GündemKöşe Yazıları

Saklı Bir Cennet “İsmailoluğu Şelalesi”

Saklı Bir Cennet “İsmailoluğu Şelalesi”

 

Yürürken keyif aldığım, yazarken bir kez daha yaşayıp mutlu olduğum doğa yürüyüşlerimin hepsi inanın birbiriyle yarışacak güzellikteler. Bu hafta da adeta doğanın kucağında saklanmış bir cennete gitmek için, sabahın erken vaktinde kuş sesleri ile çıktık yola. Kazdağı’nın eteklerine kurulmuş şirin mi şirin, bugünkü adı ile bilinen Çamlıbel Köyü’nden başladık yürüyüşümüze. Köye vardığımızda yağmur yüklü bulutların bereketi yağdı üzerimize lakin aldırış bile etmedik, dağlara olan tutkumuzdan. Köy halkı henüz uyanmamış olduğu için sessizce ayrılıp, huzuru bulduğumuz dağın tepelerine doğru başladık tırmanmaya. Köyün tarihi, Bizans dönemine kadar uzanıyor. Köy halkı, Osmanlı İmparatorluğu zamanında 1530 ile 1538 yılları arasında korsanların baskısı nedeniyle şimdiki yerine göç etmiş aslında. Bu göçün ani olması nedeniyle de evlerini alelacele tahtadan barakalar şeklinde yapmışlar ve bu yüzden köyün adına Tahtaköy denilmiş, 1972 yılına kadar. Daha sonra bu günkü adı olan Çamlıbel olarak değiştirilmiş.

Çamlıbel Köyü Milli mücadele ve Kurtuluş savaşlarında da cepheye oldukça fazla asker göndermiş. Köyün ekonomisi ise tarım ve hayvancılıktan oluşuyor ve civar köyler gibi burada da zeytin yetiştiriciliği yapılıyor. Sayı vermekle hata mı yapıyorum bilmiyorum lakin bu minik köyün sınırları içerisinde yüz binden fazla zeytin ağacının olduğu söyleniyor. Tepelere doğru, sağlı sollu çam ağaçları ile kaplı olan yol boyunca bir sürü kovan gördük ve bal üretimi yapan bir köylü ile ayaküstü sohbet ettik. Samimi, sıcak, doğal insanlar, selam vermeye gör hemen sohbeti kuruyorlar. Çam ve çiçek balı ürettiklerini ancak son artışlarla şeker fiyatlarının bellerini büktüğünü dile getirerek, “bundan gayri nasıl olur ne yaparız bilmem?” dedi üzgün üzgün. Biz de ona, arıcılığa büyük destek veren Balıkesir Büyük Şehir Belediyesi’nin bir gün önce duyurulan “Balıkesir Büyükşehir Belediyesi arıcılara ucuz şeker desteği vereceğini açıkladı” haberinin müjdesini verdik. Umarım her derde deva olan balın, üreticiliğine ve emekçi arılarına bir zeval gelmez.

Aklım Çamlıbel’de yüreğim yollarda yürüdüm bir müddet ve sonra hemen an’da kalmak için dikkatimi ormanın sunduğu zengin florasına ve Körfez’in eşsiz güzelliğine odakladım çünkü bu güzellikleri kaçırmak talihsizlik olurdu. Öğlene doğru güneşin cömertliği ve Tahtakuşlar Köyünün sırtlarında kulağımıza gelen şelalenin uğultusu ile ha gayret bir an önce attık kendimizi ağaçlar arasına saklanmış cennetin kucağına. İnerken biraz da biberiye ve kekik toplamayı ihmal etmedik çayımıza çeşni olsun diye. Şelale ile karşı karşıya geldiğim an zaman durdu sanki benim için. Her ne kadar üzücü bir hikâyesi olsa da, oluktan akan suyun şıkırtısı eşliğinde yeşilin tonlarına boyanmış bir tabloyu seyreder gibiydim. “Bundan daha güzel bir terapi olabilir mi?” diye sordum kendime “olmaz” dedi içimdeki çocuk, pür sevinçli çünkü. Hemen bir ateş yakıldı, menemen ile çayın soframızı şenlendirmesi için. Neşeli bir aileyi andıran hoş sohbetimizle, bizi ağırlayan şelaleye yarenlik ettik biz de geri kalan zamanımızdan çalarak.

Cennetten kim çıkmak ister ki, aynı hissiyatla toparlandık istemeyerek. Dik ve dar bir yoldan çıktık tepeye ve son bir kez resmetmek için hafızama bu doğal güzelliği, dönüp baktım ardıma. Az gittik uz gittik ve Körfez’in kuşbakışı seyri ile kucaklaştık zirvede. Ayrılmak ne mümkün, rehberimiz zaman ayarlaması yapmasa sanırım biz geceyi oralarda geçirmek zorunda kalırdık “lütfen biraz daha kalalım” yakarışımızla. Bu arada sinema ve tiyatronun usta oyuncusu Tuncel Kurtiz’in de yaşamak için neden bu diyarı seçtiğini anlamış olarak çam ağaçlarının altındaki mütevazı mezarını ziyaret ettik, saygı ve sevgilerimizle.

Bir sonraki durağımız olan Tahtakuşlar Köyü’ne varmak için inişe geçtik bu defa da, biz Rampacıların hiç sevmediği. Zira her çıkışın bir inişi olacak öyle değil mi? Önemli olan zirveyi hak etmiş olarak inmek aşağıya, dolu başak misali. Doğal güzelliklere sahip olan Tahtakuşlar Köyü, şaman adetleri ve törenlerinin yapıldığı, kimilerine göre Şaman kimilerine göre Alevi köyü. Tahtacı Türkmen’i olarak bilinen bu köyün ilk yerlileri, Fatih Sultan Mehmet’in gemi kerestesi biçtirmek için daveti üzerine buraya yerleşmişler. Fetih sonrasında da yöreyi terk etmeyip, Türkmen geleneklerini sürdüren köyler kurmuşlar bu bölgede. Kuşlara ve ağaçlara olan saygıları nedeniyle de köyün adını da Tahtakuşlar koymuşlar. Eğer yolunuz düşerse, Orta Asya’dan Türkiye ‘ye göç eden Türk boylarının ilginç ve özgün kültür varlıklarının, giyim ve ev eşyalarının, her türlü sanat yapıtlarının, yazmaların, kolyelerin, heybelerin, nazarlıkların ve daha bir sürü objenin sergilendiği bu şirin müzeyi görmenizi tavsiye ederim. Yine bu müzede,  yolunu şaşırarak karaya çıkan ve nefes alamadığı için boğularak ölen dev kaplumbağayı da görebilirsiniz.

Son olarak halk müziği sanatçımız Ali Ekber Çiçek’in mezarı başında verdiğimiz mola ile hem onun türkülerini seslendirdik hem köy hakkındaki bilgilerimizi paylaşarak sohbet ettik hem de Körfez’in üzerine vuran güneşin ışıltısını seyrettik doya doya. Günün sonunda yirmi iki kilometrelik bir yürüyüşün ve şahit olduğumuz güzelliklerin bitmiş olmasının hüznü ile veda ettik Tahtakuşlar Köyü’ne.

 

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Biliyorum diye okumamazlık etmedim, kalemine sağlık; yeniden yaşadım, atladıklarımı farkettim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu