GündemKöşe Yazıları

Yıldızı Parlayan İlçemiz Urla

Yıldızı Parlayan İlçemiz Urla

 

Özellikle arsa ve konut fiyatlarının artması üzerine ne oluyor orada diye merak edip düştük Urla’nın yollarına. Havalimanından İZBAN Hilal’e, Hilal’den metro ile Üçkuyular’a, oradan da dolmuş ile Urla merkeze en ekonomik bir şekilde vardık. Otelimize doğru yürürken karşımıza şık bir pastane çıktı ve içeriye çay içelim diye girmiştik ki, İzmir’in meşhur kumrusu o anda bize göz kırptı. Bir de o pastaneye özgü Palmiye pastanın da tadına bakalım derken böylece karnımızı da doyurmuş olduk. Meğer burası Urla’nın en ünlü iki pastanesinden birisiymiş ve diğeri de İrmik Hanım imiş. Ödediğimiz hesabın yarısının çaya ait olması ilginçti tabi. Neyse ki çay güzel demlenmişti de değdi doğrusu.

Keyifli bir yolculuğun ardından merkezde bulunan tarihi Han Otel’e yerleştik. Otelimiz adından da anlaşılacağı üzere, eskiden avlusuna atların, develerin bağlandığı üst kattaki küçük odalarda yolcuların konakladığı otantikliği bozulmadan restore edilerek otele dönüştürülmüş güzel bir mekândı elbette tarihi eser olması sebebiyle fazla değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelebilmiş. Gerçi Urla, tarihi eser bakımından zengin bir yer çünkü bir sürü uygarlığa ev sahipliği yapmış ve bu nedenle de arsa alanların yapacağı ilk iş Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’ne müracaat ederek tespit yaptırmakmış.  Sonra da tarihi eser çıkmaması için dua etmekmiş sanırım çünkü bu işlemler bir hayli masraflıymış.

Zeytini, delicesi, koca yemişi, defnesi, mersini bol olan Urla yarımadasının esintisi de boldu gittiğimiz mevsimde hatta ilk gün fena çarpmıştı bizi. Gerçi Akdeniz iklimine sahip olmasına rağmen hemen hemen her mevsim esintili oluyormuş Urla. Doğal güzelliğinin yanı sıra samimi, güler yüzlü halkı da dikkatimi çeken güzellikler arasında yerini aldı hemen. Otelimizin merkezde olması iki günlük ziyaretimiz için bir hayli avantajdı bizim için çünkü birçok yere yürüyerek gidebildik bu sayede. Zira Urla’nın dar sokaklarında araçla dolaşmak neredeyse mümkün olmazdı sanırım.

Valizlerimizi bırakır bırakmaz soluğu hemen yanı başımızda bulunan Malgaca Pazarında aldık. Sıra sıra dükkânları gezdikten sonra çarşının ortasındaki meydanda çayımızı yudumlarken etrafı seyre daldım. O kadar sakin ve o kadar huzurlu bir yerdi ki inanın çarşı olmasına ve bir sürü insanın masaların etrafında sohbete dalmış olmasına rağmen çıt çıkmıyordu sanki. Bu tarihi çarşı gibi geçmişi olan meşhur katmerciyi de unutmamak lazım bu arada.

Ardından Sanat Sokağını turladık boydan boya. Eski taş binaların korunduğu şirin bir sokak olan Sanat Sokağı, çeşitli antikacı, kitapçı, sevimli kafeler ve sokak sanatçılarının bulunduğu cezbedici bir sokak. Ayrıca bu sokak üzerinde Urla Müzik Akademisi (UMA) ve ilk ilçe devlet tiyatrosu bulunuyor. Sokağı kesen caddenin üzerinde ise Urla’lı yazar-şair Necati Cumalı’nın doğduğu ve yaşadığı daha sonra anı ve kültür evine dönüştürülen evi bulunuyor. Mevsim itibari ile kalabalık olmaması benim için harikaydı elbette lakin esnaf için durum aynı değildir sanırım. Ufak tefek hediyelik eşya alış verişimizi tamamladıktan sonra yine tarihi bir taş bina olan Uzun Masa’da kahvelerimizi içtik. Burada, kahvenin tadını daha da güzelleştiren güler yüzlü iki hanım vardı ve bize, sanki onlara ev gezmesine gitmişiz gibi hissettirdiler. Bu otantik mekânın sahibesinden satın aldığım ve eskiden sefere giden askerlerin kullanmış olduğu dört katlı sefer tası ile evimdeki bakır eşyalara bir yenisini daha eklemiş oldum bu tanışma sayesinde.

Akşama doğru, sakin bir yer olan Urla’da yaşamanın mucizelerini keşfetmiş olan eski bir arkadaşımla buluştuk. Urla İskelesi, Çeşmealtı, Limantepe, Urla Bağ Yolu olmak üzere bize küçük bir Urla turu yaptırdıktan sonra gün batımının eşliğinde muhteşem doğal güzelliğe sahip Özbek Köyü’ne gittik. Sahilde tazecik deniz ürünleri ile muhteşem lezzetler ortaya çıkaran bir restoranda akşam yemeğimizi yedik. Zaten Özbek Köyü’nde bayat deniz ürününe denk gelmek sanırım kötü bir şans olur çünkü her gün balık mezatı yapılıyormuş bu köyde. Yöresel ot yemeklerinin yanı sıra deniz mahsullü Şevketi Bostan ve güveçte Lagos için Deniz Usta’ya ayrıca teşekkür etmemek mümkün değildi. Bizde öyle yaptık ve Urla’da harika bir günü bitirmenin keyfi ile otelimize geri döndük.

Ertesi gün yine ışıl ışıl güneşli bir güne merhaba diyerek kahvaltıdan sonra keşfe çıktık. Urla’ya ilk gidişimde merkezde bulunan Karantina Adası, Liman Tepe, Klazomenai Antik Kenti, Çağdaş Yunan şiirinin en büyük ustalarından Yorgo Seferis’in doğduğu şimdilerde ise küçük bir otel, restoran, sanat galerisi ve kafeyi içinde barındıran bir mekânın bulunduğu Yorgo Seferis Sokağını ve birkaç köyü görmüştüm ancak bu gidişimde anladım ki daha çok gezilecek yeri varmış buranın. Urla meydanının altında çarşı ve otopark bulunuyor. Meydanda biraz dolaştıktan sonra yöresel ürünlerin satıldığı bir dükkândan zeytin, peynir, reçel gibi leziz ürünler ile adeta kokuları ile bizi içeriye doğru çeken aktardan da kurutulmuş ürünlerimizi aldık. Zeytinyağımızı ise kısa zamanda dostumuz olan otelimizin sahibi Kemal Bey hazırladı ve artık alışverişimiz tamamdı. Zeytinyağı demişken burada dünyanın ilk zeytinyağı fabrikası olan Klazomenai Zeytinyağı İşliği’ni görmüş olmak beni bir hayli heyecanlandırdı. Geçmişin izleri beni neden etkiliyor bilemiyorum lakin bir ara peşine düşmem gerekiyor sanırım bu durumun.

İkindiye doğru acıkan karnımızı doyurmak için yine Urla’nın meşhurlarından Beğendik Abi’ye gittik. Yöresel ot yemekleri bir hayli zengin olan burada, inanın insan hangisini yiyeceğini şaşırıyor. Ancak Urla’da fırlayan konut fiyatları özellikle talebi artan turistik yemek yerlerini de etkilemiş olmalı çünkü yaklaşık beş yıl önce gittiğimde ne kadar ucuz dediğim o muhteşem lezzetli yöresel ot yemeklerinin bir porsiyonu en makul esnaf lokantasında bile 20-25 TL arasında olmuş. Lakin damağınızda kalan lezzete değer miydi? Bence değerdi.

Gezip dolaşırken Urla’da dikkatimi çeken bir başka şey de sazlıkların bol olması idi. Elbette hemen araştırdım ve tarihi antik çağlara dayanan Urla’nın adının Latince bataklık-sazlık anlamına gelen Vurla’dan geldiğini öğrendim. Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde ise, Kıdafe Kralının kızı Ulice tarafından kurulan bu şehre Urli adının verildiği ve zamanla halk dilinde değişerek Urla dendiğinden bahsedilmiş. Sanırım mitolojiye ilgim nedeniyle bu bilgi daha çok hoşuma gitti benim.

Ayrılmak zor olsa da iki günlük ziyaret için dolu dolu vakit geçirdiğimiz Urla’ya veda etme vakti gelmişti. Umarım Ankara ve İstanbul’dan başlayan hızlı göçle Bodrum ya da Çeşme olma yolunda hızla ilerleyen Urla’nın doğal dokusu bozulmaz. Genelde sit alanı olması, olası bozulmaya engel olabilir mi bilemem lakin dileğim her zaman hafızamda kalacak olan, yerel halkının doğallığının bu akından hiçbir şekilde etkilenmemesi. Sakız enginarı ile meşhur Urla’da her yıl Nisan ayının son haftası ya da Mayıs ayının ilk haftası enginar festivali düzenleniyor ve festivalle birlikte tüm köylerini özellikle de kısa bir zamana sığdırılamayacak olan Barbaros Köyü’nü ve tarihi yerlerini ise bir sonraki yazımda paylaşacağım. Her zaman sıcakkanlı ve misafirperver olan Urla halkına selam olsun…

Demet TOK

Şair/Yazar

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu