GündemKöşe Yazıları

Doğudan Batıya Antalya (7)

Doğudan Batıya Antalya (7)

 

Son ziyaretlerimizi yapacağımız Kalkan’da gece dolaşmaya çıktığımızda, kendimiz için ödül olacağını düşündüğümüz gece eğlencesine katılmayı uygun gördük ve tüm yorgunluğumuzu, müzik eşliğinde yine yorularak atmaya çalıştık ilk gecemizde. Sabah uyandığımızda ise tüm kaslarımızın rahatlamış olduğunu hissettik, sanki onca yolu biz kat etmemişiz gibi. Kaldığımız otelin terasında, Akdeniz’in durgun sularını seyrederek yaptığımız kahvaltı sonrası, Xanthos Antik Kenti’ne gitmek için yola çıktık. Xanthos Nehri (Eşen Çayı) kenarında bulunan ovaya hâkim iki tepe üzerinde kurulmuş olan kentin ilki, kayalık şeklinde yükselen surlarla çevrili Likya Akropolü, biraz daha yüksek ve geniş olan ikincisi ise Roma Akropolü imiş. Likya’nın başkentliğini de yapmış olan Xanthos, Likya Uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi nedeniyle UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine alınmış. Xanthos’u ilk defa 1838 yılında arkeolog Charles Fellows keşfetmiş ve bütün rölyefleri, büyük mimari parçaları sökerek, Patara‘ya yanaşan bir savaş gemisiyle Londra’ya taşımış. Hatta Tlos, Telmissos Myra, Olympos, Patara gibi birçok yerden topladığı tarihi eserler, British Museum’un Likya salonunda sergileniyormuş. Korunması, sergilenmesi güzel de “çalmak” nedir? Hele de tarihin izlerini ait olmadığı bir yere taşımak. Biz ülkece çalmak nedir bilmediğimiz için, yadırgıyoruz haliyle bu tür şeyleri.

Her ne kadar bu durumlara üzülsek de elimizden bir şey gelmediği için, henüz yerlerindeyken olabildiğince görmek lazım diyerek Muğla sınırındaki birkaç antik kenti de ekledik hemen programımıza. Kalkan’da dinlenmek için ayırdığımız birkaç günü de yine gezerek değerlendirmek, sevindirici ortak kararımız oldu ve önce Tlos Antik Kenti’ne gittik. Likya tipi kaya mezarlarının bulunduğu kent, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınmış ve bölgede yapılan kazı çalışmaları sonucunda, geçmişinin Neolitik Çağ’a kadar uzandığı anlaşılmış. Kentin akropol ’ünde Likya Dönemi’ne ait bir sur, Likya dilinde yazıtlı mezarlar, Roma Dönemi surları, stadyum, hamam, büyük bir Bizans kilisesi ve agora kalıntıları dikkat çeken eserlerdi. Ayrıca oturma yerleri sağlam kalmış ancak orta kısmı bir hayli harap olmuş tiyatronun dışında Likya yazıtlı Izraza Anıtı ile Roma Dönemi’nden kalan bir kule de kentin günümüze ulaşabilen eserleri arasında.

Sidyma Antik Kenti’nin günümüze ulaşan kalıntıları Roma Dönemi’ne aitmiş. Ancak buradaki yazıtlar ve ele geçen sikkeler, kentin tarihinin MÖ 1. yüzyıldan daha eski olduğunu belgeliyormuş. Akropol iki bölümlü bir tepede bulunuyor ve burada bulunan çok kenarlı bir kapı ile gözetleme kulesi gerçekten dikkat çekiciydi. Ayrıca büyük bir bölümü toprak altında kalmış olan tiyatro, anıtsal kral mezarı, stoa, Artemis Mabedi, hamam ve kilise kalıntıları da günümüze ulaşabilenler arasında. Bu arada daha önce gördüğümüz için gitmediğimiz, kitabelerde Pinale olarak adı geçen Pınara Antik Kenti de görülmeye değer, kayaya oyulmuş yüzlerce kral mezarları açısından. Kentte ayrıca hamam, tiyatro, agora, odeon, yukarı ve aşağı akropol bulunuyor. Apollon ve Artemis’in annesi ve Likyalıların Ana Tanrıçası olan Leto onuruna kurulmuş ufak bir yerleşim yeri olan Letoon Antik Kenti’ de UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor. Düz ve çok geniş olmayan bir alanın içinde bulunan Letoon, antik çağda Likya’nın dini merkezi konumundaymış. Bu kutsal alanda Leto, Apollon ve Artemis tapınakları ile birlikte, manastır, çeşme ve Roma Tiyatrosu kalıntıları var. Kent 1841 yılında, bir İngiliz deniz subayı olan Hoskya tarafından keşfedilmiş. Bu arada ülkemiz sınırları içinde bulunan tarihi alanların 19’unun Dünya Miras Listesi’nde, 77’sinin geçici listede, 4’ünün karma, 3’ünün ise doğal miras listesinde kayıtlı olduğu bilgisini de not düşeyim istedim, bundan sonraki gelişmeleri takip için.

Tanrı Apollo’nun doğduğu kent olarak bilinen, arkeolojik ve tarihsel değerlerinin yanı sıra sahilinde Akdeniz kaplumbağaları Caretta-Carettaların milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladıkları Patara Antik Kenti, bu özelliği ile ayrı bir öneme sahip. Xanthos vadisinde denize açılabilecek tek yer olması nedeniyle de tarih boyunca önemli kent olma özelliğini her çağda devam ettirmiş. En önemli yapıları arasında, Erken Roma Dönemi’ne ait Likya Yol Klavuz Anıtı ile Helenistik ve Roma dönemlerine ait Patara mimarisine özgü olan çok sayıdaki mezarlar bulunuyor. Ayrıca eserler arasında, Likya Meclis Binası ve günümüze kadar orijinal haliyle gelmiş olan ve bu nedenle de dünyanın en eski deniz feneri özelliğini taşıyan Patara Deniz Feneri bulunuyor. Ören yerleri ziyaretimizi bitirdikten sonra dinlenmek için ayırdığımız bir günümüzü de Saklıkent Kanyonu’nda geçirdik. “Cennet nasıl bir yer olabilir?” sorusunun cevabı sanırım burada verilebilir. Çığlık atarak girebildiğim buz gibi suyun içinde ilerlerken, sanırım günlerdir botun içinde isyan eden ayaklarım mutluluk içindeydi. Bu doğa harikasını anlatmak istemiyorum çünkü ancak deneyimlenerek hissedilebilecek bir yer. Hava kararmaya başladığında mecburen ayrılmak zorunda kaldığımız bu cennet bahçesinin, gezimizin sonunda tam bir ödül olduğunu söyleyebilirim. Kısa bilgilerle anlatmaya çalıştığım ve daha göremediğimiz nice yerleri olan muhteşem bir tarihe sahip Antalya’yı, “doğudan batıya Antalya ören yerleri” adı altında, beden ve akıl sağlığım yerindeyken gerçekleştirdiğim için çok mutluyum. Hafızamda, hayatım boyunca unutamayacağım güzel bir anı olarak kalacak olan bu gezi için yol arkadaşlarıma, bizi evlerine konuk eden dostlarımıza ve misafirperver işletme sahiplerine sonsuz teşekkür ediyorum.

Demet TOK

Şair/Yazar

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu