GündemKöşe Yazıları

Aydınlarımızın Sorumlulukları

Aydınlarımızın Sorumlulukları

 

Batıda aydın sınıfının ve aydın kimliğinin ortaya çıkışı Rönesans ile başlayan ve Aydınlanma ile devam eden bir dizi gelişmenin ürünüdür.

Feodal yapı ve kilise fert ve toplumları sıkboğaz ederek sömürdüğü için düşünürler başta kilise ve feodaliteye karşı direnerek kendisini olabildiğince dinden ve dini değerlerden uzak tutarak aydınlık yolun kapısını açabilmişlerdi. Ülkemizde de genel olarak aydın kavramı bu muhtevada kabul görüp değerlendirildiği için aydınlarımızın çoğu din konusunda tarihsel süreç içerisinde pek çok kırılma ve kopma yaşamışlardır. Bu durumun sebeplerinden birisi de aydınlarımızın düşüncelerinin temelinde sağlam, sağlıklı ve sahih bir din algısı ve bilgisi olmayışıdır.

Maalesef ülkemizde kendi değerlerinden ve tarihinden kopuk, mukaddeslerini inkâr eğilimi içerisinde olan, halktan uzak Cemil Meriç’in ifadesiyle “müstağrip ( Batı hayranı ) aydınlar” yetişmiştir. ( Cemil Meriç, Ümrandan Uygarlığa, İstanbul 1977, s. 9, Ötüken Yay.) Bu yüzden yazılı ve görsel medyada zaman zaman “Kurban Bayramı bu sene de yine hac mevsimine denk geldi”, “Kur’an-ı Kerimdeki hadisler” gibi garip ifadelere rastlanılmıştır.

Türk aydınında özellikle 1980 sonrası dönemde dine bakış konusunda belli bir değişim ve dönüşüm emarelerine rastlanılmakta olduğu, bu değişimin toplumumuzun İslam’ı hurafelerden arındırılmış saf şekliyle öğrenme ve anlama yönünde sarfettiği gayretler sonucu gerçekleştiği belirtilmektedir. (Subaşı, Necdet Türk Aydınının Din Anlayışı, İstanbul 1999, s, 316, Yapı Kredi Yay.)

Bu bağlamda aydınlarımızın dine bakışı kadar önemli bir konu da, dinî alanın kendi içinden aydın üretmesidir. Çünkü dini alanda da, bilgi boyutunda İslam’ın temel kaynaklarına vakıf, yeterli ve güçlü bir din kültürü ve düşüncesiyle birlikte çağdaş bilgi ve kültür düzeyi yüksek, irade sahibi bir hareket adamı olarak sahip olduğu Kur’an ve peygamber ahlakını günümüz dünyasına yeni bir yorum ve sunumla yansıtabilecek, dinî kaynakların bilgisi ile modem dünyanın bilgi birikiminin yanı sıra estetik, güzellik ve sanat yönü de son derece kuvvetli aydınlara ihtiyaç duyulmaktadır.

Aydın, içinde yer aldığı toplumun, geniş anlamda insanlığın, çağa uygun gelişimi yönünde içinde yaşadığı siyasal sistemin sınırlarını özgürlük ve adalet adına zorlayarak genişletmek üzere bilinçli ve programlı bir gayret içinde olan aksiyon adamıdır. İnsanlığın acıları karşısında, birtakım bencil ya da sudan bahanelerle sessiz kalmak aydın için affedilmez bir yaklaşım olduğu gibi kendini yetiştiren topluma da ihanettir. Aydının en temel vasfı, haktan, hukuktan yana taraf olmak, “hakkı tavsiye etmek” (Asr Suresi, 3) ve haksızlık karşısında susmamaktır. Tam da bu noktada aydın kimliğinin ve aydın sorumluluğunun en temel niteliklerinden birisi, belki de en önemlisi karşımıza çıkar “sorumluluk ahlakı.” Bu ilke, aydını bir yandan kendisiyle vicdan muhasebesine yöneltirken, diğer yandan da karşısındakine hakkaniyetle yaklaşmayı hatırlatır. Zira Türkiye’de farklı düşünce ve kanaatlere sahip olanlar, aralarındaki ilişkilerde sorumluluk ahlakı içermeyen bir ilişki tarzını rahatlıkla benimseyebilmekte ve kolaylıkla çifte standarta yönelebilmektedirler.

Aydınlarımıza düşen görev ve sorumluluklar arasında sağlam ve objektif yönü güçlü “bilimsel bilgi” ile donanma ve bu donanımla olayları ve olguları tarihsel derinlik içerisinde değerlendirme gelir. Özellikle zamanımızda iletişim teknolojisinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla mevcut bilgi birikimi herkes için rahatlıkla ulaşılabilir bir konuma gelmiştir. Çağımızda aydını çok olan ülkelerin daha güçlü bir durumda olacağı açıktır.

Her birimiz aslında birer aydın adayıyız. Aydınım demekle aydın olunmuyor. Aydın olabilmemiz için Türk aydınının taşıması gereken temel vasıfları bilip taşımamız gerekir. Bu vasıfları şöyle özetleyebiliriz. Türk aydını;

– Geçmişin birikimine sahip, güncelin farkında olmalı, geleceğe dair bakış açışına ve uzak görüşe sahip bulunmalıdır.

– Toplumsal sorumluluk sahibi olmalıdır.

– Millî, manevi değerlere bağlı ve bu değerlerle barışık olmalı, onlarla kavgalı olmamalıdır.

– İçinde bulunduğu toplumu küçümsemek ve tepeden bakmak yerine o toplumun yükselmesi ve seviye kazanmasına çalışmalı, kendisini yaşadığı toplumdan soyutlayıp müstağni saymamalıdır.

– İdeolojik saplantılara düşmemelidir.

– İlim ve irfan ehli, hikmet aşığı ve arayıcısı olmalıdır.

– İlmî ve fikrî bağnazlıktan tamamen uzak ve sorumluluk ahlakına sahip olmalıdır.

– Ve tabii ki bütün bunlarla birlikte ahlaki değerlerimizin en üst noktasında yerlerini alan nezaket, zarafet ve nezahete sahip olmalıdır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu