Köşe Yazıları

Bağy (İsyan) ve Baği (Asi)

Bismillâhirrahmanirrayim

Bağy (İsyan) ve Baği (Asi)

Bismillâhirrahmanirrayim

“Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah´ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever.” Hucurât,9

“Bir kötülüğün karşılığı, misli bir kötülüktür. Kim affeder ve ıslah ederse sevabı Allah’a aittir. O, zalimleri sevmez. Kim de zulme uğradıktan sonra yardımlaşırsa, onların üzerine yol yoktur. (Kendilerine bir şey yapılmaz, ceza verilmez). Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yerde bağy edenler üzerinedir. Onlardır acıklı bir azabın kendileri için olduğu kişiler” (Şûrâ, 40-42)

İlişkili Makaleler

Yildirimcamii

Bağy sözlükte “haktan ayrılmak, zulmetmek, haddi aşmak” anlamına gelir. Yine “Allah’a karşı gelme, dinin çizdiği sınırları aşma” mânasında  bir terim olarak da kullanılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de hem sözlük hem de terim mânalarında geçmektedir. (Kasas 28/76; Şûrâ 42/27; En‘âm 6/164; Hucurât 49/9)   Dinî ve hukukî anlamlarda isyan eden kimseye bâgī veya âsi denir. Ayrıca devlete isyan edenlerin işgal ve hâkimiyeti altındaki bölgeye dârülbağy, isyancılara ehl-i bağy, meşrû idarenin hâkim olduğu bölgeye dârüladl, burada yaşayanlara da ehl-i adl denilmektedir.

İslâm hukukçuları isyan suçunun oluşması ve buna verilecek ceza konusunda,  Hucu suresi 9. Âyetine göre Hz. Ali ra’nin Cemel Vak‘ası’nda, ayrıca Muâviye ve Hâricîler’le olan savaşlarındaki uygulamalara dayanmaktadırlar.

Devlete karşı silâhlı ayaklanmanın bağy suçu oluşturması için lâzım gelen şartlar konusunda mezhepler tarafından farklı görüşler ileri sürülmüştür. Genellikle kabul edildiğine göre bağy suçunun birinci unsuru, isyanın meşrû bir devlet başkanına veya devlet düzenine karşı yapılmış olmasıdır. Bu maksadı taşımayan karşı çıkmalar isyan suçu oluşturmaz. Prensip olarak devlet başkanının adâlet vasfına sahip olması gerekir. Hukukçuların çoğunluğuna göre bu niteliğe sahip olmayan halifenin değiştirilmesi gereklidir. Ancak hukukçular kan dökülmesine yol açacağı ve daha büyük bir fitne doğuracağı endişesiyle bu değişimin silâhla olması konusunda tereddütlü davranmışlardır . İslâm’ın ilk dönemlerindeki siyasî olayların, özellikle Sünnî hukukçuları fâsık halifenin güç kullanılarak değiştirilmesi konusunda ihtiyatlı olmaya sevkettiği söylenebilir.

Tarihi Cami

Bağyin ikinci unsuru isyanda kuvvet kullanılmasıdır; kuvvet kullanmadan devlet başkanına muhalefet etmek veya biattan kaçınmak isyan sayılmaz. Nitekim Hz. Ali ra Nehrevan’da kendisinden ayrılıp müstakil bir grup oluşturan Hâricîler’le, bunlar tayin ettiği valiyi öldürüp silâhlı isyana kalkışıncaya kadar savaşmamıştır.  Sünnî mezhep âlimleri, isyan suçunun oluşması için bunun kuvvet kullanarak yapılmış olmasını şart koşmuşlardır. Bunlara göre kuvvet kullanmadan karşı çıkanların hareketleri yerine göre başka bir suç teşkil ederse de bu davranış bir isyan suçu oluşturmaz. Mâlikîler ise kuvvet kullanma şartını aramaksızın devlet başkanına veya devletin meşrû emîrlerine karşı gelmeyi isyan kabul ederler. Zâhirîler de aynı görüşü benimser. İki görüş arasındaki ayrılık suçun teşekkülünde ve verilecek cezada farklılıklar meydana getirir. Devlet başkanının gayri meşrû emirlerini yerine getirmemenin isyan suçu oluşturmadığında tereddüt yoktur. Nitekim Hz. Peygamberimiz sav, “Allah’a isyan doğuracak yerde mahlûka itaat etmek gerekmez” buyurmuştur (Buhârî, “Aḥkâm”, 4; Müslim, “İmâre”, 39-40; Müsned, V, 66).

Bağyin üçüncü unsuru isyanda devlet başkanının değiştirilmesi veya meşrû emirlerinin uygulanmaması kasdının bulunmasıdır.

Bağy (isyan) suçu sabit olan isyancılarla savaşmak ve bu sırada onları öldürmek helâl kabul edilmiştir.

Yalnız onların müslüman olduğu ve suçlarının siyasî bir suç teşkil ettiği için zaruret halinde ve isyanı bastıracak ölçüde bir şiddete izin verilmiştir. Asilerin yaralıları öldürülmez, malları ganimet olarak dağıtılmaz ve telef edilmez, aile fertleri esir alınmaz. Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre kaçan âsiler takip edilmez; nitekim Hz. Ali ra Cemel Vak‘ası’nda kaçanları takip etmemiştir.

Ebû Hanîfe ise bu kaçış diğer isyancılara katılmayı sonuçlandıracak ve yeni bir isyana yol açacaksa onların takip edilip yakalanması, değilse takip edilmemesi görüşünü benimsemiştir. İsyanın bastırılmasından sonra harp hukuku hükümleri uyarınca âsilerin isyan sırasındaki öldürme ve yaralama gibi suçları ayrıca cezalandırılmaz; yine bu esnada yaptıkları zararlar tazmin ettirilmez. Sadece isyanlarıyla ilgili olarak ta‘zîr cezasına çarptırılırlar. Ebû Hanîfe ta‘zîr olarak ölüm cezasının da verilebileceğini ileri sürerken diğer hukukçulara göre ölüm cezası dışında bir ceza uygulanır. İsyan sırasında işlenen zina, içki içmek vb. isyanla ilgisi olmayan suçlar ise ayrıca cezalandırılır.

Unesco 2

Hukukçuların bir kısmı isyan başlamadan âsilerle savaşılamayacağı kanaatindedir. Onlar bu görüşlerini Hâricîler’e hitaben, “Siz başlamadıkça biz sizinle savaşa girmeyiz” (Mâverdî, s. 73) diyen Hz. Ali ra’nin uygulamasına dayandırmaktadırlar. Çoğunluğu teşkil eden hukukçulara göre ise âsiler hazırlık yapmakta ve isyan edeceklerine muhakkak nazarıyla bakılmakta ise savaşa başlamak için fiilen isyan etmeleri beklenmez, çünkü bu durum fitnenin büyümesine sebep olur.

Devlete isyan ve bu isyanın bastırılması İslâm hukukunda bir iç mesele olarak kabul edilmektedir. Bu bakımdan yabancı bir devletin âsilere yardım etmesi düşmanca davranışa teşebbüs kabul edilir. (Prof. Dr. Ali Şafak, TDV İslâm Ansiklopedisii, IV, 451-452 , İstanbul,1991

Rabbimiz bizleri ve tüm insanları asilere karşı Muzaffer eylesin...

Muharrem Ayı ve Aşüre günü…

Dr. Hüseyin Yıldırım

İlişkili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to top button