GündemKöşe Yazıları

Doğudan Batıya Antalya (2)

Doğudan Batıya Antalya (2)

 

Üç saatlik uyku sonrasında daha ilk günün yorgunluğunu üzerimden atamamışken üstüne bir de çeşitli yöresel ürünlerle bezenmiş kahvaltı sofrasından kalkmak hiç içimden gelmedi aslında. Hatta bir müddet  “Manavgat’ta mı kalsam? Bu gezi çok yorucu” diye söylenmeye başlamıştım ki kültürel miraslara olan tutkum izin vermedi vaz geçmeme ve kahvaltı sonrası birlikte düştük ören yerlerinin yollarına. Manavgat’ta ilk yerleşimlerin M.Ö. 200 ile 150 yılları arasında yapıldığı düşünülüyormuş. Bölgenin en ünlü liman kentlerinden olan ilçe, doğal güzellikleri ve tarihi yapıları ile her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret ediliyor. Bu durum ülke turizmi açısından sevindirici elbette lakin ören yerlerini daha çok yabancı turistlerin ziyaret ediyor olması da bir o kadar düşündürücü. Manavgat’ta gezilecek tarihi yerler arasında öne çıkanlar ise genellikle antik kentler ve Roma Dönemi’nden kalan yapılar.

Gezimize sabahın erken saatinde yine büyük bir heyecanla Side Antik Kenti’nden başladık. Her gittiğimde seyrine doyamadığım eşsiz bir deniz manzarasına sahip olan Side Antik Kenti, antik dönemde Pamfilya’nın en önemli liman kentiymiş. Tüm heybetleri ile günümüze kadar ulaşan birçok tarihî eseri ile de göz kamaştırıcı. Şehir surları, şehir kapısı, Nymphaeum, su yolu, sütunlu caddeler, evler, Ticaret Agorası, yaklaşık on yedi bin kişilik kapasiteye sahip Antik Tiyatro, restore edilerek müzeye dönüştürülen Agora Hamamı, Vespasian Çeşmesi, Anıtsal Kapı, Zafer Takı, Dionysos Tapınağı, bazilika ve liman hamamı ile hepsi ayrı güzellikte olan eserlerin bulunduğu antik kentin taş yollarında gezerken adeta antik çağlara gittiğinizi hissedebilirsiniz. Güney Bazilikası, Büyük Hamam, Devlet Agorası, Vaftizhane, Piskoposluk Sarayı ve Bazilikası, Philippus Attius Suru ile adını mitolojide güneşin, sanatın, ateşin ve şiirin tanrısı olan Apollon’dan alan, korint başlıklı sütunları ile Apollon ve Athena Tapınağı da görülmeye değer eserler arasında. Ancak tapınağın yanında bulunan özel alandaki tesisin bar olarak hizmete sunulması haberine bir hayli üzüldük. Kazı çalışması yapan uzmanlara göre yüksek ses ve ışıklar, antik kent için son derece zarar verici olabilirmiş. Ticaret ve liman kenti olarak tanınan Side Antik Kenti kalıntıları üzerinde 20. Yüzyıl başlarında Giritli göçmenler tarafından Selimiye Köyü kurulmuş ve burada sakin bir yaşam sürdürüyorlar.

Selge Antik Kenti’ne giderken görmeden geçmeyelim dediğimiz şirin bir antik dönem köprüsü olan ve antik dönemde Eurymedon Köprüsü olarak anılan Oluk Köprü, iki taş yamaç üzerine yapılmış. M.S. 2. Yüzyıla tarihlenen köprünün manzarası gerçekten görülmeye değer. Manavgat’ta bulunan en eski antik kentler arasında yer alan Selge, M.Ö. 547 yılında inşa edilmiş. Geniş bir vadi üzerinde bulunan antik kent üzerinde Persler, Lidyalılar ve Romalılar uzun süre yaşamışlar. Antik kent içerisinde gezilebilecek yapılar arasında şehir surları, akropolis ve en dikkat çekici olan Roma Tiyatrosu bulunuyor. Devasa görünüşüyle ziyaretçileri kendine hayran bırakan tiyatro, kent içerisinde günümüze az kayıpla ulaşan tarihi yapılar arasında. Rakımı 900 metreyi bulan Etenna Antik Kenti’nin çevresindeki surlar da çok az hasarla günümüze kadar ulaşanlar arasında. Etrafında bolca kaya mezarlar görebileceğiniz antik kentteki ilk yerleşimlerin ne zaman yapıldığına dair net bir bilgi yokmuş. Çevresinde Bizans Dönemi’nden kalan birçok yapıyı da görebileceğiniz kent içerisinde agora, kilise, bazilika ve sarnıçlar bulunuyor. Bir yamaç üzerine kurulu olan antik kent, manzara eşliğinde doğa yürüyüşleri için de bir hayli uygun görünüyordu.

Seleukeia Antik Kenti olarak da bilinen Lyrbe Antik Kenti, M.Ö. 3. yüzyılda inşa edilmiş. Liman şehri olarak kullanılmış olan kent çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda, klasik çağa ait birçok yapı gün yüzüne çıkarılmış. Özellikle Helenistik, Roma ve Bizans Dönemi’ne ait yapıları içeren antik kent içerisinde gezebileceğiniz şehir surları, agora, tapınak, kilise, mezar ve sarnıçlar bulunuyor. Manavgat sınırları içinde bulunan ören yerlerinin genelde daha belirgin olmaları, hem sevindiriciydi hem de daha iyi korunuyor olduklarını düşündürdü bana. İlk günkü programın yoğunluğundan bitap düşen bedenim ve oradan oraya geçişlerin sıklığından dönen başım, bugünkü programın daha hafif olması nedeniyle kendimi toparlamamı sağladı ve gezinin devamı için umut verici oldu. Bu arada böyle bir gezi için, nisan, mayıs ya da eylül, ekim aylarının tercih edilmesinin en doğru karar olacağını hatta mayıs ayının bile zaman zaman bunaltıcı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bu yoğun tempoya bir de havanın sıcaklığı eklendiğinde uzun yürüyüş bölümleri çekilmez hale gelebiliyor.

Manavgat’tan Serik’e geçerken son olarak Manavgat’ın önemli su kaynaklarından ve Köprüçay’ın üzerine kurulmuş olan Aspendos Köprüsü’nü ziyaret ettik. Bölge halkı tarafından Köprüpazar Köprüsü olarak bilinen tarihi Aspendos Köprüsü, Roma Dönemi’nde yapılmış ve 13. Yüzyılda Selçuklular Dönemi’nde restore edilmiş. Bu nedenle Roma Dönemi’nin baskın özelliklerini taşımakla birlikte Selçuklu mimarisinin izlerini de görmek mümkün burada. En son 1920 yılında tekrar restore edilmiş olan köprü, altından geçen su kaynağı ile birlikte güzel bir görselliğe sahip. Ülkemi diğer ülkelerle kıyaslamayı pek sevmesem de, tarihi dokulara bakış açıları ve sahip çıkmaları nedeniyle, onları takdir ettiğimi de söylemeliyim. Elbette kazı ve koruma çalışmalarının büyük bütçeli işler olduğunu hatta tescillenmeleri için bir hayli bürokratik süreç gerektiğini biliyorum lakin yine de birçoğunun sahipsiz kalması üzüyor beni.

Demet TOK

Şair/Yazar

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu