Ölümün Gölgesindeki Güzellikler

Macit Ermiş

Macit Ermiş

Tüm Yazıları

Balıkesir’in sokaklarında her gün yanından geçip gittiğimiz, kimi zaman gölgesinde soluklandığımız ağaçların aslında bir kısmının sessiz birer “zehir haznesi” olduğunu biliyor muyuz? Doğanın güzelliği bazen, insanın aklını zorlayan bir tezatla karşımıza çıkıyor: En güzel olan, en tehlikeli olabilen…

Balıkesir’in en zehirli ağacı zakkum. Bahçelerde süs bitkisi olarak büyür; pembe çiçeklerini nazlı nazlı açar. Oysa yapraklarında ve dalında saklı toksinler, en küçük temasla bile insanı sersemletecek kadar güçlüdür. Görme bozuklukları, bayılmalar, kalp ritmini altüst eden etkiler… Ne ironidir ki, bu ölümcül güzellik aynı zamanda sivrisinekleri yok eden bir doğal savaşçı; ilaç sanayisinin de asırlık bir ham madde kaynağıdır. Ölümle şifanın aynı gövdede buluşması gibi…

Dünyanın en tehlikeli ağaçlarına baktığımızda masal ile gerçeğin birbirine karıştığını görüyoruz.
Folklorda anlatılan “insan yiyen ağaç” belki bir efsane… Ama gerçek hayatta ondan çok daha ürkütücü çeşitler var.

Florida kıyılarındaki Manşinel ağacı mesela… Meyvesi elmaya benzer, kokusu davetkârdır ama adı boşuna “küçük ölüm elması” değildir. Tek lokma ölüm, damlası kabarcık…

Hindistan’ın İntihar Ağacı gibi… İnsanların meyvesini bilinçli biçimde hayatlarına son vermek için kullandıkları, adını trajedilerden almış bir ağaç. Buna rağmen bahçe çitlerini süsler, tohumu fare zehirine karışır.

Avustralya’nın bunya çamı, top gibi dev kozalaklarını bir anda bırakır; on kiloluk bir “doğal mermi” kimsenin üzerine düşmek istemeyeceği bir armağandır.

Gympie-Gympie… Yaprağına dokunan günlerce acı çeker. Bir ağacın tüylerinin bile insanı çıldırtacak güçte olabileceğini hatırlatır.

Striknin ağacı, kum havuzu ağacı, sütlü mangrov… Hepsi aynı gerçeği haykırıyor:
Doğa, hem anaçtır hem acımasız.

Fakat bir yanda ölüm, diğer yanda mucize…
Tüm bu zehirli ağaçların neredeyse tamamı, şifa kaynağı olan bileşenler üretir. Kimisi ilaç olur, kimisi böcek kovar, kimisi kıyıyı fırtınalardan korur. Tehlike ile faydanın birbirine bu kadar yakın durduğu başka kaç dünya vardır?

İstanbul’un kalbinde bile, Atatürk Arboretumu’nda göğe yükselen sekoya devleri yaşar. 450 yıllık çınar gibi duran bu “orman anıtları”, zamanın bile eğemediği sessiz tanıklardır. Dolmabahçe’nin, Maslak Kasırlarının bahçelerinde dünyanın en eski canlı türlerinden birinin örnekleri durur. Bir yanda ölümcül zakkum, diğer yanda ölümsüz sekoya… Hepsi aynı toprağın çocukları.

Bugün insanın öğrenmesi gereken en büyük ders şudur:

Ağaçlardan korkmayalım. Ama ağaçları hafife de almayalım.
Her gölge masum değildir; her yaprak ölüm getirmez. Doğru bilgiyi bilirsek, zehirli olanla mesafemizi korur, zararsız olanla şehrimizi güzelleştiririz.

Balıkesir gibi doğanın içinde bir şehirde, tehlikeyi tanımak yaşam bilgisidir.
Ama asıl mesele, ağaç sevgisinden vazgeçmemektir.

Çünkü dünya, insanın hırsı karşısında yok olan ormanların değil, bilinçle dikilen, emekle büyütülen yeni fidanların omuzlarında yükselecek.

Zehirli de olsa, dev bir sekoya da olsa…
Her ağaç, insanı hem uyarır hem yaşatır.

balıkesir ağaç