GündemKöşe Yazıları

Urla’nın Güzellikleri

Urla’nın Güzellikleri

 

Daha önceki yazımda merkez ve merkeze yakın olan muhteşem yerlerinden bahsetmiştim Urla’nın. Anlatmakla bitiremeyeceğim o kadar güzelliğe sahip ki, bu nedenle İskele Mahallesi’ne en yakın tarihi yer ve Batı Anadolu sahil kesiminin en önemli yerleşmelerinden biri olan Liman Tepe ile başlamak istedim bir önceki yazımın devamına.  Kalkolitik Çağ’dan Roma Dönemi sonuna kadar süren kesintisiz iskânı, denizaşırı ticareti için önemli bir liman kenti ve gümüş sikkeleri bastıran ilk şehirlerden birisi olması ile ün salan Liman Tepe, klasik çağlarda Klazomenai adını almış. Daha önce anakara da iken, Perslerin İyonya isyanı sırasında bugünkü kalıntılarının görülebildiği, sahilin hemen dışındaki Karantina Adası’na taşınmış. 19. Yüzyıl sonlarına doğru bu antik kent civarında iki ton ağırlığında toprak lahit bulunmuş ve içinden çıkan Yunan eserleri şu anda British Museum’da sergileniyormuş.

1823 yılında Osmanlı Dönemi’nde inşa edilen Urla Karantina Adası, 150 yıl boyunca Osmanlı topraklarına ölümcül hastalıkların girmesini önlemede önemli bir görev üstlenmiş. Klazomen Tahaffuzhanesi 1865 yılında Fransız’lara inşa ettirilmiş ve adanın karayla bağlantısı olması için, bir de köprü yolu yaptırılmış.   Ulusal ve Uluslararası kanunlarla oluşturulmuş bu tescilli adaların diğer ikisi ise, ABD’de bulunan Elisa Adası ve Hırvatistan-Dubrovnik’te bulunan Karantina Adası imiş.

Merkeze yakın sevimli mi sevimli, çeşitli özellik ve görsellikteki yatlara ev sahipliği yapan Çeşmealtı’nda yat limanını biraz dolaştıktan sonra hemen tarçınlı lokmalarımızı aldık ve Güvendik Tepesine çıktık. Gün batımında daha da güzel olacağını düşündüğüm bu yerden, İzmir Körfezi ile Urla’nın sahilini seyretmek şiir gibi muhteşem bir deneyim oldu diyebilirim. Yine merkeze yakın olan ve binlerce yıllık şarap geleneğini sürdüren, dünyaca ünlü yerel şarapların üretildiği Urla Bağ Yolu’nda, şarap mahzenlerini dolaşıp tadım yapmak, sanırım günün en dinlendirici ve keyif aldığımız anlarından birisi oldu. Ertesi gün köy ziyaretlerimizin yorucu olacağını düşündük ve otelimize dönerken de tadına doyamadığımız zengin ot çeşitlerinden oluşan akşam yemeğimizi yine Beğendik Abi’de yedik.

Kendine has tarihi dokusu ile sevimli korkulukları (oyuk) ve çat kapı evleri ile ünlü Barbaros Köyü’nden başladık sabahın ilk ışıkları ile ilk köy gezimize. Tarımsal ve kültürel değerlere sahip çıkmaya çalışan köy halkı, köyün ekonomisini canlandırmak için yöresel ürünlerin satıldığı festival düzenlemeye karar vermişler ve kargaların ürünlere zarar vermemesi için tarlada kullandıkları oyukların sevimliliğini de bu festivalde sergilemek istedikleri için, festivalin adını Barbaros Oyuk Festivali olarak tescilletmişler. Ayrıca üzerinde Çat Kapı yazan ve kapıyı çalıp içeri girdiğinizde sofralarına misafir olacağınız birkaç otantik ev de bu şirin köyün samimi, sıcak dokusuna katkı sağlamış. Biz de köy ekonomisine katkı sağlamak için yerel ürünlerden almayı ihmal etmedik elbette.

Türkiye’de tiyatrosu olan ilk köy olma özelliği ile 2012 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptığı bir yarışma sonucu Türkiye’nin en temiz köyü seçilmesi ile Çocuk Oyunları Müzesi ile ve kadın-erkek eşitliğinin önemsendiği aydın bir köy olması ile özelliklerini hemen fark ettiren bir köy, Bademler Köyü. Susuzluğun tarımı etkilemesi nedeniyle kurdukları kalkınma kooperatifinden sonra geçimlerini çiçekçilikle kazanmaya başlamışlar. Hatta bu durum Susuz Yaz filmine de konu olmuş ve bu film, 1963 yılında Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülü kazanmış. Necati Cumalı’nın aynı adlı romanından uyarlanarak beyazperdeye aktarılmış olan filmde Bademler Köyü halkının yaşamı anlatılmış.

Özbek Köyü’nün çeşitli otlarla tatlandırılmış meşhur deniz mahsulü yemeklerinden bahsetmiştim önceki yazımda. Her sene 9 Mart’ta Ot Festivali yapılan bu köyün, taş evleri, taş köprüsü, taş kahvesi, doğal limanı ve Akkum ile Aydilek koyları da muhteşem güzellikte idi. Ayrıca Özbek Mantısı ve keşkeği kadar ünlü olan, her ne kadar tadına bakmasak da salyangoz yemeği de bir o kadar lezzetliymiş.

Eski bir Rum Köyü olan Balıklıova Köyü, denizinde bir sürü balık çiftliğinin bulunduğu ve balık çeşidi zenginliğine sahip olan bir köy. Tarihteki ilk bilinen ismi Polikhne olan bu şirin köy, uzun doğa yürüyüşünü sevenler için çok cazip. Hele o yorgunluğun ardından sahili süsleyen balık restoranlarından birinde balık çeşitleri ile birlikte yöresel lezzetlerin tadına bakmak ayrı bir keyif, benim gibi hem uzun yürüyüşü hem de değişik lezzetlerin tadına bakmayı sevenler için.

Hiç bitmesini istemediğim gezilerimden birisiydi güzel Urla’nın güzel köyleri lakin her güzelliğin de bir sonu var değil mi? Ancak sevindirici olan, her zaman gidip görülebilecek ve yaşanacak bu güzelliklerin yurdumun topraklarında olması. Urla Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen Enginar Festivali ise gezimizin son noktası oldu ve Urla mutfağını tanıtmak için yapılmış olan birbirinden güzel yemeklerin tadına bakalım derken midemizin de artık isyan ettiğini fark ettik. Başta enginar olmak üzere birbirinden güzel zeytinyağlı yemeklerin, böreklerin, çöreklerin ve tatlı çeşitlerinin yanında, hediyelik eşya stantları da göz alıcıydı. Halk dansları ve müzik etkinlikleri ise festivali coşturan güzelliklerdi. Harika bir günün sonunda, tarihi Han Otel’de kahvelerimizi de yudumladıktan sonra bir daha gelmek umuduyla  “elveda Urla” dedik.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu