GündemKöşe Yazıları

Pergamon’dan Âşıklar Şelalesi’ne

Pergamon’dan Âşıklar Şelalesi’ne

 

Alman mühendis Carl Human’ın 1874 yılında Heroon’la Yukarı Agora arasındaki sahada yaptığı yol açımı çalışmaları esnasında, ünlü Zeus Sunağına ait parçaların ortaya çıkması ile 1878 yılından itibaren başlamış kazı çalışmaları Bergama Antik Kenti’nde ve ortaya çıkan belgelerin ışığında da uygarlık tarihinin izleri sürülmeye başlanmış. Antik çağlardan beri bir sürü medeniyetin ev sahibi olan Bergama, M.Ö. 283’de Philotairos tarafından kurulan Pergamon Krallığı’na da başkent olmuş. Kent, II. Eunames döneminde en geniş sınırlarına ulaşmış ve en parlak dönemini yaşamış. Son kral III. Attalos, kendinden sonra gelen varisi olmayınca kenti, vasiyetle Roma İmparatorluğu’na bırakmış. Anadolu topraklarında yaşanmış tarihi bir sürecin içinde beslenen kültürlerin etkisi ile ilklerin de merkezi olmuş burası. En kapsamlı sağlık ve tedavi merkezi olan Asklepion’u, iki yüz bin kitap rulosunun muhafaza edildiği Pergamon Kütüphanesi, on bin seyirci kapasiteli antik çağın en dik tiyatrosu, yazılı kültürün en önemli parçası Parşömen’in icadı, kent mimarisi ve yasaları ile öncü olmuş uygarlığa. İncil’de yeri belirtilen ve erken dönemin ilk yedi kilisesinden biri olan Kızıl Avlu (Serapion Tapınağı) da burada bulunuyor. 2014 yılında 999. kültürel miras olarak Dünya Miras Listesine dâhil edilen Bergama Antik Kenti sınırları içinde bulunan, Zeus Sunağı,  Athena Tapınağı, Traian Tapınağı, Dionysos Tapınağı, Hera ve Demeter kutsal alanları, gymnasiumlar, Arsenaller, kral sarayları ve su kemerleri ise dönemin mimari ve sanat eserlerinden bazıları.

Henüz görme fırsatı olmayanlar için minik bir tanıtım yaptığım, Bergama Antik Kenti çağırdı bu hafta sonu da biz rampa yürüyüşçülerini. Sabahın erken saatinde, bir bölümü ilçe sınırlarımız içinde bulunan Kozak Yaylası’nın fıstığı ile meşhur çam ağaçlarının arasından geçerek vardık Bergama merkeze. İlk hedefimiz olan Akropol’e çıkmak için önce tarihi evlerin yan yana sıralandığı Kale Mahallesi’nden başladık yürüyüşümüze. Eğer yürümeyi sevmiyorsanız baraj yolunda bulunan teleferiği de kullanabilirsiniz ancak kalabalık bir aile için pek de ekonomik bulmadığımızı da belirteyim bu arada. Biz yürüyüşçülere ise kestirme yol yakışmayacağı için iki kilometrelik parkurun geri kalanını, dik yamacın taşlı, kayalı, dikenli yolunu tırmanarak tamamladık, sevimli keçilerle birlikte. Mağara Kutsal alanından giriş yaptığımız antik kentin bazı eserleri Carl Human aracılığı ile Almanya’ya götürüldüğü için şu anda Berlin Pergamon Müzesinde sergileniyorlar. Günümüzde bilgiye ulaşmak artık çok kolay olduğu için, mutlaka görülmesi gereken bu antik kente gitmeden önce ön araştırma yapmanızı öneririm, rehber hizmeti alsanız dahi. Çünkü yıllar sonra bu ikinci gidişimdi ve hiçbir şey değişmemiş gibiydi. O zaman da serzenişte bulunduğum yönlendirme levhaları yine yetersizdi hele de ilk defa gidecek olanlar için.  Bu arada Bergama’nın günümüz yerleşimi ve barajın mavi suları da kuş bakışı ile seyrettiğimiz diğer güzellikleriydi, antik kentin haricinde. Şehir merkezine geri döndüğümüzde ise son olarak Kızıl Avlu’yu ziyaret ettikten sonra gün batmadan çadırlarımızı kurmak için, Bademli mevkiinde bulunan Ilıca Koyu’na doğru yola çıktık.

Adını, denize karışan kaynak sularının varlığından alan koy, antik dönemlerden beri biliniyormuş ve kaynak yerleri havuz şeklinde düzenlenmiş o tarihlerde. Kamp yerimize vardığımızda, karşımızda adı ile müsemma Kalem Adası’nı, etrafımızdaki sihirli Zeytin Ağaçlarını ve Ege Denizi’nin mavi sularını görünce adeta cennete gelmiş gibi hissettim kendimi ve bir müddet seyre daldım içinde bulunduğum doğal güzelliği. Zira insan bakmaktan öte görmeye başlayınca yaşamın güzelliklerini, bunca zaman yaşayamadıklarını fark ediyor ve yakalama telaşına düşüyor ucundan da olsa kaçırdıklarını. Çarpar, böler, toplar, çıkarırsın günün özetini, eğer mutluluksa geriye kalan hesabın sonunda, işte o zaman dolu dolu yaşanmış olur geçen zaman. Biz de, muhteşem manzara eşliğinde yenen yemek ve ay ışığının altında gece yarısına kadar süren sohbetle harika bir günü güzel anılarla uğurlamış olduk. Bu arada iptidai bulduğum için bunca zaman pek hevesli olmadığım çadır kampını, bu kadar çok sevebileceğimi inanın tahmin etmezdim. Orada geçirdiğim zamanı ancak, huzur, keyif, mutluluk, coşku, heyecan gibi duygularla ifade edebilirim.

Temiz havada ve parlayan yıldızların altında geçirilen bir gecenin sabahında yine muhabbetle yapılan kahvaltı sonrası toparlanıp, Nebiler Köyü’nde bulunan ve efsaneye göre iki aşığın sırra kadem bastığı (Nebiler) Aşıklar Şelalesi’ne geldik. İçerisinde yemyeşil çınar ağaçları, düden ve küçük şelaleleri ile birlikte trekking parkurları ve bir de sulu mağarası bulunan yemyeşil bir cennet daha yurdumun sahip olduğu. Bir taraftan keyfini çıkarırken bulunduğum ortamların bir taraftan da hayıflanıyorum tarih ve coğrafya bilgimin kıtlığına.  Sadece not almak için ezber edilen o bilgilermiş meğerse insana ömür boyu eşlik eden en büyük hazine. Hele de gezip gördükten sonra daha iyi anlıyor insan. Yine de bunun farkına varmış olmamın da güzel bir kazanım olduğunu düşünüyorum.

Yürüyüş yolumuz üzerinde bulunan Ağlayan Mağara’ya girdik önce ve sessizce, çünkü orada yaşayan dostlarımızı rahatsız etmek hoş olmazdı. Sarkıtların görüntüsü adeta özenle yapılmış birer sanat eseri gibiydi. Üzerimize düşen damlalarla ve buzdan hallice suyun içinde yürüdük bir müddet, sonuna kadar gitmek için can atsak da, bir daha gelme sebebimiz olsun diye vazgeçtik. Sonra şelalenin gür sesi ile hızlanan adımlarımız, unutulması imkânsız bir doğal güzelliğin kucağına götürdü bizi. İşte o andan itibaren özgür ruhum da firari dolaştı bir başına ve not etti birer birer tüm yazacaklarımı. Kültür gezisi ile başlayan ve çadır kampı ile devam eden hafta sonu etkinliğimizi, Âşıklar Şelalesi’nde yudumladığımız kahvelerimizle istemeyerek de olsa sonlandırmış olduk böylece.

Demet TOK

Şair/Yazar

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu