Diksiyon Diye Bir Şey Varmış, Cidden mi?
Diksiyon… İlk duyduğumda “Bir hastalık mı bu?” demiştim. Hani sanki cildiyeden randevu alırken “Diksiyonum kabardı, kaşınıyor,” diyeceğim türden bir şey. Meğer konuşmanın kendisiymiş, hem de düzgün olanı. Yanlış anlaşılmasın, düzgün konuşmak demek akademik cümleler kurmak değil. "Yani şöyle demek istiyorum..." diyip beş dakika dolanıp, “Neyse ya, anladın sen,” diyerek konuyu kapatmanın tam tersi.
Diksiyon Diye Bir Şey Varmış, Cidden mi?
Diksiyon… İlk duyduğumda “Bir hastalık mı bu?” demiştim. Hani sanki cildiyeden randevu alırken “Diksiyonum kabardı, kaşınıyor,” diyeceğim türden bir şey. Meğer konuşmanın kendisiymiş, hem de düzgün olanı. Yanlış anlaşılmasın, düzgün konuşmak demek akademik cümleler kurmak değil. "Yani şöyle demek istiyorum..." diyip beş dakika dolanıp, “Neyse ya, anladın sen,” diyerek konuyu kapatmanın tam tersi.
Peki, bunun eğitimi mi olurmuş? Olurmuş, hem de nasıl olurmuş! Öyle YouTube’dan iki video izleyip “Ben artık Radyo Spikeriyim” moduna geçmekle olmuyor. Gerçi bazıları kendi kendine öğreniyor; ama bu iş biraz da tıraş olmak gibi: Ayna lazım, bıçak lazım, sabun lazım, bir de suratına dürüstçe bakacak cesaret lazım.
Şimdi bir de diyorlar ki, “Eskiden diksiyon mu vardı?” Vardı canım, vardı. Köy kahvesinde çay söylerken “Bir çay getir be gardaş,” demekle, “Bize iki çay getir lütfen,” demek arasında dağlar kadar fark yok mu? Vardır. O da diksiyon işte. Diksiyon sadece ses tonu değil, aynı zamanda hitabet, jest, mimik, hatta zaman zaman susma sanatı. Yani diksiyon dediğin, lafı hem doğru söylemek hem de doğru zamanda susabilmek sanatı.
Peki kimin ihtiyacı var buna? Öğretmenin, doktorun, avukatın, siyasetçinin… Hatta sokakta simit satan amcanın bile! Bir simit düşün, yanında "Günaydın, buyurun, afiyet olsun!" cümlesiyle geliyor. Simit bile ısırmadan doyuruyor insanı. Ya ev hanımı? Çocuğuna “Odanı topla!” demekle “Canım, hadi birlikte odanı toparlayalım,” demek arasında Volkan Konak’tan Müslüm Gürses’e geçmek gibi bir etki farkı yok mu? Var.
Çocuklar? Onlar zaten diksiyonun en dürüst haliyle doğuyor. Ama sonra biz onları “Konuşma, sus, büyüklerin lafına karışma,” diye diye sustura sustura heceletiyoruz. Sonra büyüyünce “Niye topluluk önünde konuşamıyor?” diye şaşırıyoruz. E hani bu eğitim okullarda veriliyordu? Veriliyordu, evet ama teneffüs arası, iki ziller arasında “r” harfini yuvarlamaktan öteye geçmeyince, çocuk da “r” leri söyleyip kendini ifade edemez hale geliyor.
Diksiyon kaç yaşında alınmalı? Hemen. Hatta doğduğun gibi. Yoksa geç mi kaldın? Hayır! Diksiyon eğitimi almanın yaşı yok. 7 yaş da olur, 70 de. Dili dönen herkes için umut vardır. Ama unutma: Dili döndürmek yetmez, lafı çevirmemek de gerekir.
Sonuç? Diksiyon bir ihtiyaç değil, bir meziyet de değil. Diksiyon, kendini ifade etmenin hakkı. Öyle sahneye çıkacak tiyatrocuya, spikere, milletvekiline değil; pazarda limon satan teyzeye de, okulda tahtaya çıkan çocuğa da, iş görüşmesinde “kendini anlat” cümlesiyle yüzleşen gençlere de lazım.
Bir gün biri karşına çıkıp “Nasılsın?” dediğinde, sadece “İyiyim” deyip geçiyorsan, bir düşün derim. Belki de anlatacak çok şeyin var ama sadece diksiyonun yoktur.