Marka Semineri
Geçtiğimiz hafta Nisan ayının 20’sinde sunumunu gerçekleştirdiğim “Marka Hesaplanması ve Raporlanması” adlı seminerimden söz etmek istiyorum...
Geçtiğimiz hafta Nisan ayının 20’sinde sunumunu gerçekleştirdiğim “Marka Hesaplanması ve Raporlanması” adlı seminerimden söz etmek istiyorum sizlere.
İçerisinde bulunduğum Muhasebe ve Finansman Tezli Yüksek Lisans Programı gereği, epey zaman hazırlandığım bir seminerdi bu. Benim için ‘Büyük Gün’dü diyebilirim. Hayatın bu tür noktalarında zaten zor olan bir şeyi daha da zorlaştırmaya bayılan bir yapım var maalesef… O yüzden bu süreç benim için pek de kolay olmadı. Bu Büyük Gün’de beni yalnız bırakmayan, yanımda olan saygıdeğer hocam, danışmanım Prof. Dr. Hüseyin Akay’a, Balıkesir SMMMO Başkanı Metin Yalçın’a, Hasan Sezgin’e, Dr. Öğr. Üy. Serap Yücel’e, Dr. Öğr. Üy. Özlem Kuvat’a, Arş. Gör. Yahya Katı’ya, Arş. Gör. Arif SEZGİN’e, Balıkesir Murat Eğitim Kurumları’na, sevgili arkadaşlarıma ve canım aileme teşekkürü bir borç bilirim.
Seminer hazırlık sürecinde aslında bu konuda ne kadar bilgisiz olduğumuzu ve algılarımızı kolayca çeşitli markaların yönetmesine izin verdiğimizi fark ettim. Nasıl diyeceksiniz? Herhangi bir obje; bir cep telefonu, ayakkabı, araba veya bir gömlek markası düşünün. Aklınıza ilk gelen marka sizin sempatiniz ya da antipatiniz sayesinde şu an bile fazlasıyla prim yapmakta. Tabii, günümüzde marka almamak ya da kullanmamak çok da olası değil ya da bir kurumun markalaşmaya karşı dimdik durup kendi yağında kavrulması az, hatta çok az bir ihtimal. Burada dikkat çekmek istediğim anekdot; marka kullanmamak değil, “markaların esiri olmamak”.
Çok basit bir örnek verebilirim. İPhone 9, İPhone 9 Plus, İPhone 10, 11,12… Hepsinin alıcıları hangi özelliği taşırsa taşısın bir öncekinden daha iyi olmasa bile (İphone 7 Plus’taki özelliğin İPhone 8’de olmaması gibi) hazır diyebiliriz. Sırf 6 serisi pembe, 7 serisi kırmızı, 8 serisi bir başka renk seçeneğiyle lansman yaptı diye bizler buna bayılıyoruz, şişiriyoruz, abartıyoruz… Laf başı gelince uzay çağında yaşıyoruz ama kırmızı renk İPhone görünce Ufo Gören Masum Köylü’yü oynuyoruz! Aslında tüm bunların başlıca sebebi her bireyin kendi içinde bir marka ruhu olmasından kaynaklanıyor diyebiliriz. Bir ortamda oturduğumuzda telefonumuzu, arabamızın anahtarını, cüzdanımızı veya çantamızı (istemli ya da istemsiz) masaya koymamız bile kendimizi dış çevreye karşı pazarlamamızı, sunuşumuzu ifade etmektedir. Bu ne kadar doğru ne kadar yanlış, tartışılır fakat bu yadsınamaz bir gerçektir. Ve bir gerçek daha var ki bu işi abarttıkça abarttığımız.
Alışveriş çoğu insana haz verir, anlık mutluluklarla meşgale
olup sahip olma arzumuzu başka hislerimizin önüne geçirerek o anki
hedefimize ulaşma çabamızdır alışveriş. Farkındaysanız ayağını
yorganına göre uzatmamayı dayatan bir topluma doğru el ele tutuşmuş
hep birlikte yol alıyoruz. Hızlı tüketirken yavaş üretiyoruz (ki bu
ayrıca kaleme alınması gereken bir konu). Çocuklar birbirinden
görüp tablet pc oyuncak istiyorlar. Tablet pc ne zaman bir oyuncak
oldu? Legolar seviye mi atladı? Uzay çağı? Elon Musk? Kırmızı
İPhone? Neyse ne diyorduk… Nike, Adidas vb. markaların
ayakkabılarından istiyorlar. Bugün bu ve benzeri bir ayakkabı 300,
400, 500 TL demek. Asgari ücret 1.603 TL desek; o çocuk o ay mutlu
ama 5 taksit yapan ebeveyn 5 ay mutsuz demek. Bugün çeşitli dizi,
film ve reklamlardan etkilenen genç nesil bireydeki kalite
algısının marka giyinmek, markalaşmış mekânlarda bulunmaktan öte
olduğunu düşünmüyorlar. Mercedes-Benz otomobilimiz, Louis Vuitton
çantamız, Gucci kemerimiz, Lacoste tişörtümüz olsa da olmasa da bir
duruşumuz olduğunun, kaliteli birey algısının bu ve türevleriyle
hiçbir ilgisi olmadığının bir an önce sindirilmesinden yanayım. Bu
özendirici ve özendirmeye sürükleyici zihniyetin kırılmasından, bu
dayatmaya ‘dur’ denmesinden yanayım.
İnsanız neticesinde; her şeyin en iyisini istiyor, istiyor da
istiyoruz. Kronik elde etme ve tüketme eğilimli kölelere dönüşmek
istemiyorsak; işe bu istek ve arzuların bir sonu olmadığını,
algılarımızı kolayca teslim etmememiz gerektiğini, anlık
mutluluklara dayalı vadeli mutsuzluklar yaşamaya bu denli hazır
olmamamız gerektiğini anlamakla başlayabiliriz. Bu hafta aynada
sahip olma arzunuzla, borçlarınızla ve en önemlisi kendinizle
yüzleşeceğiniz bir hafta olması dileğiyle…
Haftaya görüşmek üzere…