DEPREM ÇOCUKLARI

1990’lı yılların saf, masum çocuklarıydık. Sanal dünyadan uzak olup yüz yüze iletişimin var oluşuyla şenlendik. Kaz Dağları’na uzanan yemyeşil topraklarda...

1990’lı yılların saf, masum çocuklarıydık. Sanal dünyadan uzak olup yüz yüze iletişimin var oluşuyla şenlendik. Kaz Dağları’na uzanan yemyeşil topraklarda büyüyüp de şirin Anadolu’muzda nefeslendik. Depremlerden bahsedilince hemen akla Marmara Bölgesi ve Ege Bölgesi, Batı Anadolu Fay (BAF) Hattı gelir. Deprem deyince akla çocukluğum gelir, deprem denilince aklımıza körfez şehri Edremit gelir, deprem denildiğinde aklıma Çanakkale ve adalardaki yer sarsılmaları gelir.

Yıl 1999… 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’ni gece saat üç sularında yaşamıştık. Ben ilkokuldaydım ve gece derin uykumda ne olduğunu anlayamamıştım. O saatlerde kitaplığına kitabını yerleştiren ve hâlen ayakta olup üniversite sınavlarına hazırlanan ağabeyim haber verdi de kardeşini kurtarmak istedi sanırım. Gözlerimi açtığımda tavandaki lâmba sallanıyordu, ahşap vitrinimizdeki kitaplar ve biblolar da beşik gibi sallanıyordu. Panikledik tabi, annem ve babam da kalkmıştı komşularımızın ışıkları yandığı esnada. Anneciğimin uykusu hafifti ve erken yatıp erken kalkardı, tıpkı benim ilkokuldayken akşam saat 21.00’de yatağıma yatışım gibi. Şanslıydık aslında. İki katlı kendimize ait müstakil ve bahçeli bir evimiz vardı, alçak katta oturanlar iyi bilir ki depremi hafif hissedersiniz. Karşı apartmanımızda beşinci katta oturan yerli komşumuz o deprem sonrasında dairesini satıp başka bir apartmanda ara katlarda yaşamaya karar vermişti mesela. Saniyelerle yarışan o depremde Çanakkale’nin bazı ilçeleri ve başta Sakarya, Yalova, Kocaeli, Gölcük, İstanbul olmak üzere Marmara ve Ege’nin güzel şehirleri yerle bir olmuştu. Birçok komşumuz birkaç hafta bahçelerinde sabahlamıştı, yaylalar misali yerde serilip kamp kuranlar olmuştu deprem sonrası.

Deprem profesörümüz olan o tonton deprem amcamız Ahmet Mete Işıkara’nın her talimatına uymuştuk sonraki beş yılda. Nur içinde yatsın o güzel bilim uzmanı. Yıl 2019… İşte tam yirmi yıl geçti aradan. Bu yıl 17 Ağustos 2019 tarihiyle Marmara Depremi’nin 20. yıl dönümünü anıyoruz Batı Anadolu’nun çocukları olarak. Deprem yılında doğan bebeklerimiz şu an 20. yaşlarına adımladılar ve “deprem çocuğu, enkaz çocuğu, depremzede” diye anıldılar, belki de kendilerini etiketlenmiş gibi ötelenmiş hissiyatına büründüler. Prefabrik evlerde yaşam mücadelesi veren, evsiz kalan o canlar hayata sil baştan ve yeniden tutundular devlet yardımıyla. Vatandaşımızın maddî, manevî desteğiyle günlük yaşama sıfırdan başladı güçlü Türk insanımız. Gözlerinin önünde yerle bir olan o gökdelen evlerinde yaşadıkları anıları hafızasından silemedi o günkü yavrularımız. Çürük ve eksik malzemelerle bir tuğlanın hesabını yapan, para hırsıyla gözleri dönen bazı tedbirsiz mühendis ve mimarlarımız kelepçeli ellerle demir parmaklıklar ardına alındı 1999’da lâkin neye yaradı binlerce can enkaz altında kaldıktan sonra.

Bugün nefes alıyorum ve ailemle birlikte hayattayız çok şükür fakat ben de etkilendim o büyük depremden. Çanakkale’deki çocukluğumun geçtiği ilçemizin sokağından fay hattı geçiyor mesela. Bir gündüz vakti sokağımızı deprem için teftişe gelen görevliler bildirmişti sokaktan fay hattı geçtiğini ve evlerdeki çatlakları kontrol etmişlerdi ben çocukken. Ne zaman durgun bir hava, aşırı ve sıkıntılı bir yaz ayı olsa annem deprem olacağını iyi tahmin ederdi. Ve bizim evimiz de depremi hissederdi. Allah korusun daha şiddetli bir deprem olsa, Çanakkale ve İstanbul il sınırlarını kucaklasa ve evimiz yerle bir olsa “Ne yaparız?” diye panikleyip gelecek korkusunu hep yaşamışımdır. Özellikle yaz aylarında yaşadığımız o depremlerde ikinci katımızdaki balkonumuz hep aynı yerinden çatlardı. Her ne kadar annemle babam o çatlağı sıvayıp da badana yapsalar dahi gelecek yaza yine çatlardı. Sapasağlam ve kaliteli tuğlalarla özenle bir ustamıza yaptırdığımız ekmek fırınımız bile dışından çatlamıştı, avlu duvarımızdaki incecik çatlakları da fark ederdim yakından bakınca. Ölüm sinsi bir misafirdir aslında. Ölmeden evvel tüm hayallerimizi yaşatabilsek, iyilik tohumları ekebilsek, bu dünyadan göçerken bizden sonrakilere güzel şeyler bırakabilsek ne mutlu bizlere.

Ve 1999 yılının Şubat ayı da hüzün yağmuru bırakır yine bende. Rahmetli devlet sanatçımız, Türk pop müziğinin kralı ve 7’den 77’ye herkesin çok sevdiği Barış Manço’nun ölüm yılıdır 1999. Barış MANÇO gerçekten dev bir sanatçıydı. Kliplerinde işaret dilini ilk kez kullanan, o dönemin şartlarında yurtdışına çıkıp da renkli klipler çeken, çocukları çok seven, insana yürekten değer veren, yabancı dili mükemmel olan, başarılı, iletişimi güçlü, zeki ve insancıl bir sanatçıydı hepimizin gözünde. Şimdiki çocuklar onu görememiş olsalar bile nasıl da tanıyorlar şarkılarından. Arkadaşım Eşek, Gülpembe, Dağlar Dağlar, Kol Düğmeleri başta olmak üzere sıradan lâkin birbirinden anlamlı şarkı sözleriyle gönüllere kazındı ve ekol oldu. Atasözleriyle Türk folklorunu kaynaştırıp şarkı sözleri yarattı. Onun gibi bir sanatçı az bulunur, mekânı cennet olsun. Yayınevinde yayımlanan deneme kitaplarımın birinde de ismine kısaca değinmiştim. Çocukken hep onunla evlenme hayalim vardı, elbette kendisi her çocuğun sevgilisiydi.

1999’dan 2019’a… Nasıl da su gibi geçti zaman ve 20. yılı devirdik depremlerle. Marmara Bölgesi’nde yaşayan, Ege şivesiyle büyüyen, Yörük kültüründen nasiplenen, Kaz Dağı’nda nefeslenen bir Sarı Kız’ım ben de. Deprem çocuğuyum ve yurdumun sesini kaleme alıyorum. Tertemiz yarınlarda, depremsiz geçen günlerde, şiir gibi mehtaplı gecelerde, hülyalı sabahlarda buluşmak dileğiyle anılarla kalın.

ELİF YAVAŞ

TARİH: 09 Eylül 2019 – Pazartesi

İzmir’in Düşman İşgalinden Kurtuluşunun Yıl Dönümü.

SON DAKİKA HABERLERİ

Elif Yavaş Diğer Yazıları