UMRE: ÖMRÜN İMARI...
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Öğrenci, Öğretmen ve Veliler için yarıyıl tatilinde düzenlediği Umre Kafilesine Başkanlıkça beş din görevlisi arkadaşımla...
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Öğrenci, Öğretmen ve Veliler için
yarıyıl tatilinde düzenlediği Umre Kafilesine Başkanlıkça beş din
görevlisi arkadaşımla birlikte görevlendirildik. On bir gün süren
yolculuğumuzda kafilemiz Balıkesir Merkez, Bandırma, Edremit (
Akçay ağırlıklı ) ve bir grupta Çanakkale İlimizden olmak üzere
dört grup toplam 162 kişiden oluştu. Kafilemizde Edremit Müftülüğü
Kur’an Kursu Öğreticisi Sıddıka Yaşar Hanımefendinin organize
ettiği dokuz otistik engelli gencimiz de aile efradı ile birlikte
yer aldılar. Bu gençlerimizi umre ile ödüllendiren başta Edremit
Müftülüğümüz ile hayırseverlerimize gönülden teşekkür ederim.
Ayrıca kafilemize renk ve anlam katan Bandırma İmam-Hatip Ortaokulu
öğrenci ve öğretmenlerine de özel olarak teşekkür ediyorum.
Umre, kutsal ziyâretin adıdır. İhrama girilerek başlanır. İhram
erkeklerin üzerlerindeki dünyalık her şeyi çıkararak giydikleri iki
parça beyaz peştemalden ibaret değildir elbette. İhram;
Üzerimizdekileri çıkarttığımız gibi kalbimiz ve beynimizdeki
İslam’a aykırı ne kadar duygu ve düşünce varsa hepsini sıyırıp
atmaktır. İhramla umrecilerimiz tedavi sürecini başlatmış oldular.
Niyet ile arınmaya, paklanmaya, Rabbimiz nezdinde misk gibi kokan
bir mü’min olmaya azmettiler. Niyetten sonra telbiye getirdiler.
Telbiye; “ Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk, Lebbeyke la şerike leke
Lebbeyk. İnne’l-hamde ve’nni’mete leke vel mülk. La şerike leke
lek” demektir. Anlamı; “ Rabbim davetine sözüm ve özümle tekrar
tekrar icabet ettim, emrine uydum.Buyur Allah’ım. Rabbim senin
davetine icabet boynumun borcudur. Senin eşin ve ortağın yoktur.
Rabbim, bütün varlığımla sana yöneldim. Hamd senin, nimet senin,
mülk de senindir. Bütün bunlarda eşin ve ortağın yoktur.”
Umrecilerimiz bu telbiye ile ezelde Rabbimize verdikleri misaka
sadık olduklarını ikrar ettiler. Kainatta ne varsa hepsinin gerçek
sahibinin yüce Allah olduğunu, sahip oldukları her şeyi ( mal,
mülk, makam, şan, şöhret…vb ) kendilerine ihsan edenin Rabbimiz
olduğunu dile getirdiler.
Beden ve ruh yolculuğu başlamıştır artık. Maddeden manaya yönelen
saflık ve temizlik yolculuğu. En ulvi yöneliş gerçekleşmiştir.
Kâbeye ve O’nun sahibine yakın olma heyecanı sardı umrecilerimizi.
Kabe aslında onlara uzak değildi zaten, ama birde dünya gözüyle
görmek vardı Beytullah’ı. Nihayet telbiyeler, tekbirler, tehliller
eşliğinde tıpkı namazda imiş gibi ayak parmaklarının ucuna baka
baka girdiler Mescid-i Harama. Din görevlileri sık sık uyarıyordu
kendilerini “sakın göz ucuyla bakıvereyim demeyin” diye. Sonunda
vakit geldi. Grup hocası kaldırın başlarınızı dedi. Yıllardır özlem
duydukları, rüyalarında gördükleri “Beytullah” karşılarındaydı. En
önemli dualarını yaptılar kabul olması ümidiyle. Kâbe Allah’a
ibâdet etmek üzere inşa edilen mabettir. Beytullah (Allah’ın evi)
dir. Kabe’ye saygı, onun sâhibi olan Allah’a saygı demektir. Gönül
ehli “Ev sâhibi evden daha kıymetlidir.” derler. Allah’ın iki evi
vardır; biri Kabe, diğeri kalp. İlki kadar ikincisine de özen
göstermek gerekir. Gönül yıkmak Kabe’ye saygısızlıkla eşdeğerde
tutulmuştur.
Kâbe’yi sollarına alarak, kalpleri ile Kâbe’yi birleştirerek güneş
etrafında dönen gezegenler gibi tavafa başladılar. Ehl-i küfre
karşı biz güçlüyüz, kuvvetliyiz, işte pazularımız görün der gibi
sağ omuz ve kollarını açık bırakarak dualar eşliğinde tavaflarını
yedi şavtla tamamladılar. Son şavt’ta iyice yaklaştılar Kabe’ye. El
sürdüler, yüz sürdüler göz yaşları içerisinde o lahuti kokuyu
içlerine çekerek. Makam-ı İbrahim’e yakından baktılar İbrahim ve
İsmail aleyhisselam’ı yad edilerek. İki rekat tavaf namazı kılındı
gönül huzuruyla. “ Allahım! Senden faydalı ilim, bol rızık ve her
türlü dert ve hastalıktan şifa diliyorum” diyerek zemzemler içildi
kaynağından kana kana. Ve istikamet Sa’y yapmak için Safa tepesi.
Safa-Merve arasını yedi kez gidip geldiler Hazreti Hacer misali.
Ömürlerinin de her daim iki tepe arasında koşuşturmaktan ibaret
olduğunu hatırlayarak iki yeşil direk arasında koştular.
Sabah-akşam evden işe, işten eve koşuşturdukları gibi. Niçin
koşuyorlardı? Ne arıyorlardı? Hacer’in imtihanı oğluna su
bulabilmekti. Ya bizim imtihanımız ne idi? İmtihan konularımızı
düşündüler derin derin. Bu imtihanı başarabilmek için ne
yapmaları/yapmamaları gerektiğini beyinlerine yazmaya çalıştılar.
Gelecek hafta “Medine” yi yazacağım sizlere. Allah’a emanet
olunuz.
Fahri SAĞLIK
Karesi Müftüsü