Köşe Yazıları

ULÛHİYET VASIFLARI

Kısa bir cümle olmasına rağmen Allah’ın tekliğini ifade eden kelime-i tevhit, özü itibariyle derin bir muhtevaya sahiptir. Kelime-i tevhit genellikle sadece insanın dış dünyasında ulûhiyet iddia edilen varlıkların reddini konu edinen bir cümle olarak anlaşılır. Ancak dışta yer alan ilahların asıl itibariyle insan nefsinde bulunan heva ve heveslerin dışa yansıması olduğu unutulmamalıdır.

Putlaştırılan her bir ilahın ilahlığı özü itibariyle kendisine değil, ona ulûhiyet yüklemesi yapan bir bilince dayanır. Dolayısıyla asıl put, insanın dışında değil içindedir. Bu bağlamda kelime-i tevhitte ifade edilen reddin, dilden zihne, zihinden kalbe doğru giden süreçte en önemli niteliği, karşılaşılması muhtemel ilahların tümünü ortadan kaldırabilecek bir bilinç oluşturma gücüne sahip olmasıdır.

Şayet kelime-i tevhit ifadesi Müslümanda böyle bir bilinç oluşturma gücüne sahip değilse, buradaki temel sorun, tevhidin dilden zihne ve kalbe bir yol bulamamış olmasıdır.  Doğru ve sahih bir ulûhiyet anlayışı ve inancı için tevhidin dilden zihne ve kalbe bir yol bularak zihne yerleşmesi gerekir.

Kelime-i tevhidin iki temel kavramından birinin “İlâh” diğerinin de “ Resûl” olduğunu bir önceki makalemde belirtmiştim. Bugün içerisinde yaşadığımız şu zamanda inanç üzerinde gerçekleşen en büyük sapmalardan bir tanesi “La İlahe İllallah” cümlesi üzerinde olmuştur. La İlahe İllallah, sadece dillerde tekrar edilen basit bir cümle konumuna indirgenmiştir. Dilleri ile defalarca “La İlahe İllallah” diyen ama bu sözü ile neleri reddetmeleri ve neleri kabul etmeleri gerektiğini bilmeyen insan toplulukları meydana gelmiştir. La İlahe İllallah cümlesini ikrar eden bir kimseye bu cümlenin yüklediği yükümlülükler nelerdir? Kul “La İlahe” derken neleri reddetmeli, “İllallah” derken neleri kabul etmelidir?

La İlahe, ilahlık vasıflarını canlı cansız ne varsa her şeyden çekip almak, İllallah ise, ulûhiyete (ilahlığa) ait ne varsa sadece ve sadece yüce Allah’a tahsis etmektir. La İlahe İllallah cümlesini söyleyen bir kul öncelikle ulûhiyette sonra da rubûbiyyette Allah’ı birlemelidir. Ulûhiyette tevhit; ilahlığı sadece yüce Allah’a hâs kılmaktır. Tüm sahte ilahların yetki ve otoritesini inkar etmektir. Çünkü hâkim ve yetki sahibi ancak yüce Allah’ın bizzat kendisidir. Ne yazık ki, günümüzde Müslümanların çoğu Allah’ı rubûbiyet noktasında birlemelerine rağmen, ulûhiyet noktasında birlememektedirler.

Yüce Allah’ın bazı ilâhlık (ulûhiyet) vasıfları:

  • Hüküm vermek:

Allah’ın en belirgin ilahlık vasıflarından birisi, yarattığı kullarının üzerinde hükümran olması, temel kuralları koyucu olmasıdır. “O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (Kehf;26), “Haberiniz olsun ki, yaratma ve emir verme yetkileri O’na mahsustur” (Araf;54), “Hüküm sadece Allah’a aittir.” (Yusuf;40). Bu vasıf, ilahlığın (ulûhiyetin) ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanları yaratan Allah onlar üzerinde hüküm sahibi olan tek varlıktır.  Mekkeli müşriklerin tevhit kelimesini kabul etmeme nedenlerinden bir tanesi buydu. Onlar “dârun-nedve” denen meclislerinde insanların hayat nizamlarını belirler ve onları bu hayatı yaşamaya mecbur kılarlardı. Kelime-i Tevhidi kabul ettikleri anda bu yetkinin ellerinden alınacağını çok iyi biliyorlardı.

  • Kendisine dua ve istiğasede (tehlikeli veya sıkıntılı bir durumda kalan insanın bundan kurtulmak için manevi yardım istemesi anlamında bir terim.) bulunulmak:

El açıp yalvarmaya, medet umulmaya, sıkıntılı ve zor zamanlarda yardım dilenmeye kısacası duanın her şeklinin sunulmasına layık olan yalnızca yüce Allah’tır. Kur’an’ı Kerimde, duanın yalnız Allah’a edileceği, istiğasenin yalnız O’na yapılacağına dair birçok ayet bulunmaktadır.  “Ve muhakkak ki mescitler, Allah’ındır. Artık Allah ile beraber başka birine dua etmeyin.” (Cin;18), “El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O’dur. O’nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar.’’ (Rad: 14), “Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.” (Mumin;60), “Allah ile beraber başka bir ilaha dua edip yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun.” (Şura;213),

Dua edenlerin çağrısına karşılık veren, sıkıntıda bulunanların sıkıntılarını gideren yalnızca Allah’tır. Hastalıktan şifa, musibetten kurtulma ve rızık genişliği gibi sadece Allah’ın kâdir olduğu hususlarda yaratılmışlardan medet ummak ya da Allah’a yapılan duada onları vesile kılmak bir nevi şirktir. Allah’ın bağışlamayacağı en büyük şirklerden biri ölü ve gaip olan kimselerden yardım ve medet ummaktır. Kur’an-ı Kerimde “ Allah’ı bırakıp da -yakarmasından habersiz olduğundan- kıyamete kadar kendisine cevap veremeyecek olan şeylere ibadet ve dua eden kimseden daha şaşkın kim vardır?” ( Ahkâf;5 ) buyurulmaktadır.

  • Zatı için sevmek ve itaat etmek:

Zatı için sevilen ve itaat edilen yalnız Allah’tır. Bu ilahlığın bir gereğidir. Allah’tan başkası ancak Allah için sevilir ve ona Allah için itaat edilir. Nefret ve buğuz etmek te böyledir.

  • Yaptığından Dolayı Hesaba Çekilmemek:

Yaratılanlar yaptıklarından hesaba çekilirler. Yaratan ise asla hesaba çekilmez. O hesaba çekendir. “Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” ( Enbiya;23 )

Özetle La İlahe illallah ile murad edilen onu sadece dil ile söylemek değildir. Manasından habersiz söylemek hiç değildir. Şahit bilen ve bildiğini söyleyen demektir. Müezzinler günde beş defa minarelerden “Eşhedü En La İlahe İllallah” diyerek İslam’ın bu temel ilkesini hatırlatırlar. Şehadet, şahitlik eden kişinin şahitlik ettiği şeyleri bilmesini gerektirir.

Fahri SAĞLIK

Karesi Müftüsü

 

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Allah ın varlığı ve hertürlü noksanlıklardan münezzeh oluşu ve bütün ilahlık vasıflarını üzerinde toplamış olması güzel anlatılmış. Allah razı olacağı ameller yaptırmayı nasip ve kolay eylesin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu