GündemKöşe Yazıları

Doğudan Batıya Antalya (5)

Doğudan Batıya Antalya (5)

 

Sabah, akşamdan kalma sohbetimiz eşliğinde kahvaltımızı yaptıktan sonra Kemer’e doğru yola çıktık ve ilk durağımız İdyros Antik Kenti oldu. Henüz tam olarak gün yüzüne çıkmamış olan kent, Ayışığı Koyu’nun yakınında bulunuyor. 1976 yılında başlayan ve hala devam eden kazı çalışmalarında, Bizans duvar kalıntıları, üç kapı sövesi ve apsisi andıran bir duvar ile kilise kalıntıları bulunmuş. Zeminde kullanılan yoğun geometrik motiflerin işçiliği hala muhteşem güzellikte görünüyor. Kemer’in en önemli tarihi eserlerinin başında gelen benim de çok sevdiğim Phaselis Antik Kenti, uzun yıllar Likya’nın doğu kıyısının en önemli limanı olmuş. Kentte, Kuzey Limanı, Savaş Limanı ve Güney Limanı olmak üzere üç liman bulunuyor. Kentin ortasında geniş bir cadde ve Hadrian Kapısı var. Caddenin iki yanında ise gezinti yolları ve dükkânlar bulunuyormuş vakti zamanında. Ayrıca hamamlar, agora ve tiyatro gibi yapılar da mevcut. “Bırakın ben burada yaşamıma devam edeyim” dediğim denizle iç içe olan antik kentin durgun sularında ve de antik kent seyri ile yüzmenin keyfinin ise muhteşem olduğunu da söyleyebilirim.

Yine önemli bir liman kenti olan Olympos Antik Kenti’ne, orman ve turistik pansiyonların bulunduğu alandan geçerek ulaştık. Kazı çalışmaları devam eden antik kentte, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntıların çoğu orman içinde ve üzerleri çalılarla örtülü durumda. Dağınık bir görüntüye sahip olan antik kentin en önemli kalıntısı, Kaptan Eudomus’un lahitiymiş. Lahit üzerinde bulunan şiirsel yazıtta adı geçen kaptanın, gemisinin şekli de kabartma olarak işlenmiş lahit üzerine. Aslında anlatılacak o kadar bilgi var ki yazsam kitap olacak, bu nedenle özet geçiyorum kim bilir belki gitmeyenleriniz gider, gidenleriniz de bir daha gider diye. Rodosluların kenti olarak bilinen Rhodiapolis Antik Kenti’nde restorasyon çalışmaları devam ediyor ancak yeni eklentilerin, orijinal doku ile uyumsuzluğu hemen dikkat çeken bir durum. Deprem bölgesi olan antik kent bir hayli harap olmuş. Kısmen onarılmış olan tiyatronun arka kısmında dönemin zengin ve hayırsever adamı olan Opramas’ın anıt mezarı bulunuyor. Antik kentin günümüze ulaşan kalıntılarını, tiyatro, hamam, agora/stoa, sebasteion, tapınaklar, kilise, çok sayıda su sarnıcı, kenotaph, nekropoller ve konutlar oluşturuyor. Bu arada Olympos Plajı da ayrı bir cennet bahçesi ve bu kadar güzelliğe sahip yurdum toprakları, bilinçli tutumu fazlasıyla hak ediyor.

Buraya kadar gelmişken mutlaka görülmesi gereken bir doğa harikası olan Yanartaş’a, özellikle hava karardıktan sonra çıkmak görsellik açısından daha uygun bir zaman. Sonsuz ateş olarak anılan ve yaklaşık bir kilometre tırmanışla bozuk bir yoldan çıkılan Yanartaş,’da kayaların üzerindeki deliklerden çıkan ve sürekli yanan alevleri ve yapılan çeşitli ritüelleri izlemek bir hayli keyifli. Biz daha önce gördüğümüz ve programda da olmadığı için çıkmadık. Ancak antik çağda mitoslara konu olan ve alevlerle mistik bir hal alan Yanartaş’a çıktığımda bir hayli etkilendiğim için kısa bir not düşmek istedim yine de, görmeyenler için. Biz de bunun yerine, dünyanın en uzun ikinci, Avrupa’nın ise en uzun Teleferiği olan Olimpos Teleferik ile Tahtalı Dağı’nın zirvesinden 360 derece panoromik bir görüntü ile olağan üstü bir deneyim yaşadık. Burada yamaç paraşütü, doğa yürüyüşleri yapabilir, bisiklet turlarına katılabilirsiniz. Ayrıca her ne kadar benzetim olsa da kendim için aşırı heyecanlı bulduğum ve deneme cesaretinde bulunamadığım Bungee-Catapult’u deneyimleyebilirsiniz. Burada görülmesi gereken bir başka güzellik de, en önemli tarih öncesi çağlarına ait izler taşıyan ve arkeolojik sit alanı olan, içerisinden paleolitik, metolitik ve neolitik çağlara ait buluntuların çıkarıldığı Beldibi Mağarası. Buraya yıllar önce geldiğimde, yapılan ritüele ayak uydurup mağara girişine kadar yanaşan tekneden bozuk para atmış ve dilekte bulunmuştum, gezilerim bol olsun diye.

Finike’ye geçmeden önce son ziyaretimizi, tepe üzerinde bulunan ve ismi nedeniyle Rodoslular tarafından kurulduğu düşünülen Rhodiapolis Antik Kenti’ne yaptık. Antik kentin, bulunduğu yerin muhteşemliğine yakışmayan harap bir görüntüsü vardı. Kentte bilinen en erken kalıntılar, Klasik çağ kaya mezarlarıymış. Likya dilindeki yazıtlı kaya mezarı ve Helenistik kule dışında çoğu tahrip olmuş ve Bizans Dönemi yapıları çoğunluktaymış. Tiyatro, hamam, agora/stoa, sebasteion, tapınaklar, kilise, çok sayıda su sarnıcı, kenotaph, nekropoller ve özel kişilere ait olduğu düşünülen konutlar, kentten günümüze ulaşabilen kalıntılar arasında. İstanbul’dan kaçmak için yer aradığımda aklımın hep bir köşesinde olan ancak her düşündüğümde hava sıcaklığı nedeniyle vaz geçtiğim güzel Finike’ye yeniden gelmenin mutluluğunu yaşadım bir müddet, sahilde çayımı yudumlarken. Kısa bir molanın ardından Limyra Antik Kenti’ne geçtik. Phaselis gibi deniz ile iç içe ve sur kalıntıları ile kısmen çevrili olan antik kentin üst kısmına doğru tırmanırken, antik tiyatroyu, Xatabura Anıt Mezarını, yamaç evleri, kaya mezarlarını, akropolü, akropol kilisesini ve Perikle Heronu’nu görebilirsiniz. Alt kısımda ise, İmparator Augustus’un manevi oğlu Gaius Caesar’ın anıt mezarı vardı. Birçok kaynak suyunun bulunduğu ören yerindeki sütunlu caddenin tam ortasından da bir dere geçiyor. Yaz aylarında yöre halkı burayı yüzme ve piknik alanı olarak kullanıyormuş. Ören yerlerinin hepsini seviyorum ancak deniz kenarında olanları biraz daha fazla seviyorum sanırım.

Kazı, bakım ve temizlik çalışmaları devam eden Arykanda Antik Kenti kat kat teraslar üzerine kurulmuş. Adı, Likya dilinde “Ary-ka-wanda” yani “yüksek kayalığın yanındaki yer” anlamına geliyormuş ve filolojik açıdan yerli Anadolu dilini yansıttığı için buranın en eski şehirlerinden birisi olduğu düşünülüyormuş. Eğer buraya yolunuz düşmüşse, yapılaşma olmadığı için henüz doğallığı bozulmamış olan, Caretta Carettaların ve Akdeniz Foklarının barındığı, eşsiz güzellikteki Anderea Doria Koyu’nu da mutlaka görmelisiniz. Finike merkezde bulunan ve halk arasında İncirli Mağarası olarak bilinen Suluin Mağarası da görülebilecek doğa harikası bir yer ve Asya’daki ağzı en geniş mağaralar arasında birinci sırada. Burada 122 metreye kadar dalış yapan araştırmacıların geri dönememesi nedeniyle, mağara içinde dalışlar yasaklanmış. Günün programını bitirmiş ve bir hayli yorulmuş olarak Demre’de kalacağımız pansiyona doğru yola çıktık. Yol boyunca, dalış yapan mağaracıların hüzünlü sonu aklımdan çıkmadı bir türlü, arkadaşlarımın yaptığı şakalara rağmen. Mağara araştırmacısı bir bilim insanının annesi olduğum için fazlasıyla etkilendim sanırım. Sonra birden aklıma Nazım Hikmet’in sözleri geldi. “Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”

Demet TOK

Şair/Yazar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu