Onur Ayan

Onur Ayan

SİZ BAYRAK NEDİR VATAN NEDİR BİLİR MİSİNİZ?

Ya baba.. Belki çok belli edemez duygularını ama ilk kucağına aldığında,ilk kokusunu duyduğunda neler hisseder bilebilir misiniz? Baba olmadan bilemezsiniz..

Düşmanın nerde ve kim olduğunu bilmeden, çocuklarımızı ortaya savaşsınlar diye atanlar.. Terör denen belada çocuklarımızı kurban edenler size soruyorum. Siz anlar mısınız analar babalar ne hisseder,ne düşünür… BİLEMEZSİNİZ… Çünkü siz hiç evlat diye kefene sarılmadınız.

BİLEMEZSİNİZ… Çünkü siz hiç oğlumun,şehidimin kanı diye bayrağa sarılmadınız.

Yazının Devamı

VATANI KORUMAK ÇOCUKLARI KORUMAKLA BAŞLAR

İslam dinince de giyimi, inancı durumu ve görüşü her ne olursa olsun hiç bir neden tecavüz için mazur görülemez. Bu bir saldırıdır, zulümdür ve en büyük haksızlıklardandır. İslam bu günahı her açıdan bir hak ihlali ve büyük günahlardan saymıştır.

Biliyoruz ki küçük yaşta evliliğe sürüklenen çocukların ülkemizin aydınlık geleceğine, gelişim sürecine hiçbir faydasının olmadığı gibi o çocuklarla birlikte ülkemiz de felakete sürüklenmektedir. Vicdan nedir bilmeyen ve küçük çocukların hayatlarını mahveden mahlukların affedici unsurla yargılanması kabul edilemez. Kadınlara ve çocuklara reva görülen bu tecavüz düzenini kabul etmiyorum.

********************

Yazının Devamı

ÖZÜR DİLERİM...

Geleceğini kararttım, bununla da yetinmeyip sana tecavüz ederek hayatın boyunca yaşayacağın ağır bir travma ile başbaşa bırakıp tecavüzcünü aklarken ses çıkaramadım sana sahip çıkamadım çocuğum, çok özür dilerim.

Şimdi bu utançla bir kaç sosyal medya paylaşımı ve birkaç süslü püslü gazete haberi ile utancımı gizleyip, sonra hayatıma devam edeceğim kusuruma bakma çocuğum. Hatta çocuğum bu tecavüzleri yapanları şiddetle kınadım bak yalanım yok. Şiddetle kınamaya da devam ediyorum…

Canım Atam en çok da senden özür dilerim.Sen bu vatanı çocuklarımıza, gençlerimize bıraktın ama biz cinsel ilişkiye rıza yaşını 12’ye indirerek,çocuk istismarı mahkumlarına af önergesi vererek, bol bol çocuk yapmaya odaklanıp onların geleceğini düşünmeyerek, çocuklarımızı işçi gibi çalıştırararak Yeni ve kalabalık bir Türkiye hayali ile çocuklarımıza sahip çıkamayarak seni rahat uyutmadık Atam özür dilerim.

Yazının Devamı

ÖZÜR DİLERİM...

Geleceğini kararttım, bununla da yetinmeyip sana tecavüz ederek hayatın boyunca yaşayacağın ağır bir travma ile başbaşa bırakıp tecavüzcünü aklarken ses çıkaramadım sana sahip çıkamadım çocuğum, çok özür dilerim.

Şimdi bu utançla bir kaç sosyal medya paylaşımı ve birkaç süslü püslü gazete haberi ile utancımı gizleyip, sonra hayatıma devam edeceğim kusuruma bakma çocuğum. Hatta çocuğum bu tecavüzleri yapanları şiddetle kınadım bak yalanım yok. Şiddetle kınamaya da devam ediyorum…

Canım Atam en çok da senden özür dilerim.Sen bu vatanı çocuklarımıza, gençlerimize bıraktın ama biz cinsel ilişkiye rıza yaşını 12’ye indirerek,çocuk istismarı mahkumlarına af önergesi vererek, bol bol çocuk yapmaya odaklanıp onların geleceğini düşünmeyerek, çocuklarımızı işçi gibi çalıştırararak Yeni ve kalabalık bir Türkiye hayali ile çocuklarımıza sahip çıkamayarak seni rahat uyutmadık Atam özür dilerim.

Yazının Devamı

SELÇUK GEZİ NOTLARI -2

Amazon adı ile bilinen kadın savaşçılar tarafından kurulan Efes Antik kenti ; Dünyanın 7 harikasından birisi olan Artemis Tapınağı‘nın da bulunduğu ülkemizin dünyadaki en meşhur, en çok ziyaretçi alan tarihi yerlerinden birisi.Burayı geszmek saatlerimi alacağı için güne erken başlamayı tercih ettim. Efes hem ticaretin, hem dinlerin, hem de kültürlerin başkenti olmayı başarmış bir şehir. Antik kentin harabelerini gezerken bunu tüm benliğiniz ile hissedebiliyorsunuz. Muhteşem bir dizayn ve düzen içinde adeta ince matematiksel hesaplarla kurulmuş çok düzenli bir yerleşim yeri.Kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına dayanan ve Helenistik dönemden tutunda Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine kadar aktif yerleşim yeri olarak kullanılan bu soylu kent Efes; Hristiyanlığın Hac merkezi olarak kabul edilmesi ile muhteşem bir tarih aslında. Efes Antik Kentin de bulunan Hadrianus Tapınağı girişinde Efes’in kuruluşunu anlatan şu cümleler bulunuyor;

“Atina kralı Kodros’un cesur oğlu Androklos, Ege’nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı’nın kâhinlerine danışır. Kâhinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege’nin lacivert sularına yelken açar… Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yaban domuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler… “

Efes tarihçilere göre Asya’da bulunan en önemli ticaret merkeziymiş.Efes kenti Bakire Meryem’in bu kente gelmesinden sonra adeta yıldızlaşmış ve ünü her tarafa yayılmış. Lakin o olaydan bir süre sonra sık sık el değiştirmiş ve 1304 yılından sonra Türklerin eline geçmiş. Efes antik kentinde Artemis Tapınağından sonra en ön plana çıkan diğer yapı tabiki Efes Antik Tiyatrosu. İçini gezerken çok etkilendiğim bir yer. (Kendim de tiyatrocıuyum ya sanırım ondan) Yapılırken herşeyin en ince detayı ile düşünüldüğü şimdi bile eşini yapmanın mümkün olmadığı bir yapıt. 24 bin kişilik bir devasa tiyatro. O dönemde kimbilir hangi eserlere ev sahipliği yapmıştır.Tiyatrodan çıkıp şehrin sokaklarında yaklaşık 100 metre ilerliyorsunuz ve karşınızda bambaşka bir sanat eseri sizi bekliyor. Yapı olarak tarihi duvarların üzerinde ki yazılardan da okuyabildiğiniz Celsus Kütüphanesi daha içeriye girmeden dış görünüşü ile sizi büyülemeye yetiyor.Bu bina il ilgili bir iddiayı sizinle paylaşmak isterim.. Kütüphanenin hemen karşısında bir genel evin olduğu söyleniyor.Diğer antik kentlere bakıldığında bu durumun ilk olduğu söylenemez. Ancak iddia şöyle ki kütüphanenin içinden bu geneleve çıkan gizli bir geçit varmış.O dönem insanlar karısına yakalanmadan bu yoldan geneleve gidiyorlarmış. Hanımlar da bizim adam okumaya gitti çok kültürlüdür diye komşularına hava atıyormuş. Valla ne diyim şakaysa komik değilse daha da komik.Antik Kentin en ilginç yerlerinden biri de Yamaç Evler. Bu bölümü gezmek için ayrıca kişi başı 20 TL ödemek zorundasınız. Müze kart bu bölge için geçmiyor. Bu bölgede kentin zenginleri yaşıyor. Balıkesir’de ki Değirmen boğazının oradaki konakları düşünün işte. Evlerde yok yok. Düşünün o dönemde alttan ısıtmalıymış evler.Gerisini siz varın hayal edin… Daha anlatacak çok şey var bu antik kent için ama gerisini gezerek siz öğrenin diyip diğer bir tarihi yeri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu arada unutmadan söylemek isterim Efes’in şuanda sadece 30 da 1’nin keşfedildiği söylentiler arasında….

Yazının Devamı

SELÇUK GEZİ NOTLARI -1

İlk durağımız İncil yazarı St. John’un mezarının bulunduğu klise. Hıristiyanlığın kutsal mekânı sayılan bu yer Bizans İmparatoru Büyük Iustinianus tarafından inşa ettirilmiş en büyük yapılarından birisi. Altı kubbeli kilisenin merkezi kısmında, altta, Hz. İsa’nın en sevdiği ve çarmıha gerilişinden kısa bir süre önce annesini teslim ettiği, havarisi St. Jean’ın mezarı bulunuyor. St. Jean’ın, İsa’nın çarmıha gerilişinden sonra Meryem Ana’nın Kudüs’te kalmasını sakıncalı bularak, oradan kaçırıp buraya getirdiği rivayet ediliyormuş.Hz. Meryem’in 101 yaşına kadar Bülbül Dağındaki bu yerde yaşadığı ve burada öldüğü; St. Jean’ın Meryem Ana’yı yine bu dağda kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği bir yere gömdüğü de söylemtiler arasında…. Hıristiyanlığın yayılmasından sonra Meryem Ana’nın bulunduğu yere Hıristiyanlarca haç şeklinde bir kilise inşa edilmiş ve bu ev papalık tarafından 1967’de Hıristiyanlığın kutsal bir yeri ilan edilmiş. Burada 15 Ağustos’u izleyen ilk pazar günü ayin yapılıyor ve gelenler hacı oluyormuş. Yapının kuzeyinde bir hazine odası ve vaftizhane de vardır.Defalarca Selçuk’a gelmiş biri olarak bu mekanı ilk defa gezdim. Daha içeriye girer girmez bizi karşılayan mezarlar ile yolumuza devam ediyoruz. Mekan Selçuk’a hakim bir tepede olduğu için içeriye girdikçe manzarada güzelleşiyor. Bir de yağan yağmur bu tarihi gezimizi çok daha keyifli hale getiriyor.Klisenin yıkık haline gezerken farkedemiyorsunuz ama maket halini görünce şuan içinde bulunduğunuz yerin önemi bir kat daha artıyor. Genelde Selçuk tarafına tur düzenleyen firmalar bu kliseye uğramıyorlar. Benim tavsiyem Selçukta gidilecek yerler kısmına St. John Klisesini mutlaka eklemeniz.

Bugünkü ikinci adresimiz Tarihi İsabey Camii; 1375 yılında Aydınoğlu İsabey tarafından Mimar Ali’ye inşa ettirilmiş. 51×57 m. ölçülerindeki bu camide Efes’le Artemis Tapınağı’ndan getirilen mimari parçalar kullanılmış. Kubbenin pandantifleri çini levhalarla, pencere pervazları stelaktit, örgü motifleri ve renkli taşlarla süslenmiş. Caminin daha giriş kapısında heybetinden dolayı bir dur diyorsunuz kendinize. İçeriye girip bahçeye çıktığınızda hayretiniz hayranlığa dönüşüyor. Çünkü bahçede ki sütünlar sanki cami bahçesinde değil de bir müzenin ya da antik bir kentin sokaklarında yürüyormuşsunuz izlenimi bırakıyor. Gittiğim yerlerde tarihi camileri ziyaret etmeye ve incelemeye özen gösteririm. Özellikle söylemeliyim ki Tarihi İsabey Camiisi gerçekten ilgi çekici ve görülmeye değer bir yer.

Ve tabiki son durağımız her gittiğimde ayrı bir keyif aldığım Çetin Maket Köy.Kuşadasına yaklaşık 15 km kala yol kenarında Nazmiye ve Ayhan Çetin çiftinin çocukluk öykülerinin silinip gitmemesi için kurdukları müze aslında burası.Dışardan baktığınız zaman derme çatma biryer gibi gözüküyor.Ama içeriye 6 TL ödeyip giriş yaparsanız Anadolu köy yaşamını ve geleneklerini bütün ayrıntılarıyla görme şansına sahip olacaksınız. Müzede bebek örnekleri, maketler ve heykeller bulunuyor. Bunlar Batı Anadolu köylerinin günlük yaşantısını, örf ve adetlerini, unutulan çocuk oyunlarını yansıtıyor. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’nda cephedeki durum, cephe gerisindeki viran olmuş, yokluk içindeki köyler, cepheye yiyecek ve cephane taşıyan konvoylar, Elif’in Kağnısı gibi kompozisyonlara da yer veriliyor. Bunun yanı sıra Anadolu’nun değişik yörelerinden Silifke, Ağrı kadın, Ege kadın, Ege zeybek gibi folklor ekipleri, “Ye kürküm ye”, “Parayı veren düdüğü çalar” gibi Nasrettin Hoca fıkraları ve taş devrini anlatan kompozisyonlar da mini maketlerde hayat buluyor. Çetin Kültür Köyü Müzesi iki bölümden oluşuyor. Bahçeden adımınızı attığınız anda kendinizi gerçek bir köy ortamında buluyorsunuz. Öyle ki, cansız olduklarını bilmeseniz, uzaktan baktığınızda gerçekten bir köye geldiğinizi sanabilirsiniz. Bir odada yün eğiren, kilim dokuyan köylü kadınlar, bir odada demir döven ustalar, bir odada kalaycılar, nalbantlar… Gerçek boyutlardaki bu maketler, hareketli-sesli bir sistemle uygulanarak ziyaretçilerine geçmişi birebir yaşatıyor. Müzenin ikinci bölümünü oluşturan iç kısmı ise başka bir şaşkınlık yaratıyor insanda. Kız isteme, düğün, nişan, asker uğurlama, kurban alımı, şişe vurma, ayı oynatma, sünnet gibi örf ve adetler, telden araba ve oyuncak yapma, koyun gütme, tarla sürme, ekin işleme, avcılık, değirmencilik, demircilik, tenekecilik, testicilik, nalbantlık, kadınların kış hazırlıkları, koyun kırkma, koyun sağma, halı ve kilim dokuma, çerçiden alışveriş, kervandan alışveriş, cami, eve su taşıma gibi Anadolu’ya ait ritüeller en ince detayına kadar işleniyor.Müzedeki tüm eserler 300 metrekarelik bir alana yayılıyor. Müzeyi kuran Ayhan Çetin ve eşi Nazmiye Çetin, 1980’li yıllardan beri sürdürdükleri çalışmalarının ürünlerini burada gururla sergiliyorlar. Kompozisyonlardaki figürler ve resimler Ayhan Çetin, kıyafetler ve aksesuarlar ise Nazmiye Çetin’in emekleriyle ortaya çıkmış.

Yazının Devamı

SELÇUK GEZİ NOTLARI -1

İlk durağımız İncil yazarı St. John’un mezarının bulunduğu klise. Hıristiyanlığın kutsal mekânı sayılan bu yer Bizans İmparatoru Büyük Iustinianus tarafından inşa ettirilmiş en büyük yapılarından birisi. Altı kubbeli kilisenin merkezi kısmında, altta, Hz. İsa’nın en sevdiği ve çarmıha gerilişinden kısa bir süre önce annesini teslim ettiği, havarisi St. Jean’ın mezarı bulunuyor. St. Jean’ın, İsa’nın çarmıha gerilişinden sonra Meryem Ana’nın Kudüs’te kalmasını sakıncalı bularak, oradan kaçırıp buraya getirdiği rivayet ediliyormuş.Hz. Meryem’in 101 yaşına kadar Bülbül Dağındaki bu yerde yaşadığı ve burada öldüğü; St. Jean’ın Meryem Ana’yı yine bu dağda kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği bir yere gömdüğü de söylemtiler arasında…. Hıristiyanlığın yayılmasından sonra Meryem Ana’nın bulunduğu yere Hıristiyanlarca haç şeklinde bir kilise inşa edilmiş ve bu ev papalık tarafından 1967’de Hıristiyanlığın kutsal bir yeri ilan edilmiş. Burada 15 Ağustos’u izleyen ilk pazar günü ayin yapılıyor ve gelenler hacı oluyormuş. Yapının kuzeyinde bir hazine odası ve vaftizhane de vardır.Defalarca Selçuk’a gelmiş biri olarak bu mekanı ilk defa gezdim. Daha içeriye girer girmez bizi karşılayan mezarlar ile yolumuza devam ediyoruz. Mekan Selçuk’a hakim bir tepede olduğu için içeriye girdikçe manzarada güzelleşiyor. Bir de yağan yağmur bu tarihi gezimizi çok daha keyifli hale getiriyor.Klisenin yıkık haline gezerken farkedemiyorsunuz ama maket halini görünce şuan içinde bulunduğunuz yerin önemi bir kat daha artıyor. Genelde Selçuk tarafına tur düzenleyen firmalar bu kliseye uğramıyorlar. Benim tavsiyem Selçukta gidilecek yerler kısmına St. John Klisesini mutlaka eklemeniz.

Bugünkü ikinci adresimiz Tarihi İsabey Camii; 1375 yılında Aydınoğlu İsabey tarafından Mimar Ali’ye inşa ettirilmiş. 51×57 m. ölçülerindeki bu camide Efes’le Artemis Tapınağı’ndan getirilen mimari parçalar kullanılmış. Kubbenin pandantifleri çini levhalarla, pencere pervazları stelaktit, örgü motifleri ve renkli taşlarla süslenmiş. Caminin daha giriş kapısında heybetinden dolayı bir dur diyorsunuz kendinize. İçeriye girip bahçeye çıktığınızda hayretiniz hayranlığa dönüşüyor. Çünkü bahçede ki sütünlar sanki cami bahçesinde değil de bir müzenin ya da antik bir kentin sokaklarında yürüyormuşsunuz izlenimi bırakıyor. Gittiğim yerlerde tarihi camileri ziyaret etmeye ve incelemeye özen gösteririm. Özellikle söylemeliyim ki Tarihi İsabey Camiisi gerçekten ilgi çekici ve görülmeye değer bir yer.

Ve tabiki son durağımız her gittiğimde ayrı bir keyif aldığım Çetin Maket Köy.Kuşadasına yaklaşık 15 km kala yol kenarında Nazmiye ve Ayhan Çetin çiftinin çocukluk öykülerinin silinip gitmemesi için kurdukları müze aslında burası.Dışardan baktığınız zaman derme çatma biryer gibi gözüküyor.Ama içeriye 6 TL ödeyip giriş yaparsanız Anadolu köy yaşamını ve geleneklerini bütün ayrıntılarıyla görme şansına sahip olacaksınız. Müzede bebek örnekleri, maketler ve heykeller bulunuyor. Bunlar Batı Anadolu köylerinin günlük yaşantısını, örf ve adetlerini, unutulan çocuk oyunlarını yansıtıyor. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’nda cephedeki durum, cephe gerisindeki viran olmuş, yokluk içindeki köyler, cepheye yiyecek ve cephane taşıyan konvoylar, Elif’in Kağnısı gibi kompozisyonlara da yer veriliyor. Bunun yanı sıra Anadolu’nun değişik yörelerinden Silifke, Ağrı kadın, Ege kadın, Ege zeybek gibi folklor ekipleri, “Ye kürküm ye”, “Parayı veren düdüğü çalar” gibi Nasrettin Hoca fıkraları ve taş devrini anlatan kompozisyonlar da mini maketlerde hayat buluyor. Çetin Kültür Köyü Müzesi iki bölümden oluşuyor. Bahçeden adımınızı attığınız anda kendinizi gerçek bir köy ortamında buluyorsunuz. Öyle ki, cansız olduklarını bilmeseniz, uzaktan baktığınızda gerçekten bir köye geldiğinizi sanabilirsiniz. Bir odada yün eğiren, kilim dokuyan köylü kadınlar, bir odada demir döven ustalar, bir odada kalaycılar, nalbantlar… Gerçek boyutlardaki bu maketler, hareketli-sesli bir sistemle uygulanarak ziyaretçilerine geçmişi birebir yaşatıyor. Müzenin ikinci bölümünü oluşturan iç kısmı ise başka bir şaşkınlık yaratıyor insanda. Kız isteme, düğün, nişan, asker uğurlama, kurban alımı, şişe vurma, ayı oynatma, sünnet gibi örf ve adetler, telden araba ve oyuncak yapma, koyun gütme, tarla sürme, ekin işleme, avcılık, değirmencilik, demircilik, tenekecilik, testicilik, nalbantlık, kadınların kış hazırlıkları, koyun kırkma, koyun sağma, halı ve kilim dokuma, çerçiden alışveriş, kervandan alışveriş, cami, eve su taşıma gibi Anadolu’ya ait ritüeller en ince detayına kadar işleniyor.Müzedeki tüm eserler 300 metrekarelik bir alana yayılıyor. Müzeyi kuran Ayhan Çetin ve eşi Nazmiye Çetin, 1980’li yıllardan beri sürdürdükleri çalışmalarının ürünlerini burada gururla sergiliyorlar. Kompozisyonlardaki figürler ve resimler Ayhan Çetin, kıyafetler ve aksesuarlar ise Nazmiye Çetin’in emekleriyle ortaya çıkmış.

Yazının Devamı

AH O ESKİ BAYRAMLAR

Bir aylık ibadetin, sabrın, paylaşmanın,güzel duyguların yaşandığı ve paylaşıldığı mübarek Ramazan ayının sonuna Ramazan Bayramına geldik.

Bu bayram benim için çok özel ve çok heyecanlı öncelikle bu duygumu siz değerli okurlarımla da paylaşmak istedim. Evet 19 Mayıs’ta baba oldum ve minik oğlumla bu Ramazan Bayramı ilk bayramımız ilk heyecanımız, nice güzel bayramlara hep birlikte erişmek ve manevi duyguları, bu özel zamanları birlikte yaşamak tek isteğim..

Ramazan ayının gelmesiyle beraber çocukluğumda yaşadıklarımı siz değerli okurlarımla paylaşmıştım, bu yazımda da çocukluğumda ki bayramlara gitmek istiyorum. Bayram geldi mi sevinçten ve heyecandan yerimde duramazdım, yeni bir elbisemiz, yeni bir ayakkabımız ile uyur ve Bayram günü bol bol harçlık alıp, mahalledeki bakkal amca da hepsini bitirirdik. Sabah oldu mu kapımız çalınmaya başlardı evdekiler ellerinde şeker, çikolata, harçlık, bazen de ufak hediyelerle kapıyı açar bayramlaşmaya gelen çocuklara ikram eder, bayramlaşırdık.. Tüm mahallede ki çocuklar gibi bende yeni kıyafetlerimi, bayramlıklarımı giyer mutluluk içinde büyüklerimizin ellerinden öperdim. Ayrı bir keyfi, neşesi vardı bizim çocukluğumuzun bayramlarının. Şimdilerde ise hepimiz günlük hayatın koşuşturmasından bayramlarda ki üç-dört günlük işe gitmemeleri tatil bilip,kendimizi şehrin gürültüsünden, insan kalabalığından uzaklara atar olduk. Böylece ne bayramlık heyecanı kaldı,ne al öpmeler,harçlıklar,ne de kapımızı çalan çocuklar..Hepsini yok ettik.. Bayramlık ayakkabılarını başucuna koyup uyuyan çocuklar var mı hâlâ bilmiyorum ama ben oğlumun en çok istediği oyuncağı, kıyafeti, mutlu olacağı isteğini bayramlara denk getirip bayram coşkusunu ona yaşatmak istiyorum. Tüm Müslüman aleminin Ramazan Bayramını kutluyorum…

****************

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın. İletişim için; onurayan@hotmail.com

Yazının Devamı

MELEKLER VE RUH’UN YERYÜZÜNE İNDİĞİ GECE

Ramazan ayının son on gününe girmiş bulunmaktayız. Kur’an-ı Kerimde bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kadir Gecesinin Ramazan ayının son on günü içerisinde olduğu ve hangi gece olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Kur’an’ın indirildiği kadir gecesinden Kur’an’ın doksan yedinci suresi olan beş ayetlik Kadr Suresi’nde bahsedilir.Kadir Suresinde Kur’an’ın kadir gecesinde indirildiğinden kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğundan, kadir gecesinin rahmet ve berekete vesile olduğundan, bu sebeple insanlık için taşıdığı değerlerden bahsedilir.Melekler ve Ruh bu gecede rablerinin izni ile yeryüzüne inerler.Ve bu gece taneyeri ağarıncaya kadar süren bir selamettir. Kadir gecesi Müslüman alemi için çok önemli bir yere sahiptir ki; Kur’an’ın övdüğü, sema kapılarının açıldığı, dua ve tövbelerin kabul edildiği kutlu bir gecedir. Bu gece mü’minler için arınma gecesidir. Bu anlamlı gece tüm müslüman alemine kutlu olsun, ülkemize adalet, barış ve huzur getirsin.

************************************

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın. İletişim için; onurayan@hotmail.com

Yazının Devamı

KÖY ENSTİTÜLERİ KÜLTÜREL YOZLAŞMAYI MI SAĞLADI

Haftalık planda kültüre 22 saat diğer iki bölüme ise 11 saatlik süre ayrılmıştır. Ders konularını daha detaylı olarak ele aldığımızda; tarih, coğrafya, Türkçe, yurttaşlık bilgisi, fizik, kimya, matematik, tabiat ve okul sağlığı, el yazısı, resim-iş, beden eğitimi ve ulusal oyunlar, müzik, askerlik, kızlar için ev idaresi ve çocuk bakımı, öğretmenlik bilgisi, zirai işletmeler ekonomisi konularını belirtebiliriz. Bu derslere ilave olarak; bahçe ve tarla ziraatı, sanayi bitkileri ziraatı, zootekni, kümes hayvanları bilgisi, arıcılık ve ipek böcekçiliği, balıkçılık ve su ürünleri, ziraat sanatlarından oluşan ziraat derslerine de yer verilmiştir. Köyde ihtiyaç duyulabilecek meslekler için de köy demirciliği, köy dülgerliği, köy yapıcılığı, köy el sanatlarından oluşan teknik derslerinin programda yer aldığı görülmüştür.

Din hakkında bilgi verildiği halde, din eğitiminden ve inanç aşılamaktan sakınılmıştır. Bilimsel bilgiler, deneme ve gözlem olanaklarından yararlanılarak kazandırılmıştır. Merak eden, araştıran, neden sonuç ilişkisi üzerinde ısrarla duran bir anlayış temel alınmıştır. Bir fizik kuralı sadece anlatılarak geçiştirilmemiştir. Örneğin, bileşik kaplar kuralı öğrencilerin kendi açtıkları su kanalları üzerinde, çimlenme, büyüme tarlada gösterilerek, sağlam ve bilimsel bilgi öğretimine önem verilmiş. Cumhuriyetin bu ulvi projesinin amacı; köyden gelen yetenekli çocukların tam donanımlı olarak yetiştikten sonra, tekrar köylerine dönerek geride kalan ve okuma fırsatı veya olanağı bulmamışları eğiterek, ülkemizin okur – yazar düzeyini yukarı taşımasıydı. Köy Enstitüleri’nin o günkü eğitim yöntemi gününün en ileri eğitim yönteminden daha donanımlıydı.

Bu modelde teorik ve pratik eğitim birlikte alınıyordu. Yalnız temel dersler değil, yaşama dair bütün konular bir bütünlük içinde işleniyordu. Bir taraftan güçlü bir tarih eğitimi yanında tarım, el işi ve güzel sanatlar ile yurttaşlık bilinci ve ulusal bilinç kazanıyorlardı; diğer taraftan dünya klasiklerini okuyarak, müzik dinleyerek, tiyatro yaparak dünya değerleri ile tanışıyorlardı.

Yazının Devamı

SAĞLIKLI YAŞAM, SAĞLIKLI ÇEVRE İLE OLUR

5 Haziran günü Dünya Çevre Günü,1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan bir kararla kabul edilmiş ve günümüzde de Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaya devam ediyor.

Çevre denilince ilk aklıma cennet vatanımın eşsiz suyu, havası bereketli toprakları gelir, sonra da bir ah çekerim. Biz ne kadar koruyabiliyoruz çevremizi? Hepimiz oturduğumuz, çalıştığımız iş yerlerimizde etrafımıza dikkat etsek, zorunlu olmadıkça kısa mesafelere araçla gitmesek yürüsek, baca dumanlarına filtreler kullansak, sanayileşmeyi dürüst ve kurallara uyarak geliştirsek, bırak ülkemizi dünyanın ömrünü uzatırız. İyi de kötü de, her şey; Biz insanoğlunun kendi elinde.

Günümüzde kentlerde ki nüfus yoğunluklarından doğan bütün ülkelerin ortak sorunu haline gelen çevre kirlenmesi, insan sağlığını ne kadar tehdit ediyor bunu hiç düşünüyor muyuz? Elbette düşünmüyoruz, düşünsek çevrenin kirlenmesini önlemek için üzerimize düşen görevleri mutlaka yapardık, biraz duyarsız bir toplum olduk sanki son zamanlarda. Çocuklarımıza, gelecek nesillere temiz, kaliteli bir çevre bırakmak için yeşil alanları koruyup çoğaltmak gerekir. Çevrenin önemini bireylere küçük yaştan beri aşılamalı ve eğitimler vermeliyiz ki böylelikle çevre bilinci oluşabilsin. Geleceğini düşünen herkes çevreyi temiz tutmalı ve korumalıdır. Çevreyi temiz tutmanın yolu bireysel sorumluluk duygusundan, çevre bilincinin oluşmasından, oluşturulmasından geçer.

Yazının Devamı

KÖY ENSTİTÜLERİ KÜLTÜREL YOZLAŞMAYI MI SAĞLADI

Günümüz Türkiye şartlarını ele aldığımızda, eğitim ve öğrenimdeki seviyenin her bölgede aynı olmadığını net olarak görüyoruz. Öyle ki Doğu bölgelerimizde ki çocuklarımızın büyük bir oranı okuma-yazma çağı gelene kadar, okula gidene kadar evlerinde Türkçe değil diğer dilleri konuşuyorlar. İşte bu yüzden çocuklarımız okula başladığında ilk olarak Türkçe ile tanışıyorlar, acı ama gerçek olan da ne yazık ki bu durumken ülkemizdeki eğitimin her bölgemizde aynı olduğu düşünülemez bile.

Köy Enstitüleri, 1935 yılında hazırlıklarına başlanılıp 1937’de ilk kez denenmiş ama yasal olarak 1940 yılında hayata geçirilmiş bir sistemdir. Savaştan çıkan bir halk olmamız sebebiyle köylerde okul sayısının azlığı olduğu kadar aydın kesimin azlığı, köye hizmet götürmenin zorluğundan doğan faktörler, köylünün dilinden anlayacak bir aydın kesime olan ihtiyacı doğurmuş, bu da ancak köylünün kendi içinden aydın bir kesim oluşturmakla mümkün olacaktır düşüncesiyle bu ihtiyaçlar,gereksinimler Köy Enstitüleri girişimine ön ayak olmuştur.

Kendisi de köylü bir aileden gelen ve bu fikirleri savunan o zamanın İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, bu sistemin hem kuramcısı hem de kurucusu olacaktır. İlk kez 1935 yılında CHP Büyük Kurultayı’nda devlet eliyle başlatılan endüstrileştirme hareketine paralel olarak köyleri kalkındırma hareketinin de başlatılmasına karar verilmiştir. İsmail Hakkı Tonguç, önce bir köy araştırması yaparak eski yapılan çalışmaları incelemiş, buna bağlı olarak 2O yıllık bir plan taslağı oluşturmuştur. Bu plana göre 1954 yılına kadar, öğretmen, korucu, tarım teknisyeni ve sağlık hizmeti ulaşmayan köy kalmayacaktır. Köy Enstitülerinde verilen eğitimlere baktığımızda, müfredatın kültür, tarım, teknik ders olmak üzere üçe ayrıldığını görürüz.

Yazının Devamı

SİGARA ÖNCE SÜRÜNDÜRÜR SONRA ÖLDÜRÜR

Bugün Balıkesirimin sokaklarında gezmeye çıksam, doya doya temiz havayı içime çeksem, anı doyasıya yaşasam,ciğerlerim temiz hava ile dolup taşsa diyorum kiiiii karşıma kapalı alanlarda sigara içilmediğinden dolayı sokaklarda onlarca vatandaşımız sigara içerkenki halleri çıkıveriyor. BU insanlar sigarayı sadece kendimi içiyor sanıyor yoksa. Yok kardeşim senin bir anlık tiryakiliğin, zevkin için sadece sen yanmıyorsun, minicik bir bebeğin ciğerleri, sokakta bisiklete binen çocuklarımızın ciğeri, hamile,yaşlı,genç 7’den 77’ye kim geçiyorsa kim bulunuyorsa herkes zehirleniyor, değer mi..

Türkiye’de tütün kullanımı ne yazık ki önlenemeyen bir halk sorunu olarak günümümüzde ciddi boyutlarda karşımıza çıkıyor. Tütün mücadelesinde 31 Mayıs DÜNYA SİGARA İÇMEME GÜNÜ vesilesi ile 1987 yılından bu yana her yıl 31 Mayıs’ta ülkemizinin birçok alanında “Sigarasız Bir Dünya Günü” etkinlikleri yapılıyor. Gelin bu yıl 31 Mayıs,daha sağlıklı bir yaşam için son olsun..

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın.

Yazının Devamı

ÇOCUKLAR GELECEĞİMİZ, GELECEĞİMİZ ÇOCUKLARIMIZDIR...

24-30 mayıs tarihleri arası ‘SOKAK ÇOCUKLARINA ŞEFKAT HAFTASI’ olarak biliniyor. İçimi acıtan günlerden, haftalardan biridir sokak çocuklarına şefkat haftası.

Herhangi bir sebep ile ailesinden kopmuş ya da kopmak zorunda bırakılmış, sokakları tercih etmiş ve kimsesiz birer vatan çocuğu, hepimizin çocuklarıdır onlar. Her türlü şiddete ve istismara maruz kalabilecek olan bu çocuklar hepimizin, aile ortamından, sevgiden ve her türlü güzellikten mahrum olan bu çocuklar bizim çocuklarımız. Her türlü kötülüğün pençesine yakalanabilecek savunmasızlıkta olan, elinde kitap olması gerekirken sigara veya uyuşturucu olan, gece sıcacık yatağında uyuması gerekirken kaldırım kenarları, köprü altlarında uyuyan, aile olmanın huzuruyla hazırlanmış yemeğini yemesi gerekirken çöp yuvalarında ekmek arayan, anne-baba şefkati görmesi gerekirken istismar edilen çocuklarımız. Sokaklar çeteler, uyuşturucu satıcıları ve fuhuş pazarlayıcıları ile dolu. Sokaktaki çocuğun öğrenecekleri de hırsızlık, gasp, uyuşturucu, kısaca her türlü suçtur. Sokaktaki çocuklar bizim çocuklarımızdır. Ulu Önderimiz, Yol Gösterenimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜMÜZ bir çok ailesiz çocuğa sahip çıkmıştır. Bu çocukIara sahip çıkmak her bireyin insani bir görevdir. Bu haftaki yazımı Atamın değerli bir sözü ile bitirmek istiyorum.”Çocuklarımızı artık düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde; yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıyız.”

********************

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın.

İletişim için; onurayan@hotmail.com

Yazının Devamı

EMEK EN YÜCE DEĞERDİR...

Emek herşeyden daha önemli bir faktördür.Ekonomide en önemli amaçlardan birisi doğal büyüme hızının gerisinde kalmamaktır ki işsizlik Ülkemizin gündeminde ilk sırada yer alan çok ciddi anlamda ekonomik bir sorundur. Geçmişte uygulanan hatalı politikalar sonucunda ülkemizde istihdam konusu derin yaralar açmıştır. Hızlı nüfus artışı, okur yazarlık seviyeleri göz önünde bulundurularak ülkemizde daha doğru politikalar, tedbirler alınarak istihdam konusunda düzenlemeler yapılmalıdır. Doğru politikalarla, doğru kişiler ile düzenlenen çalışmalarla ülkemizde istihdam sorunu yaşamayacağımız günler dileğimle.

********************

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın.

İletişim için; onurayan@hotmail.com

Yazının Devamı

19 MAYIS ULUSAL EGEMENLİĞİN BAŞLANGIÇ GÜNÜDÜR

19 Mayıs 1919 tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki dönüm noktalarından biridir. Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı tarih olan 19 Mayıs; “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutladığımız özel günlerimizden.Bugünü benim için ayrıca özel kılan birşey daha var. Siz bu satırları okurken muhtemelen saat 10:00 sıralarında Onur Dünya isimli çocuğum 19 Mayısta dünyaya gelecek.

Atatürk’ün gençliğe armağan ettiği ve “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanan 19 Mayıs tarihinin önemini daha iyi anlayabilmek için biraz 16-19 Mayıs 1919’a birlikte yolculuk yapalım..

1918 Mondros Mütarekesi sonrasında ülkemizin birçok bölgesi düşman işgaline uğramış durumdaydı. Mustafa Kemal Paşa, 9.Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gönderilmişti ve emrinde iki kolordu bulunmaktaydı. Mustafa Kemal’in Samsun’a yollanmasının gerekçesi, bölgedeki tedbirsizlik ve güvensizlik olaylarını yerinde gözlemleyip gerekli önlemleri almasıydı. Mustafa Kemal Paşa ise ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız ve bağımsız yeni bir Türk devleti kurmanın gerekli olduğunu düşünüyordu.

Yazının Devamı

MÜZESİ OLMAYAN BİR KENTİN GEÇMİŞİ YOKTUR

Müzelerimiz; sanat, bilim, tarih, kültürle ilgili eserlerin halka gösterilmek için toplanıp sergilendiği yerlerdir.Bir kentin tarihini ve kültürünü öğrenebileceğiniz o kent ile ilgili geçmişin hartıralarını yaşayabileceğiniz tek yer o kentin müzesidir.

Yüzyıllar boyunca toprak altında saklı kalmış tarihî eserlerin gün ışığına çıkarılarak sergilenmesi, toplumu oluşturan bireylerin geçmişi daha iyi tanımalarına olanak sağlar. Müzeler, toplumu aydınlatmak amacıyla insan soyunun gelişimi, doğa olaylarının oluşumu ve teknolojinin geçirdiği değişim gibi konularda araştırmalar yapan bilimsel merkezlerdir.

Yurdumuzda müzeler, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlıdır. Yurdumuzda müze çalışmaları 1846 yılında Ahmet Fethi Paşa tarafından başlatıldı. İlk müze İstanbul’da Aya İrini Kilisesi’nde kuruldu. Daha sonra Osman Hamdi Bey zamanında yurdun çeşitli bölgelerinde özellikle Nemrut Dağı’nda eski Sayda kentinde yapılan arkeolojik kazılardan çıkan eserler İstanbul’a getirildi. Bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi kuruldu.

Yazının Devamı

HOŞ GELDİN YA ŞEHR-İ RAMAZAN

Ramazan ayı, Kur’an-ı Kerim’in indiği aydır. Kur’an’da bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen “Kadir Gecesi” yine bu ay içinde kutlanır. İslam’ın temel ibadetlerinden olan oruç da bu ayda tutulur. Bu nedenle Ramazan ayı, Müslümanlar için en kutsal aydır ve ona “On Bir Ayın Sultanı” denilmiştir. Allah Kur’an’da “…Kim Ramazan ayına ulaşırsa oruç tutsun” (Bakara suresi, 185. ayet) buyurarak, ramazan ayında oruç tutulmasını emretmektedir. Bu nedenle Müslümanlar ramazan ayı boyunca oruç tutarlar.

Ramazan ayının yaşayışımız üzerinde ayrı bir etkisi vardır. Bu ayın yaklaşması ile birlikte hazırlıklara başlanır. Ramazan boyunca yiyeceğimiz özel yemeklerin malzemelerini önceden alırız. Evlerimizde genel temizlik yapılır. Çevremizde bazı camilerin minarelerine mahya denilen “Hoş geldin ya şehrü ramazan” gibi yazılar görürüz. Radyolar, televizyonlar özel ramazan programı yaparlar.Ramazanda oruç açma vaktinin ayrı bin neşesi vardır. Bütün aile bireyleri hep birlikte sofraya oturur, oruç açma vaktini gelmesini bekleriz. Ezan veya top sesinin duyulmasıyla birlikte orucumuzu dua ile açarız. Sonra akşam namazını kılar ve teravih namazı için hazırlıklara başlarız. Bu ayda yoksullar, düşkünler daha çok hatırlanır. Geleneğimizde yakınlar, komşular, yoksullar iftara çağrılır. Maddi durumu iyi olmayanlar için iftar sofraları düzenlenir.

Sizlere biraz kendi çocukluğumda yaşadığım ramazan sevincimden bahsetmek istiyorum . Hatırlıyorum çok küçüktüm, babannem Ramazan ayı yaklaşınca hemen çeşitli hazırlıklara başlardı. Şimdi o günlere dönüp bende nerdeeee o eski ramazanlar diyorum. Ramazan ayı, oruç ve iftar geleneği sadece bir ibadet değil, aynı zamanda asırlar boyu Türk milli kültürü içerisinde kendine yer edinmiş bir adettir. İftardan ve teravih namazından sonra yapılan çeşitli eğlenceler de insanlar arasında sıcak ve huzurlu bir ortam oluştururdu. Evlerde eş dost toplanılıp çeşitli hikayeler anlatılıp sohbetler yapıldığı gibi meydanlarda karagöz-hacivat, meddah ve orta oyunu gibi seyirlik gösteriler de yapılırdı. İnsanlar vakitlerini bu gibi çeşitli etkinliklerle geçirirlerdi, mutluydular,mutluyduk..

Yazının Devamı

BU DÜNYA SADECE BİZ İNSANLARIN DEĞİL

Yaklaşık 4 milyar yaşında olan dünyamız da binlerce farklı tür uyum içinde yaşıyor. Bu canlıların yaşaması için gerekli olan iklim şartları her geçen gün devri daim içindedir. İnsanlar olduğu kadar, diğer canlılar üzerinde de iklimin hayati bir etkisi var. İklim sayesinde, ekosistemler oluşuyor. Çeşitli popülasyonlar varlığını koruyor. Kısacası biyoçeşitliliği doğrudan etkileyen iklim, yeryüzünde hayatın devam etmesini sağlıyor. Yeryüzü geneline bakıldığı zaman biz insanoğlunun Dünya’ya vermiş olduğu zararlar apaçık ortada. Toprağına, havasına, ağacına ve her türlü canlısına insanoğlu olarak zarar vermek; onların yaşam haklarını ellerinden almak bir canlı olarak biz insanlara ne kadar yakışıyor? Teknolojinin gelişmesi, insan ve diğer canlıların yaşamını tehlikeye sokarak Dünya’ya geri dönüşü olmayan hasarlar veriyor. Ve bunun başlıca sebebi yine biz insanoğlu. Her geçen gün artan çevre kirliği ile iklim değişikliklerine sebebiyet veren yine biz insanoğlu.Öyle varlıklarız ki kendi hayatımızdan çalabilecek kadar bencil ama dilersek bu hayatı bir ömür daha uzatacak kadar zekiyiz. Ama biz en iyi bildiğimiz ve her zaman tercihimiz olan yaparken yıkıcı olmayı kural edinmişiz kendimize. Değerli dostlarım bu hususta önlemler almak, zararları azaltmak için elimizden geleni yapalım ve lütfen etrafımızı bilinçlendirelim.

İnsan hayatında beslenme, barınma ve korunma ihtiyaçlarının da doğrudan şekillenmesine neden olan iklim, başta insan olmak üzere bütün canlıları ve cansız varlıkları da etkisi altına alarak doğal bir denge oluşturuyor.Bu bakımdan çevresel sorunlarla daha fazla mücadele etmeli ve daha fazla farkındalık oluşturmak için çalışmalar yapmalıyız. Yaşanabilir bir dünya için herkes üzerine düşen görevi yapmalı ve atmosferi korumalı. Unutmamak gerekir ki, bu dünya sadece insanlar için değildir.

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın.

Yazının Devamı

HAVA ŞEHİTLERİMİZİN ANISINA

Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılında Fethi Bey görevli olarak uçağı ile Mısır’a doğru yola çıktı. Fethi Bey’in bulunduğu uçak Arap Yarımadasının Tabariye Gölü yakınında düşünce şehit oldu. Arkadaşlarından haber alamayan Sadık ve Nuri Beyler onu aramak için Arabistan’a giderken Toroslar üzerinde uçaktan düştü. Onlar da şehit oldu. İlk savaş pilotlarımızdan Binbaşı Fazıl Bey Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde İstanbul üzerinde beş İngiliz uçağı ile tek başına savaştı. Düşman uçaklarından birini düşürdü. Kurtuluş Savaşı başlayınca Anadolu’ya geçti. Savaş boyunca uçak bölük komutanı olarak görev yaptı. 27 Ocak 1923 günü Fazıl Bey’in uçağının motoru bozuldu. Dönüşe dayanamayan uçak düştü. Fazıl Bey şehit oldu. 1964 yılında Kıbrıs Harekatında pilot yüzbaşı Cengiz Topel de şehit düştü. Binbaşı Fazıl’ın şehit düştüğü gün, yani 27 Ocak, Hava Şehitlerini Anma Günü olarak kabul edildi. Bu anma günü yıllarca devam ettikten sonra, Ocak ayında havaların genellikle kötü olması yüzünden törenlere gerektiği kadar kalabalığın katılmaması göz önünde bulundurularak Hava Şehitlerini Anma Günü 15 Mayısa alındı.

Hava şehitlerimiz bizler bu topraklarda hür ve özgürce yaşayalım diye şehit düştüler. Olmasını hiç istemediğimiz Çağımızda savaşlar çoğu zaman göklerde başlıyor. Zaferler göklerde kazanılıyor. Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi “İstikbal Göklerdedir”. Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk havacılığın gelişmesine tüm yaşamı boyunca her zaman farklı bir önem verdi. Gençleri havacılığa özendirmek için 1925 yılında Türk Hava Kurumu’nun kurulmasını isteyen de kendisidir. 15 Mayıs Hava Şehitlerini Anma Günü’nde, yurt için görevlerini başarma uğrunda canlarını esirgemeyip şehit olan havacılarımızı saygı ve rahmetle anıyorum.

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın.

Yazının Devamı

TARLADA İZİ OLMAYANIN HARMANDA SÖZÜ OLMAZ

Çiftçi, geçimini toprağı ekerek sağlayan kimsedir. Bu yüzden de milletin efendisidir.

İnsanlığın ihtiyaç duyduğu gıda üretimini gerçekleştiren çiftçilik mesleğinin; toplum için taşıdığı önem ve tarımın, dolayısı ile çiftçilik mesleğinin sorunlarına kamuoyunun dikkatlerinin çekilmesi gerektiğine inanıyorum. Türk çiftçisinin diğer meslek dallarına göre yatırım gücü zayıf, teknolojik yenilenme gücü oldukça düşüktür. Bende bu bağlamda bana ihtiyaç duyduklarında sorumlu bir vatandaş olarak farkındalık yaratmak adına tüm çiftçi kardeşlerimde tarlada çalışmaya gönüllü olduğumu bir kez daha söylüyorum. Çiftçilerimizin gördükleri değerden çok daha fazla değer görmesi gerekiyor. Sosyal ve ekonomik koşullarının iyileştirilmesi, hayat standartlarının artırılması, üretim hevesini mutlaka artıracaktır.

14 Mayıs 1946 Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyon’unun kuru­luş tarihidir ve Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonu’nun kuruluş günü olan 14 Mayıs sadece bizim ülkemizde değil kuruluşa üye bütün ülkelerde Dünya Çiftçiler Günü olarak kutlanmaktadır. Çiftçilerin en önemli örgütü Türkiye Ziraat Odaları Merkez Birliği de bu federasyonun üyesidir.

Yazının Devamı

KEŞKE ANNELER ÖLÜMSÜZ OLSA

Anne olmak.. Bir erkek olarak bu duyguyu hiçbir zaman bilemeyeceğim fakat yeni bir baba adayı olarak eşimin hamile olduğu günü öğrendiğim andan itibaren onda ki değişen, bedensel,ruhsal ve fizyolojik durumlara tanık olmak, 9 ay boyunca bir canlıyı içinde kocaman bir akvaryumda taşımak, birçok fedakarlıkta bulunduğunu bizzat yaşayarak görmek, bana anne olmanın eşi benzeri olmayan bir olay olduğunu ve ne kadar büyük bir fedakarlık olduğunu fazlasıyla öğretti. Gerçektende tam da bu anda cennet annelerin ayakları altında oluşmaya başlıyor sanırım.

Anneliğin ne olduğunu anlamak mümkün mü? Bir çocuğu 9 ay karnında taşıyan, zorluklara katlanan, yıllarca sevgi ve şefkat ile büyüten, sabır ve sevgi abideleri anneleri sadece Anneler Günü’nde hatırlamak elbette yetmez. Sadece Anneler Günü’nde değil, her zaman kalbimizden gelen satırlarla onlara olan sevgimizi, vefamızı anlatabilmeliyiz.

Annelerimiz bizim ilk öğretmenlerimizdir,eğitim ailede başlar. Hayatımıza ait güzelliklerin başında hep anamızın bize öğrettikleri ve bizim için yaptıkları gelir. Annelerin çocuklarına karşılıksızdır sevgileri. İşte bu yüzden gerçek sevgi ve merhamet sadece annelerimizdedir. Onların her bakışında sevginin ayrı bir yanı keşfedilir. Onlar her şeyin en güzeline layıktırlar. Bende öncelikle sevindiğimde sevinen, üzüldüğümde benden çok üzülen, hayatı boyunca hep mutlu olmamı isteyen, beni büyüten babannem,anneannem ve annem başta olmak üzere; sizlerin evladınız olduğum için dünyanın en şanslı insanı sayıyorum kendimi, rahmetli babannem ışıklar içinde uyu, anneaneciğim allah sana uzun ömürler versin ve annem senin varlığını hissettikçe dünyanın en güçlü insanı sayıyorum kendimi. Her zaman seni yanımda ve yakınımda görmek istiyorum.Bu duygularımla tüm annelerimize saygı ve minnet duygularımı ifade ederek hepsini sevgiyle kucaklıyorum tüm analarımızın Anneler Günü’nü kutluyorum.

Yazının Devamı

ŞÛRÂ-YI DEVLET

Padişah Abdülaziz’in 10 Mayıs 1868 gün ki nutkuyla fiilen çalışmaya başlayan Şûrâ-yı Devlet; ülkede 19. yüzyılın ilk yıllarında başlayan ıslahat ve yenileşme hareketlerinin en önemlilerinden biri olarak tarihimize geçmiştir. İmparatorluk döneminde 54 yıl görev yapan Danıştayın faaliyeti, 4 Kasım 1922 tarihinde İstanbul’daki bütün merkez kuruluşlarının TBMM Hükümetinin idaresine geçtiği sırada sona ermiş, Cumhuriyet devrinde 669 sayılı Kanunla Danıştay yeniden kurulup, 6 Temmuz 1927 tarihinde çalışmaya başlamıştır.

669 sayılı Kanuna göre Danıştay, üç idari bir dava dairesi olmak üzere, dört daireden oluşmaktaymış.

1961 Anayasası, mahkemelerin ve hakimlerin bağımsızlığını hem yasama ve hem de yürütme organlarına karşı koruyabilmek için gerekli hükümleri öngörmekteymiş. Bu Anayasanın 114.üncü maddesinde, “İdarenin hiçbir eylem ve işlemi yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz” denilmiş ve 1982 Anayasası ile bazı kısıtlamalar getirilmişse de, temel ilke korunmuştur.1982 yılında ayrıca, ilk derece idari yargı mercileri olan idare ve vergi mahkemelerinin kurulmasıyla, idari yargı örgütünün kuruluşu tamamlanmıştır. Bu gün Danıştay, bu mahkemelerin üzerinde bir temyiz mercii olarak yargı görevine devam etmektedir.Bu Kanuna göre Danıştay, onu dava, ikisi idari olmak üzere oniki daireden oluşmaktadır.Bugün Danıştayın idari görevleri ile yargı görevi birbirlerinden kesin olarak ayrılmış ve her iki görevi yürütecek daireler birbirinden tamamen ayrı olarak kurulmuşlardır. Yönetimin yargı yoluyla denetlenmesi görevini, idare ve vergi mahkemeleriyle birlikte, Danıştayın dava daireleri yürütmektedir. 10 Mayıs 1868 tarihinde Danıştayın kurulmasıyla birlikte; ülkemizde de idari yargı sistemi uygulanmaya başlamış, idarenin yargısal denetimi adli yargıdan ayrı ve bağımsız işleyen idari yargıya verilmiştir.

Yazının Devamı

EN BÜYÜK ENGEL SEVGİSİZLİKTİR

Engelli vatandaşlarımızın büyük bir kısmı toplumdan soyutlanmış bir şekilde hayatlarını sürdürmek zorunda kalıyorlar. Engelli vatandaşlarımızı toplumun her kesiminde görmek, onları üreten bireyler haline getirmek bugün onlar için yapılması gereken en öncelikli işlerimizden biri olmalıdır.

Yasalarımız her yüz işçi çalıştıran işyerinin iki sakat işçi çalıştırması zorunluluğunu getirmiştir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1981 yılının “Uluslararası Engelliler Yılı” olması kararını almış ve 1982 yılından itibaren de 3 Aralık tarihini “Uluslararası Engelliler Günü” olarak belirlemiş. Buna ek olarak Ülkemizde de 10-16 Mayıs tarihleri arasında, Birleşmiş Milletlere bağlı 156 devletin çeşitli etkinliklerle farkındalık yarattıkları “Uluslararası Engelliler Haftası” her yıl düzenli olarak yapılıyor. Öncelikle her sağlıklı insanın bir engelli adayı olduğunu unutmayalım. İnsan doğuştan bazı engellerle dünyaya gelebileceği gibi kaza, hastalık gibi sebeplerden dolayı da engelli olabilir. Ancak burada önemli olan, engelin nasıl ya da ne boyutta ortaya çıktığı değil. Önemli olan, sağlıklı insanların zihinlerindeki engelleri ortadan kaldırıp engelli vatandaşlarımızla birlikte dünyayı daha yaşanabilir bir hale getirme çabasına girebilmesini sağlamaktır.

Yazının Devamı