Yokluğun Gözü Kör Olsun
Yokluğun Gözü Kör Olsun “Savaş kötü şey diye başladı annem iç geçirerek. Yıl bin dokuz yüz otuz üç, Cumhuriyet kurulalı on yıl olmuş daha. Ben de bir...
Yokluğun Gözü Kör Olsun
“Savaş kötü şey diye başladı annem iç geçirerek. Yıl bin dokuz yüz otuz üç, Cumhuriyet kurulalı on yıl olmuş daha. Ben de bir yaşlarında falandım o zamanlar. Savaşı görmedim ancak annemin anlattıkları daha dün gibi hafızamda. Savaş demek açlık, susuzluk, yokluk, salgın hastalık demek üstüne bir de gâvurun bin bir eziyeti demek” dedi.
Bir müddet yaşaran gözlerini uzaklara doğru çevirdi; sanki o yıllara, annesinin kucağına gitmek istermiş gibi. Ananem yaşamış elbette o kara günleri ancak annem ara ara dertlenirdi annesi aklına düştüğünde ve anlatırdı ondan dinlediklerini bize de.
“Babam, Çanakkale ile başlayan Kurtuluş Savaşı ile biten yedi yıllık askerlik dönemindeyken, annem de çocuklarıyla ayakta kalmaya çalışmış. Kızım, ben savaştan arta kalan yokluk kısmını gördüm sadece şükürler olsun. Yiyecek, giyecek kıttı lakin hürdük, korkusuzduk. ATAM sulhu sağlamış vatana kavuşturmuş bizi hem de ulus olarak. Ölene kadar her an minnettar olmaya devam edeceğim o yüce insana. Hele milletvekili dayımın davetlisi olarak gelen ATAM’ın o ışıl ışıl parlayan mavi gözlerini gördüğümde dört yaşımdaydım hala unutamadım.”
“Biz şanslıydık, toprağımız vardı. Ekip, biçerdi annemle büyük ablam o yönden bir sıkıntımız yoktu da, bir tek beyaz ekmeğe özenirdik. Karne ile dağıttıkları için yetmezdi yedi nüfusa. Daha çok yemek yerdik hakkımıza düşen ekmek çabuk bitmesin diye. Özenti ya işte bir başka kokardı fırından gelen o beyaz ekmek. Oysa evimizde de pişerdi karabuğday ekmeği.”
“Benden üç yaş küçük kardeşimle ortak paylaşırdık kıyafetlerimizi. Annemin diktiği pazen pijamayı paylaşamazdık ve her akşam kavgası olurdu kim giyecek diye. Kardeşim uyanıktı bu konularda, ben akşam bulaşığını yıkarken, o uykum geldi bahanesi ile ortadan kaybolurdu pijamayı giymek için. Bir akşam ondan habersiz saklamıştım, benden önce gidip giymesin diye. Yine uykum geldi diyerek gitti ve gitmesi ile geri gelmesi bir oldu. Kızgın bir ses tonu ile “abla pijama nerede” diye sordu. Ben de “hangi pijama” dedim gülerek. “Hani sen giyerdin, ben giyerdim olanı” diye cevap verdi. O günden sonra pijamanın adı da öyle kalmıştı.”
“Benim okul zamanım geldiğinde, annemin kim bilir ne zorlukla aldığı ayakkabıyı kardeşim de giydiği için çabuk yıpranmıştı. Kar, yağmur yağsın istemezdim okula kadar ıslanan ayaklarımın sızlamasından. Başarılı bir öğrenciydim ve öğretmenlerim beni çok severlerdi. Ortaokul çağım geldiğinde, o zamanlar şapka takıldığı için bana da alınmıştı. O günkü heyecanımı unutamam. Lakin hevesim kursağımda kalmıştı, yokluğun gözü kör olsun. Öğretmenlerimin ısrarına rağmen o günkü şartlarımızda okula devam edemedim. Çünkü büyük ablam bahçe işleri ile ben de ev işleri ile ilgilenmek zorundaydık. Kardeşim büyüyene, eli iş tutana kadar da benim okul çağım geçmişti. O yüzden ne zaman bir okul önünden geçsem hala burnumun direği sızlar.”
Konu eğitim olunca heyecanlanan annemin, hala bir türlü anlayamadığı ya da anlamak istemediği bir serzenişi var zorla okula giden gençlerle ilgili. “Biz kıtlıkla büyüdük ve imkânlarımız yoktu. Bu çocuklar neredeyse her şeye sahipler lakin ne hayalleri var ne de hedefleri”
Eskiden yazar kasalar vardı ve alışveriş tutarı tek tek yazılarak hesaplama yapılırdı. Yazar kasa işlemini bitirmeden, annem hemen söylerdi ödeyeceği tutarı. Matematik konusunda mükemmel bir hafızası vardı. Eğer eğitimine devam edebilseymiş, zekâsıyla başarılı işlere imza atabilirmiş kesinlikle. Umarım içinde ukde kalan bu hayalini, çocuklarının eğitimine verdiği destek ile bir nebze de olsa giderebilmiştir.
Demet TOK