GündemKöşe Yazıları

Şimdi Cunda Zamanı

Şimdi Cunda Zamanı

 

Yurdumun dört bir köşesi muhteşem güzelliklere sahip ve daha gezip görmediğim niceleri var. Lakin insan yaşadığı bölgeye karşı daha farklı duygular hissediyor, yuvasının da orada olması nedeniyle sanırım. Bir zamanlar yuvam olan Şile benim için çok özeldi şimdi ise Karaağaç ve zeytin ağaçları. Kim bilir İzmir’de büyüdüğümden midir nedir aklım da yüreğim de hep Ege’de kalıyordu nereye gidersem gideyim.

İşte Cunda da bölgemde bulunan muhteşem güzellikte bir yer ve her mevsim insanı cezbeden bir büyüsü var aslında. “Şimdi zamanı” dememin sebebi ise baharla birlikte coşan florasını, bin bir renkli mis gibi kokan çiçeklerini, tertemiz kumsallarını ve neşe içinde şakıyan kuşlarını, insan kalabalığına maruz kalmadan o huzur veren sessizliğinde doyasıya resmedebilmeniz içindi. Elbette biz doğa yürüyüşçüleri için de en ideal zaman, bu zaman aslında ve adayı karış karış dolaşırken keyifle, bir taraftan da notlarımı kaydettim zihnime sizlerle paylaşabilmek için.

Ayvalık İlçesine bağlı irili ufaklı yirmi iki adadan birisi olan Cunda Adası, günümüze kadar birçok isimle anılmış. M.Ö. Heredot’un Ekatonisos’u, Coğrafyacı Strabon’nun Apollon’u, Piri Reis’in Yunda Adaları’ndan Galat’ı ve bölge bitkilerinden yayılan güzel kokular nedeniyle de Moshonisia (Kokulu Ada) olarak tarihe geçmiş bu şirin ve bölgede tek zengin bitki örtüsüne sahip adanın isimleri. Türk Kurtuluş Savaşı’nın askeri anlamda “ilk kurşununu atan” Yarbay Ali Çetinkaya anısına Ali Bey Adası ismi de eklenmiş sonradan. Cunda Adası 1964 yılında yapılan ve aynı zamanda Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü olma özelliğini taşıyan bir köprü ile Lale Adası’na oradan da ilçe merkezine bağlanmış. Antik çağda Hekatonisa olarak bilinen Ayvalık Adaları, Cunda ve Lale (Soğan) Adaları hariç 1995 yılında milli park ilan edilmiş ve buralara yerleşim yasaklanmış. Bölgede bulunan dört antik kentten ise Chalkis ve Pordoselene zaman içinde tarihe yenik düşmüş ancak Ayvalık (Kydonia) ve Cunda (Nesos) günümüze kadar ulaşmayı başarmış.

Ada halkının büyük bir kısmı, 1922 yılında mübadele ile Selanik, Girit ve Midilli’den göç eden Türk’lerden oluşuyormuş. Lakin son zamanlarda paranın gücü ile adalı olmayanların da sayısı bir hayli artmaya başlamış. Bu nedenle ada halkı üzgün ve “buraya bizi ziyaret etmek için gelin, otlarımızdan ve balıklarımızdan yapılmış mezelerimizi, zeytinin, zeytinyağının en lezzetlisini yemeye gelin, tertemiz denizimizde yüzün, poyrazımızda serinleyin ama adamızı satın almayın, tarihi dokusunun doğallığını bozmayın, selametle gidin, seneye yine gelin” diyorlar.

Gerçi 1976 yılından bu yana doğal sit alanları ile çevrelenen Ayvalık ve Cunda’daki kentsel sit alanlarında çok sayıda yapı tescillenmiş ancak kaderlerine terk edildiği için birçoğu harabe durumundalar. Cunda Adası’nda beş yüz elli beş, Pateriça Eskiköy’de ise yirmi yedi tescilli yapı bulunuyormuş. Antik çağlardan beri tarihe tanıklık etmiş, kültür ve doğa mirası kriterlerini hemen hemen kapsayan bu güzel alanın, Dünya Miras Listesi’ne girme sürecinde emekliyor olması gerçekten şaşırtıcı ve üzücü geldi bana.

Cunda Adası, Ege’nin sıcak ve samimi havasını yansıtan yan yana sıralanmış taş evleri ile

Dönemin anakent kilisesi olan günümüzde ise restore edilerek Rahmi Koç müzesine dönüştürülen Taksiyarhis yine Koç ailesi tarafından Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak restore edilen Ayos Yannis, adada inşa edilen ilk olma özelliğine sahip Aya Triyada, Ayos Dimitrios, Ayos Panteleimonos, Ayos Nicolaos, Çataltepe ve Panaya kiliseleri ile

Evangelistriya (Kızlar), Çamlı, Leka Panaya (Koruyan Meryem), Ai Dimitri, Ayion Apostolos, Profit İliya (İlyas Peygamber), Manastırları, Despot Evi, Taş Kafe ve yine adada tek olan Hamidiye Camisi ile adeta açık hava müzesindeymiş hissini yaşatıyor insana.

Hele bir de Âşıklar Tepesine çıktığınızda, kıvrımlı boğazları, art arda sıralanmış adaları, iç içe girmiş koyları ile Ege Denizi’nin eşsiz güzelliği karşılıyor sizi kuş bakışı görselliğinde. Seyrine dalmışken ayrılmanın zor geldiği bir manzaraya sahip bu tepe gerçekten de. Bu arada yol boyunca uzayan ve bir hayli büyük alanı kaplayan, sahilin hemen yamacındaki site gibi başka siteler de çoğalmaz diye umuyorum, sit alanı olan bu doğal güzelliğin içinde. Çünkü sit alanlarına yakın yapılan yapılaşmalar hele de koruma altında değilse bu tarihi ve doğal güzelliklerin yok olmasına sebep olabiliyor. Taştan, kayadan ibaret diye birçok kişi tarafından değersizleştirilen bu alanlarda, insanlık tarihi izlerinin varlığını bilmek bile başlı başına heyecan verici diye düşünüyorum.

Biz günü mola bile vermeden akşam ettik lakin Cunda’nın gezilecek, görülecek yerleri bitmedi. Yaşam yerimize yakın olması bizler için büyük avantaj elbette. Eğer tatil için Cunda’yı tercih edecekseniz, sadece deniz, güneş, yemek olarak değerlendirmeyip en az üç gününüzü keşif için ayırmanızı öneririm. Çünkü ne Cunda’nın ne de başka bir yerin altını üstüne getirmeden oraları gezdim, gördüm demek onlar adına haksızlık olur.

Demet TOK

Şair/Yazar

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu