları yönetebilmelerinde yardımcı olabilir.

Şöyle geçmişe uzandığımızda hemen hemen herkesin zihninde yer eden olumsuz bir anısı vardır sanırım, unutulmuş olsalar da. Ne zaman ki benzeş bir olay meydana gelir işte o zaman ne olduğunu anlayamadığımız rahatsız edici duygular baş gösterir. Stres, korku, mutsuzluk, kalp çarpıntısı, terleme hatta atağa dönüşen panikler gibi. Yakın zamanda yaşadığım gereksiz bir korku neticesinde “ben bu duyguyu ne zaman kazandım” diye sordum kendime ve zihnimde oluşan resim beni çocukluk yıllarıma götürdü, bu güne kadar unuttum sandığım.

Konser sonrası çok değerli koro şefimizin, “birkaç ders solfej çalışacağız” demesi üzerine adeta ürperdiğimi hissettim, nedenini o an anlayamadığım. Bir sonraki haftaya kadar çalışmamız için verdiği eseri çalışırken fark ettim ki zihinsel bir isyanım var. Ne kadar zorladıysam da bir türlü başaramadım hem de ezberime güvenen ben. “Altı üstü beş aralık üzerindeki ölçü değerleri, ne var ki bunda bu kadar zorlanacak” diye ikna çabalarım ise sonuç vermedi ne yazık ki. Hafta sonu yaklaştıkça artan paniğimi bir görseniz sanki sözlü sınava tabi tutulacağım. Amatörce olan uğraşım için neden bu kadar strese girdiğime anlam veremeyen arkadaşlarım “e bırak gitme o zaman” demeye başladılar. Lakin hayatımdaki önemliler arasında bulunan ve keyifle katıldığım çalışmaları, sırf nota okuyamıyorum diye bırakmak, mücadele ruhlu bana yakışmazdı elbette.

Cuma gecesi, önce zihnime yer etmiş olan o çocukluk anımla yüzleştim. İlkokul birinci sınıftayım, okulun kütüphanesinde hafta sonları mandolin kursu var, benim de heves edip katıldığım. Öğretmen tahtaya yazdığı notaları çalmamızı istiyor lakin hepimiz çok küçüğüz ve anlamaya çalışıyoruz. Sıra bana gelene kadar, notayı çalamayanların kafasına inen cetvelden nasıl korkmuşsam artık, tir tir titremeye başlıyorum. Elimde mandolinim, karşımda nota yazılı kara tahta ve yanımda dikilen öğretmen üçlüsünün girdabı içinde ağlamaya başlıyorum birden. Hem çalama hem de ağla olacak iş mi hiç? Kafama inen cetvelden sonra da korkudan vücudumu terk eden sıvı, yer ile buluşuyor elbette. İkiye katlanan utancımla ve eve gittiğim de anneme anlattığım bu durum karşısında “madem maymun iştahlılık yapacaktın niye aldırdın bu çalgıyı” diye çıkışması üzerine, müzik hayatım başladığı gibi bitiyor bu kötü anıyla.

Şimdi ise durum farklıydı ve ben artık çocuk değildim zira yüzleşmek de beni bir hayli rahatlatmış oldu. Cumartesi sabah evden çıkmadan önce son bir kez bakmak istedim sevgili notalara ve şaşkınlık içinde okuyabiliyor olduğumu görünce, inanamadım kendime. Demek ki başarısızlığımızı cetvel ile cezalandıran o öğretmeni, önemsizleştirip çöpe atmıştı zihnim. O andan itibaren ne stres ne de korkudan eser kalmadı bende. Çalışmaya gider gitmez ilk iş, günlerdir cebelleştiğim durumu anlattım hocama o da gülümseyerek “Demet’cim neden üzdün bu kadar kendini? Herkes nota okuyacak diye bir kural yok ki, hem ben de şaşırıyorum bazen. Sen derslere devam et ve bu işi zaman bırak” dedi tüm sevecenliği ile.

Demet TOK

Şair/Yazar

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu