Balya’da Sobanın Tütüsü, Köyün Nefesidir
Balya’nın köylerinde yine bacalar tütmeye başladı…
Sabahın erken saatlerinde Akbaş Köyü’nden geçerken, iki evin bacasından yükselen dumanlar gökyüzüne karışıyordu. Hava soğuktu ama o dumanın içinde sıcak bir şey vardı — köyün nefesi, köyün yaşamı…
Her yıl olduğu gibi bu mevsimde Balya’nın köyleri meşe odununun kokusuna bürünür. Orman İşletmesi’nin tahsis ettiği odunlarla köylüler sobalarını yakar, kışın soğuğunu dumanın sıcaklığıyla kırarlar. Bu duman, sadece odunun yanışını değil, bir geleneğin, bir yaşam biçiminin de tüttüğünü anlatır.
İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da yaşayan Balya kökenliler için de köyleri, soğuğun bile sıcacık hissettirdiği bir sığınaktır. Pandemi döneminde çoğu evini yeniledi, yeniden yaşanır hale getirdi. Çünkü şehirde dört duvar arasında nefes almak zor, ama köyde sobanın başında nefes almak huzurdur.
Odun sobasının çıtırtısı, köy evlerinde televizyonun sesinden daha anlamlıdır. Çünkü o ses, bir dönemin, bir çocukluğun, bir anının yankısıdır. O sesle birlikte kaynar çay, közde pişen patates, kış gecelerinin en samimi sohbetleri gelir.
Köy halkı doğal yaşamdan kopmak istemiyor.
Ilıca Beldesi’ndeki sıcak termal suyun depolanarak köylere verilmesini elbette istiyorlar. “Sağlıklı olur, bereket olur,” diyorlar. Ama ardından bir cümle geliyor ki, bütün köylerin ortak sözü oluyor:
“Sıcak su gelsin ama sobadan vazgeçmeyiz!”
Balya’nın köylerinde soba sadece ısınma aracı değildir. O, geçmişin bir izi, bugünün sıcaklığı, yarının da umududur.
Bacalar tüttükçe köy yaşar…
Ve duman gökyüzüne değil, kalplere işler.