Sınırlarımız Nerede Başlar, Nerede Biter?
Bazen bir kriz, insanın gerçekte kim olduğunu gösteren aynadır.
Sınırlarımız Nerede Başlar, Nerede Biter?
Bazen bir kriz, insanın gerçekte kim olduğunu gösteren aynadır. Bildiğimiz dünya sarsıldığında, konfor alanlarımız birer birer elimizden alındığında, elimizde kalan tek şey, kararlarımızdır. İşte tam da bu yüzden, zor zamanlar yalnızca bir felaket değil; aynı zamanda bir sınavdır. Ahlaki pusulamızın çalışıp çalışmadığı, en karanlık anlarda belli olur.
Bugün, içinde yaşadığımız çağda da benzer sınavlar karşımızda duruyor. Bazen bir savaş, bazen bir doğal afet, bazen de görünmeyen düşmanlar: salgınlar, iklim krizi, yabancılaşma… Bu tehditlerin her biri, insanlığın neye dönüşeceğini belirliyor. Bu noktada tek bir soru var: Hayatta kalmak mı, insan kalmak mı?
Hayatta kalmak, her zaman yeterli değil. Çünkü bazen yaşamakla sürüklenmek arasında büyük bir fark vardır. Modern insan, artık yalnızca nefes almayı yeterli sayıyor. Oysa asıl mesele, nefes alırken nefes verebilmektir. Yardım etmek, paylaşmak, anlamaya çalışmak… Bunlardır bizi biz yapan.
İnsanlar ikiye ayrılır: Kendi güvenliği için başkalarının korkularını önemsemeyenler ve zor durumda dahi birbirini gözetenler. Bugün sokakta yürürken, trafikte beklerken, bir hastanede sıra alırken ya da sosyal medyada bir yorum okurken bile bu ayrımı görebiliriz. Kimileri en küçük fırsatta diğerini ezmeye çalışır; kimileri ise bir adım geri çekilip, "Sen iyi misin?" diye sormayı unutmaz.
Peki ya biz? Biz hangi taraftayız? Sadece kendi çıkarlarımızı korumaya odaklı mıyız, yoksa başkalarının da bizim kadar yaşama hakkı olduğunu hatırlayacak kadar insan mıyız?
İnsanlık tarihi boyunca çatışmalar yaşandı. Fakat tarihin her döneminde barışı inşa edenler, silaha sarılanlardan çok, söze sarılanlar oldu. Gerçek düşman, çoğu zaman dışarıda değil, içimizdedir. Korkularımız, önyargılarımız, bencilliğimiz… Asıl savaş, bu duvarları yıkabilme cesaretini gösterenlerle başlar.
Günümüzde herkes bir "taraf" arıyor. Oysa bazen doğru taraf, kimsenin görmediği yerdedir: Sessizce komşusunun kapısını çalan, yardım elini uzatan, tanımadığı birinin gözyaşını silen insanların yanında… Çünkü insanlık, sadece savaşanlarla değil, merhameti unutmayanlarla da ayakta kalır.
Teknoloji ilerledikçe, bağlantılar arttıkça, aslında birbirimizden daha çok uzaklaştık. Göz göze gelmekten, aynı masada oturmaktan, kalpten bir "Nasılsın?" demekten çekinir olduk. Ve biz birbirimizi unutmaya başladıkça, başkaları bu boşluğu doldurmaya başladı: şiddet, yabancılaşma, güvensizlik…
İşte bu yüzden bir seçim yapma zamanı geldi: Birbirimize duvar mı öreceğiz, köprü mü kuracağız? Daha çok mu korkacağız, yoksa biraz cesaretle birbirimize mi yaklaşacağız? Bilmeliyiz ki güvenlik duvarlarının ardında yaşamak, gerçek bir hayat sunmaz. Çünkü insan, ancak insanla tamamlanır.
Bugün hâlâ umut var. Hâlâ dürüst kalabilenler, hâlâ yardıma koşanlar, hâlâ adaleti arayanlar var. Hâlâ "ben" yerine "biz" diyebilenler var. Ve belki de yeni bir başlangıç, tam da buradan doğacak: İnsanın yeniden insana döndüğü, ellerin yeniden birleştiği, gözlerin yeniden konuştuğu bir yerden…
Dünya bir savaş alanı olabilir, ama biz o savaşta insanlığımızı koruyarak yürümeyi seçebiliriz. Çünkü bazen en büyük zafer, hayatta kalmak değil… İnsan kalabilmektir.