İndirilen din, uydurulan din

Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

Tüm Yazıları

Din, kökü insanlık tarihi kadar derinlerde olan bir olgudur. İnsanın olduğu her yerde din de vardır. Dinler tarihi alanında yapılan araştırmalar, tarih boyunca bütünüyle dinden uzak bir toplumun mevcut olmadığını ortaya koymuştur.

İnsanlık tarihi boyunca, çeşitli inanç sistemleri ortaya çıkmış ve zamanın akışı içerisinde bazıları kalıcı olurken, bazıları tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuştur. Bu karmaşık süreçte günümüzün moda tabirleri arasında ön planda olan “indirilen ve uydurulan din” kavramları ile nelerin anlatılmak istendiğini özetlemeye çalışacağım.

İslam âleminde ‘İndirilen din’ ve ‘uydurulan din’ kavramlarını ilk defa kimin kullandığını tam olarak bilmiyorum. Bazı kaynaklar bu kavramları ilk defa kullanan kişinin (münzel din ve müevvel-mübeddel din) İbn-i Teymiyye (ölm. 728/1328) olduğuna işaret ediyor.

Demek ki İslam âleminde miladi on dördüncü asrın başlarına kadar indirilen/uydurulan din ayırımı yoktu.

İslam beşer aklının ürünü değil, Allah Teâlâ’nın vahyinin ürünüdür. Hz. Muhammet’in din adına söylediği sözler de vahiy ürünüdür. Akıl yeni bir din kuralı koymak için değil, dini anlamak, dini metinleri yorumlamak, yaşanan çağda Müslümanlara çözüm üretmek için devrededir. Uydurulan dinlerde akıl din din kurucusudur. Uydurulan din, dinin sahibi olan Allah’ın öğrettiği din dışında Allah’a öğretilen dindir. İlki dinin kendisidir. İkincisi ise üretilen kültürdür.

Bu kavramları yerli yerinde kullanabilmek için din ile din kültürünü birbirinden ayırmak gerekir. Din ilahidir, Din kültürü ise beşeri yani insanidir. Din ile din kültürünü karıştırmak İlahi olanla insani olanı karıştırmaktır. İndirilen dinin sahibi Allah’tır, uydurulan dinin sahibi ise insandır.

Öyle ise; gerçek din ile uydurulmuş dini nasıl ayırt edeceğiz? Burada cevaplanması gereken en önemli konu, “Dinin kaynağı nedir?” sorusudur. Bu soruya verilecek cevap diğer soruların cevabını da belirleyecektir.

Günümüzde bazıları “indirilen din” ve “uydurulan din” sloganları ile sınırlarını kendilerinin çizdikleri dine indirilen, buna aykırı gördükleri din yorumlarına da uydurulan din yaftasını yapıştırmışlardır.

Uydurulan din kavramı ile bir dine sokulan bidat ve hurafeler kast ediliyorsa ( ki çoğu zaman öyle oluyor ) o zaman bu kavram ve fonksiyonlarını tartışmamız gerekir. Bidat ve hurafeler dinin özünde olmayan, bir takım yollarla sonradan dine sokulan, toplumda dini inanç ve ibadet gibi kabul gören söz, fiil ve davranışlardır. Günümüzdeki birçok hurafe, yüzyıllar öncesindeki inanışların ve kültürlerin kalıntılarıdır. Biat ve hurafeler semavi olsun beşeri olsun bütün dinler için geçerlidir. Üzülerek itiraf etmeliyim ki; çağımızda bidat ve hurafeler her geçen gün artarak fert ve toplumların dini, sosyal ve kültürel hayatlarını etkilemeye devam etmektedir. Konu ile ilgili yapılan alan araştırmalarında dünyada çok sayıda bidat ve hurafe olduğu ortaya konulmuştur.

Bunları ön plana çıkararak dünyada çok sayıda uydurulmuş din olduğunu iddia etmek isabetli olmasa gerekir. Dinler tarihine bu açıdan bakıldığında Yahudilik ve Hristiyanlığa sokulan bidat ve hurafeler İslam’a sokulanlardan kat be kat fazladır. Buna rağmen bu iki din mensupları arasında “uydurulmuş din” kavramını öne çıkarıp kullananların sayısı Müslümanlara nazaran daha azdır.

İslam âlemine gelince; kültür emperyalizmi etkisiyle bu kavramların öne çıkarılıp kullanım amaçları çok farklıdır. Müslümanları kitapları ve dinlerinden soğutarak onları sömürgeleştirme veya etkileri altına alma planları bu kavramların sıkça kullandırılarak gerçekleştirilmek istenildiği göz ardı edilmemelidir.

Öte yandan İslam âleminde dinin kaynağı konusundaki tartışmalar da bu kavramların ortaya çıkmasına etki etmiştir. Acaba dinin kaynağı sadece Kuran mıdır? Yoksa Kuran’ın yanında sahih hadisler de dinin kaynağı olarak kabul edilir mi?

Müslümanlar dinin temelde iki ana kaynağı olduğu konusunda hemfikirdirler. Kur’an ve Sahih Sünnet. Kur’an belli, elimizdeki Mushaf. Anlaşılması konusunda birinci yetkili de, onu bize tebliğ edip uygulanışını yaşayarak öğreten Hz. Muhammet’tir.

Sahih Sünnete gelince; Burada şu soruların cevaplandırılması gerekiyor. Hz. Muhammed’in din konusunda tebliğ ve örneklikten başka görevleri yok mudur? Başka bir ifade ile Hz. Muhammed’in dindeki konumu nedir?

Bu soruların cevabına geçmeden önce, Hz. Muhammet’in bir Peygamber olarak söyledikleri, yapıp ettikleri ile bir beşer olarak söyleyip yapıp ettikleri, yaşadığı zamanın örfüne göre giydikleri, yiyip içtikleri birbirine karıştırılmamalıdır. Hz. Muhammet’in bir peygamber olarak din adına söylediği, yaptığı her şey dini bir delildir ve Müslümanları bağlayıcıdır. Zamanının örfüne göre yaşadığı hayatın ise bağlayıcılığı yoktur.

Eğer sahih sünnetin dinin kaynaklarından birisi olduğu inkâr edilirse, o zaman Hz. Muhammet’in din adına Kur’an’ın dışında kurduğu bütün cümleler uydurulan din kapsamına giriyor demektir ki, bu fikrin kabulü mümkün değildir.

İslam’ı tercih etmiş akıl sahibi hiçbir kimse, Hz. Muhammedin dindeki rolünü, fonksiyonlarını inkâr edemez; onun örnekliğini, önderliğini göz ardı etmez. Ancak bu gerçeği teslim ve kabullenmek, hadis veya sünnet adıyla bize intikal eden her rivayeti hiç kritik etmeden, körü körüne kabul veya tasdik etmeyi hiçbir şekilde zorunlu kılamaz.

Hz. Peygamberin vefatından sonra hadis diye rivayet edilen bir sözün Kur’an’a, sağduyuya, akla aykırılığı hiç düşünülmeden kabullenilmesi takva, onu reddetmek ise dinin temellerinden birine indirilmiş bir darbe sayılmasının kabulü de mümkün değildir.

Cahiliye toplumunun en belirgin özelliği fıtrata ait değerlere savaş açmış olmaları ve hüküm koyucu olarak Allah ve Resulünü devre dışı bırakmalarıdır. Bizde öyle davranarak cahiliye döneminin din anlayışına dönmeyelim. Dini değerleri Kur’an-ı Kerim ve sahih sünnetten alalım. Kendi şahsi değerlerimizi kitabına uydurmayalım.

Son yıllarda ülkemizde “uydurulan din” kavramı yanına birde “Kur’an İslam’ı” kavramını ekleyerek sıkça kullananların ortak yönlerine göz attığımızda genellikle kendilerini modern, çağdaş, aydın, ilerici kabul ettikleri görülmektedir. Yaşayan Kuran olan Allah resulü Hz. Muhammedi devre dışı bırakarak bir “Kuran İslam’ı” kavramı oluşturmak ne kadar dini ve akli kabul edilebilir?

Kanaatime göre bunlar bazı bidat ve hurafeleri özellikle dillendirerek samimi Müslümanları uydurulan din mensupları olarak yaftalayıp onları dinden uzaklaştırma gayreti içerisindedirler.

Bidat ve hurafelere hepimiz karşıyız. Onları vatandaşlarımızın inanç, ibadet ve ahlak ilkeleri arasından söküp atmak ortak amacımızdır. İslam âlimlerinin çoğu bu uğurda alın teri, göz nuru akıtarak kitaplar yazmışlar, makaleler ve araştırmalar yayınlamışlardır. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığımızın gösterdiği üstün gayretler de takdire şayandır. Bütün bu gayretlere rağmen değişik sebeplerle halkımızın bazı bidat ve hurafelerden vazgeçmediği bir gerçektir.

Bu durum karşısında halkımızın yaşadığı dini hayatı uydurulan din yaftası ile değersizleştirip onları gerici, yobaz, örümcek kafalı, çağdışı yaratıklar olarak lanse etmek ne derece makul karşılanabilir sizlerin akıl ve vicdanlarınıza bırakıyorum.

“indirilmiş din- uydurulmuş din” söylemlerini dikkatsizce kullanmak Müslümanlar arasında tekfirci bir anlayışa kapı araladığı görülmektedir. Şahit olduğum birçok özel sohbette, televizyon programlarında, konferans ve panelde böyle bir eğilimin artmakta olduğunu gördüm. Bu durum bende bu söylemlerin kesinlikle yeniden değerlendirilmesi gerektiği düşüncesini doğurdu. Bu söylemlerin yol açacağı tekfirci bakış açısı yeniden hesaplanmalı ve ona göre çok daha dikkatli kullanılmalıdır.

Fahri SAĞLIK

Emekli Müftü

fahri sağlık köşe fahri sağlık