Name-i saadet

Name-i saadet Peygamber efendimiz Hz. Muhammet(s.a.v.)’in deri üzerine yazılmış ve günümüze ulaşanmektuplarına “name-i...

Name-i saadet

Peygamber efendimiz Hz. Muhammet(s.a.v.)’in deri üzerine yazılmış ve günümüze ulaşan
mektuplarına “name-i saadet” denir.

Mukaddes Emanetler İçinde Name-i Saadetler ayrı bir öneme sahiptir. Hz. Peygamber’in
başlattığı kutlu davet gönülden gönüle ulaşarak Türklere de ulaşmıştı. Peyderpey İslam’a
giren Türkler, erken dönemlerden itibaren dünyadaki her Müslüman gibi yüce Rabbimizin
elçisi ve habibi Hz. Peygamber’e derin bir muhabbet ve hürmet duymuştur. Ulu bir çınara
benzeyen söz konusu muhabbetin bu kadar kuvvetli olmasında İslam’ın Hz. Peygamber’in
şahsında örnekliğe dönüşmesi ve Kur’an-ı Kerim’de ona uyma ile onu örnek almanın
emredilmesi yanında asırlara sârî bir şekilde âlimlerin, ariflerin, ediplerin ve hükümdarların
kültür ve ruh dünyamızı onun sevgisiyle beslemesi yatmaktadır.

Kutlu önderimiz ve örneğimiz Hz. Peygamber’e duyulan muhabbet çınarının en önemli
dallarından birini mukaddes emanetler oluşturur. Bu emanetler Yavuz Sultan Selim’in
1517’de Memluklere karşı gerçekleştirdiği Mısır Seferi’nin zaferle neticelenmesiyle elde
edilmiştir. Yavuz Sultan Selim, Mısır’daki mukaddes emanetleri altın sim işlemeli kat kat
bohçalara sarılı halde görmüş ve onları yüzüne gözüne hürmeten sürüp “Şefaat Ya
Resulallah!” diyerek bizzat mühürlemişti. Ardından Mekke’den gönderilen diğer bazı
mukaddes eşyalarla birlikte Hz. Peygamber, sahabeler ve Haremeyn’e ait eşyalardan oluşan
mukaddes emanetler deniz yoluyla yeni hilafet merkezi ve başkent İstanbul’a naklolmuştu.
Osmanlılar için Hz. Peygamber’in sünnetine bağlılığın ve ona duyulan muhabbetin bir işareti
sayılan mukaddes emanetlerin muhafazası ve çeşitli vesilelerle toplanmasına önem verilmişti.
Nitekim XVI. yüzyılın başlarından itibaren XX. yüzyılın başlarına kadar çeşitli yollarla elde
edilen bu emanetler çoğalıp zenginleşmiştir. Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen mukaddes
emanetlerin bir kısmını “name-i saadet” veya “name-i nebevi” olarak da adlandırılan Hz.
Peygamber’in davet mektupları oluşturmaktadır.

Hz. Peygamber, putperestliğin hâkim konuma geldiği ve tevhit inancının ortadan kalktığı
Mekke’de tebliğ ve davet sürecini başlatmıştı. Bu mücadele Mekke’de 13 yıl devam etmiş,
Medinelilerin İslam çağrısına olumlu cevap vermesinden sonra Hz. Peygamber ve ashabı
Medine’ye hicret etmişlerdi. Medine’ye hicret Hazreti Muhammet ve Müslümanlar için bir
dönüm noktası oluşturmuştu.

Medine döneminde bir yandan tebliğ ve davet, bir yandan da Mekkeli müşriklerle
mücadeleler devam etmiş, Hendek savaşından yaklaşık bir yıl sonra Mekkeli müşriklerle
gerçekleştirilen Hudeybiye Barış Antlaşması Hz. Peygamber’e nübüvvetinin bir gereği olarak
bölgedeki hükümdar ve liderlere tebliğ yapma fırsatı sağlamıştı. Böylece onlardan İslam’ı
kabul edenler vasıtasıyla bu yeni dinin çeşitli kavimler arasında yayılmasına vesile olacaktı.
Hz. Peygamber bu çerçevede hicri 7. yılın başı olan Muharrem ayından itibaren (Mayıs 628)
dönemin büyük imparatorluklarına, Arap yarımadası ve civardaki yerel hükümdarlara elçiler
aracılığı ile İslam’ın evrensel mesajını taşıyan davet mektupları göndermiştir. Mektuplar
gönderilmeden önce bölgedeki hükümdarların kendilerine gönderilen mühürsüz mektupları
okumadıkları hatırlatılınca Hz. Peygamber, yuvarlak siyah akik taşlı gümüş bir mühür/yüzük
edinmiş ve mektuplarda onu kullanmıştır. Bu mühüre “Muhammed Resulullah” (Muhammed
Allah’ın resulüdür) ibaresi nakşedilmişti. Sadece bölgedeki hükümdarlara gönderdiği

mektuplara değil atadığı vergi memurları, kumandan ve vali gibi görevlilere verilen
belgelerde de bu mührü kullanmıştı.

Hz. Peygamber’in vefatı ardından Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafından
kullanılan bu mühür, Hz. Osman’ın 650-651 yılında Medine’deki Eris Kuyusu’na
düşürmesiyle kayboldu. Ancak aynı ibareyi taşıyan bir kopyası yaptırılmıştı. XIX. asırda
bulunarak mukaddes emanetlere dâhil edilen mührün bu mühür olduğu tahmin edilir.
Tebliğ ve davet mektupları Hz. Peygamber’e gelen vahiyleri de yazan sahabeler tarafından
kaleme alınmaktaydı. Mektupların içeriği ve tertibine bakarsak bir örnek üzerinden gitmek
daha açıklayıcı olacaktır. Bu bağlamda Bizans Kayseri Herakleios’a gönderilen mektubun
metni şöyledir: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’ın kulu ve elçisi
Muhammed’den Rum’un büyüğü Herakleios’a. Allah’ın selamı, hidayete ermiş kimse üzerine
olsun! Seni İslam’a çağırıyorum. İslam’ı kabul et ki kurtuluşa eresin ve Allah da ecrini iki kat
versin. Eğer kabul etmezsen halkın günahını sen çekersin. “ Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim
aramızda müşterek olan söze geliniz: Sadece Allah’a kulluk edelim ve O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer yüz çevirirlerse, şahit
olun, biz Müslümanız deyiniz.” (Al-i İmran 3/64)

Davet mektupları besmele ile başlamış, Hz. Peygamber’in adı ile birlikte Allah’ın kulu ve
elçisi olma vasfı belirtilmiştir. Ondan sonra gönderilen hükümdarın adı zikredilmiştir. Bizans
Kayseri Herakleios’a yazılan mektupta ona melik ifadesi yerine Rumların büyüğü şeklinde
hitap edilmiştir. Muhtemelen mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu vurgulama ve dikkat
çekme amaçlanmıştır. Akabinde selamlama cümlesi gelmekte ancak muhatabın Müslüman
olmaması sebebiyle dua anlamı taşıyan selam hidayete ermiş kimse üzerine olsun şeklinde
genel ifadeyle zikredilmiştir. Ardından mektubun yazılma ve gönderilmesindeki asıl amaç
belirtildikten sonra konu İslam’a davete gelmektedir. Hem İslam’a girerek kurtuluşa ermesi
hem de öncü olarak halkının İslam’a girmesine vesile olacağından Allah’ın ona vereceği
mükâfatın iki kat olacağı ifade edilmiştir. Şayet kabul etmezse hem kendisinin günahını hem
de halkının İslam’a girmesine engel olacağından günahının iki kat olacağı zikredilmiştir.
Muhatabın Hristiyan olması sebebiyle Hıristiyanlıktaki yanlış yönelişlerin odak noktasını
oluşturan “Hz. İsa’nın konumundan” hareketle Allah’tan başkasına tapmama ve insanların
birbirlerini tanrılaştırmasına meydan vermeme ilkesini içeren Al-i İmran suresinin 64. ayeti
zikredilerek, hükümdar tevhit inancına davet edilmektedir.

Bu mektuplar incelendiğinde mektuplarda gereksiz ifadelere yer verilmediği görülür. Hitap
edilen kişinin konumuna binaen değişen bazı ufak farklılıklarla beraber kısa, açık ve veciz
ifadelerle yazılan bu mektuplarda amacın İslam’ı tebliğ ve davet olduğu müşahede edilir.
Muhatabın konumu ve durumuna göre Kur’an-ı Kerim’den ilgili ayetlerin de yer aldığı
görülmektedir.

Hz. Peygamber’in mektuplarından günümüze intikal eden dört tanesi mukaddes emanetler
arasında bulunmaktadır. Topkapı Sarayı’nda “name-i saadet” olarak da adlandırılan Hz.
Peygamber’in bu davet mektupları arasında Mısır Mukavkısı’na, Bahreyn Hükümdarı Münzir
b. Sâvâ’ya, Gassani hükümdarlarından Haris b. Ebu Şemir’e ve peygamberlik iddiasında
bulunan Müseylimetü’l-Kezzab’a gönderilenler yer alır.

Fahri SAĞLIK
Emekli Müftü

SON DAKİKA HABERLERİ

Fahri Sağlık Diğer Yazıları