Onur Ayan

Onur Ayan

ÇANAKKALEDE BİR HAFTASONU

Haftasonunu eşimle birlikte iş için gittiğimiz Çanakkalede geçirdik. Hazır gitmişken kültürümüzü ve tarihimizi öğrenmemek olmazdı. Biz yine zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştık. Kısa bir zamanda 3 önemli mekan gezdik. Çanakkale izlenimlerimizi sizinle paylaşmak isterim.

İlk durağımız daha önce de defalarca gittiğim Truva Antik Kenti; Burası aslında dünyanın en ünlü arkeolojik kenti. M.Ö. 3000-2500 yıllarında yerleşim yeri olarak kurulduğu söyleniyor. İlk yerleşim yeri olduğundan beri birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. 1871’de Heinrich Schliemann tarafından burada ilk kazı yapılmış ve hala Tübingen Üniversitesi’nde Prof. Dr. Manfred Korfmann burada arkeolojik kazıları sürdürüyor. Dünya Miras Listesi’nde yer alan kent, Çanakkale Boğazı’nda bulunan Karamenderes Nehri’nin Ege Denizi’ne döküldüğü yerde bulunuyor. Çanakkale sınırları içerisindeki Merkez ilçesine bağlı olan İntepe Beldesi’ndeki Truva Antik Kenti’nin bir Türk yurdu olabileceği hakkında görüşler varmış. Sultan ll. Mehmet 1462’de Midilli’yi kuşattığı sırada Truva’da durup, “’Tanrı, yıllar sonra olsa bile, bu kentin ve yaşayanların intikamını bana nasip etmiştir”’ demiş. Kimilerine göre ise Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Truva’ya gelmiş ve burada Truvalı kahramanların anısına kurban kesip, “’Truvalıların öcünü aldım”’ demiş. Hatta Mustafa Kemal Atatürk Büyük Taarruzda “’Truva’nın intikamını aldım”’ demiş.

Gezdiğimiz bu toprakların inanın herybir metrekaresinde ayrı bir hikaye saklı. Bu kentin simgesi filmlere konu olan meşhur Truva Atı’nın da ilginç bir hikayesi var. Hikayeye göre Akhalılar yıllar süren mücadeleye rağmen hiçbir şekilde Truva’yı ele geçirememişler. Bir kuşatma sonrasında yine vazgeçmek üzere iken tanrılardan yardım istemişler. Tanrıların verdiği fikir ile savaştan vazgeçmiş gibi yapıp geri çekilmişler. Geri çekilirken kentin kapısına tahta at içerisine asker yerleştirerek bırakmışlar. Sevniç çığlıkları ile kutlama yapan Truvalılar atı içeri aldıklarında ise gece kendilerini bekleyen acı sürprizle karşılaşmışlar.Bugün antik kentte yer alan at 1975 yılında bir Türk sanatçı tarafından eski bilgiler ışığında yeniden yorumlanarak yapılmış bir model. Bu anlattığım hikaye müthiş bir yapım olarak meşhur Truva ismi ile beyzperdeye uyarlanmıştı.İzleyenler hatırlar.

Yazının Devamı

TOPRAK

Toprak hayatın ta kendisidir…

Toprak candır…

Toprak da insan gibi doğar, yaşlanır ve ölür…

Yazının Devamı

KAZ DAĞLARI ETEKLERİNDEKİ ZENGİN KENT ANTANDROS-1

Mysia ile Troas arasında uzanan yolu kontrol eden stratejik bir konumda yer alan Antandros’un kuruluşu, bazı antik yazarlara göre Troia Savaşı’nın öncesine dayanıyormuş. Bölgedeki tarihi gün yüzüne çıkarmak için, Yamaç Ev ve Nekropolis kazılarıyla başlayan çalışmalar 2000 yılından beri devam ediyor. Antik kentin M.Ö. 10.yy’da kurulduğu düşünülüyor. Çok yakınında bulunan Assos’un M.Ö. 2 bin yıllarına kadar uzanan geçmişi Antandros’un da bu tarihlerde yaşayan bir şehir olma olasılığını arttırıyor.Bu kent M.Ö. 5. yy.’da Peloponnesos savaşlarında ön plana çıkmış, hatta bir dönem de Perslerin eline geçmiş. İlk kuruluş dönemiyle ilgili bazı kaynaklar farklı bilgiler verse de Leleg, Kilikia yada Aiol’ler tarafından kurulduğu söyleniyor.

Kaz dağlarından elde edilen kerestenin gemiye dönüştürüldüğü ünlü tersaneler bu kentte yapılmış.Peloponnesos savaşlarında kilit rol oynayan kent bu dönemde Attika Delos Deniz Birliği’ne üye olmuş ve kendi adına ilk kez sikke basan kent ünvanını almış. Helenistik dönemde bir süre özgürlüğüne kavuşan kent daha sonra Seleukos İmparatorluğu ve Pergamon Krallığı arasındaki mücadelenin ardından Pergamon’a bağlanmış. M.Ö 2.yüzyılda ise tüm Anadolu ile beraber Roma İmparatorluğuna bağlanmış ve gemi yapımcılığının da getirdiği zenginlikle giderek gelişmiş ve zengin şehirler arasına girmiş.

Antandros’un zenginliğini ve ihtişamını en iyi gösteren yapısı Yamaç Ev denen yaklaşık 2000 metre kare olan görkemli Roma villası. Bizim ziyaretimiz esnasında rehberin de eşliği ile bu villayı detaylıca görme imkanımız oldu. Gerçekten o dönem için muhteşem bir ev olmuş. Koridor tabanında ki mozaikler ve duvar resimlerini bunca zaman geçmesine rağmen detaylıca görebilirsiniz.Tüm odalar deniz manzaralı ve alttan ısıtmalı hamamı bile var.O döneme göre değerlendirdiğinizde villanın kanalizasyom sisteminin de olması benim için şaşkınlık vericiydi.

Yazının Devamı

GÜNEŞ ADASI’NDA 3 GÜZEL DALIŞ NOKTASI GAVUR LİMANI,3 TAŞLAR VE AÇIK SIĞI (AYVALIK)

Ayvalık ayrıca yaklaşık 50 farklı dalış noktası ile Türkiye’de tüplü dalış turizminin önemli bir noktası olma özelliği taşıyor. Dalış tekneleri de Ayvalık’ın bu gizemli ve sürprizlerle dolu farklı adalarında demirleyerek su altı turizmini canlı tutmaya çalışıyorlar. Bende eşimde 2 yıldız dalıcıyız. Tüm tatillerimizi dalış noktaları araştırıp Türkiye’nin farklı bölgelerinde dalış yaparak değerlendiriyoruz. Ama benim en çok keyif aldığım dalış noktaları kendi memleketim diye söylemiyorum Ayvalık’ta bulunuyor. Bu yazımda size defalarca daldığım ve her defasında ayrı zevk aldığım Büyük Güneş Adası yani İlyosta dalış noktasından bahsetmek istiyorum.

Güneş Adası’nın Gavur Limanı denen noktası hem öğrenci hem de ileri seviye dalgıçlar için ideal. Kıyıdan başlayan ve 20 metreye kadar devam eden bir duvarla son bulan noktada müren, eşkina, karagöz, sargoz gibi balıkları görmeniz mümkün. 20 metre civarında başlayan erişte otlukları yerlerini 30 metre dolaylarında yeniden taşlıklara bırakıyor. Bu manzaralar kesinlikle görülmeye değer.

Büyük İlyosta’nın Açık Sığı denen dalış notasının tepesi 13 metreden başlayıp 8 metre genişliğinde bir duvardan oluşuyor. Bu duvar 42 metre derinliğe kadar devam ediyor ve dalıcılara harika bir görsellik sunuyor. Bu dalış noktası; iri sinarit, eşkina, sargoz, müren, böcek, akya gibi deniz canlılarına ev sahipliği yapıyor.

Yazının Devamı

TAŞ ADA DALIŞ NOKTASI (AYVALIK)

Zaman zaman size farklı dalış noktalarını kendimce anlatmaya ve dalış sporuna gönül vermiş dostlara bu bölgeleri tanıtmaya çalışıyorum.

Balıkesir bölgesi olarak dalış noktaları konusunda gerçekten çok şanlıyız. Balıkesir ili içerisinde Erdek ve Ayvalık bölgesinde çok güzel dalış noktaları var. Geçtiğimiz yazılarımdan birinde size Ayvalıkta bulunan Güneş Adasında ki 3 farklı dalış noktasını anlatmıştım. Bu yazımda yine Ayvalık bölgesinde bulunan Taş Ada da ki – buraya Yalnız Ada’da diyebiliriz- Batı Yüzü dalış noktasından bahsetmek istiyorum.

Bu bölge 1 yıldız dalıcılar,2 yıldız dalıcılar ve tecrübe dalışı yapacak olan tüm dalış severler için çok uygun bir bölge. Tecrübe dalışı yapacak olanlar suyun altında ahtapot ve deniz yıldızları ile birlikte iri balıklar eşliğinde bol bol fotoğraf çektirebilirler. 1 yıldız dalıcılarımız 18 metre duvarında ahtapot ve duvar üzerinde ki ufak oyuklarda balık sürülerini gözlemleyebilir biraz şanslılar ise iskorpit veya müren gibi sıradışı balıkları görebilirler. Su altı yaşamı oldukça zengin olan bölgede 2 yıldız dalıcılarımız 34 metreye kadar inebiliyorlar. Kaya manzaraları ve kovukların gerçekten dalışı ilgi çekici yaptığı bu noktada ıstakoz,böcek,müren,iskorpit ve birçok farklı balık türünü görmek mümkün. Ben dalışımda bu saydığım tüm canlıları tek dalışta gören şanslı insanlardan biri olmakla birlikte size bu bölgede dalış yapmayı şiddetle tavsiye ediyorum. Ayvalık’a gittiğinizde eğer bu bölgede dalış yapmak isterseniz Kuzey Mavi Dalış teknesinin güleryüzlü personeli ile birlikte İda Dalış Okulu’nun tecrübeli dalış eğitmenler eşliğinde güvenilir bir şekilde bu bölgede dalış yapabilirsiniz. Şimdiden iyi dalışlar…

Yazının Devamı

SERİNLETEN SUYU VE EŞSİZ KUMSALI İLE DÜNYACA ÜNLÜ SARIMSAKLI PLAJI

İşte şimdi tatil için doğru yerdesiniz. Ege bölgesi ile Marmara bölgesini birleştiren bir sınır kasabası olan Sarımsaklı; güneyinde ve batısında deniz, kuzeyinde Cunda Adası, doğusu ve kuzey doğusunda Ayvalık’ın bulunduğu cennetten bir köşe olarak tanımlanabilir. Çocukluğumun ve hayatımın yaklaşık 30 yılının geçtiği ve hala her fırsatta gittiğim Sarımsaklı aynı zamanda yeşil ile mavinin buluştuğu çamlarla kaplı göz alabildiğine, ayak yürüyebildiğine zeytin ağaçları ile dolu bir tatil beldesi.

Bu bölge yanardağ faaliyetleri sonucunda yaklaşık 15 milyon yıllık bir süreçte oluşmuş, yeryüzü kabuğunun tarihinde ki en geç oluşumlarından biri aynı zamanda. 15 milyon yıl önce başlayan ilk lav akıntılarıyla kırmızıdan sarıya, beyaza yani ateşin yanarken boyandığı renkleri alıp ateştaşı oluşturan lavlar yöremizin tarihsel en belirgin yapı malzemesi öğesi olan Sarımsak Taşı’nı oluşturmuş ve milyonlarca yıllık tarih süreci içerisinde Kozak ve çevresindeki tepelerden gelen granit çeşitli etmenler yoluyla çöküntüye uğramış, sonuç olarak günümüz de o muhteşem Sarımsaklı Plajını oluşturmuş. Adını bölgeden çıkarılan ve kilise, ev yapımında kullanılan sarımsı renkli taşlardan alan Sarımsaklı çevresinde yerleşik hayat 15. yüzyılda başlamış. Osmanlı’ya vergi vermekle mükellef olan Midilli adası prensi Gateluzio’nun vergileri geciktirmesi sonucu Fatih Sultan Mehmet donanmayı Midilliye göndermiş ve Midilli kısa sürede alınmış. Böylece korsanların eline geçmemesi için bölgeye yeni çeriler yerleştirilmiş. 1893 ve 1913 yılında ise Yugoslavya’dan gelen Türkler ve Yunanistan’dan gelenler bu bölgeye yerleştirilmiş.

Sarımsaklı iklimi ile de gerçekten diğer tatil beldelerine hiç benzemiyor ve çok çeşitlilik gösteriyor. Mesela tüm Akdeniz ve Ege cayır cayır yanar ve terlerken, Sarımsaklı batıdan esen ve genellikle öğleyin başlayan imbat ile serinliyor. Meşhur poyrazımız Windsurfçüler için burayı ideal bir turizm bölgesi yapıyor. Yazın en sıcak günlerinde Sarımsaklı denizi sıcaktan bunalmışları serinletirken buz gibi bir limonata meşhur Ayvalık tostu ile birlikte sizin denizden çıkmanızı bekliyor. Sarımsaklı plajında 6 adet resmi kamp, 9 adet turizm işletmesi belgeli, 2 adet işletme, 59 adet de belediye belgeli konaklama tesisleri ile 160’a yakın restoran, bar, kafeterya ve disko hizmet veriyor.

Yazının Devamı

ERKEN YAŞTA PİYANO EĞİTİMİNİN FAYDALARI

Piyano eğitimi, içinde hem sanatı hem de matematiği içeren bir kişisel gelişim eğitimi olarak da algılanmalıdır.Piyano çalmak sayesinde gelişen el-göz koordinasyonu;çocuklarımıza yazı yazmada kolay öğrenme, güzel el yazısı yazma yeteneği sağlar.Aynı zamanda çabuk odaklanmayı öğrenen çocuklarımız okuduğu notaları doğru olarak çalar ve doğru tempoyu bularak dikkatlerini arttırırlar.Piyano eğitimi alan çocuklarımızın okulda Fen, Matematik ve Mühendislikle ilgili konulardaki başarısının arttığı bilimsel bir gerçektir.

Piyano çalmayı öğrenen her çocuk konser piyanisti olmayabilir, ancak sanata bakış açısı gelişir ve donanımlı bir vizyona sahip olur.Bütün enstrümanlar gibi, piyano çalmak kişinin özgüvenini arttırır. Piyano, enstrüman çalmayı öğrenmek için doğru bir başlangıçtır. Küçük ilerlemelerle çocuklarımızın motivasyonu artar, özgüven kazanmış olurlar.Piyano çalan çocuklarımızın hafızaları gelişir; kolay unutmazlar.Tüm bu kazanımları dikkate ealdığınızda çocuğunuza erken yaşta aldıracağınız piyano eğitimi onun kişisel gelişimine katkı sağlayacaktır.Çocuğunuzu 4 yaştan itibaren gönül rahatlığı ile gönderebileceğiniz bu eğitim ile aslında onların geleceklerine çok büyük bir yatırım yapacaksınız.Değerli aileler çocuklarınıza piyano dersi aldırarak, kendilerine en güzel hediyeyi vermiş olacaksınız.

********************

Yazının Devamı

DRAMA EĞİTİMİNİN FAYDALARI

Drama eğitiminin öncelikli amacı çocuklarımızı eğlendirmek olmasa da, drama etkinliği sırasında çocuklarımız hem eğlenirler hem de mutlu olurlar. Drama etkinlikleri sayesinde çocuklarımızın hayal gücü gelişir ve bağımsız düşünebilmeyi öğrenirler.Çocuklarımız bu eğitim boyunca iş birliği yapabilme özelliğini geliştiriyor,sosyal ve psikolojik duyarlılık algılarını arttırıyorlar.Dört temel dil becerisi olan konuşma , dinleme, okuma ve yazma kazanımı elde eden çocuklarımız bu sayede dilin kullanım alanlarını ve kalitesini zenginleştiriyorlar.Sözel olmayan iletişimin öğrenilmesi yaratıcı drama eğitimi sayesinde sağlanıyor.Çocuklarımızın yaratıcılık ve estetik gelişimi yapılan çalışmalarla zirve yapıyor.

Etik değerlerinin gelişmesi ne de olanak sağlayan yaratıcı drama eğitimi çocuklarımızın kendine güven duyma ,karar verme becerilerinin gelişmesini sağlıyor. Yaratıcı drama eğitimi aynı zamanda çocuklarımızın kaslarını hareket ettirirken yeni yöntemleri bulmasını,denemesini ve bedenini çok yönlü geliştirmesini sağlar. Çevresindeki canlı ve cansız varlıkları tanıma ve algılaması gelişen çocuklarımız,hata yapma korkusu olmaksızın yeni davranışlar geliştirir.Drama sanat formlarına duyarlılık göstermeyi sağlar.

Çocukta sanat eğilimlerini başlatır ve sanatı özellikle de tiyatroyu sevmesine katkıda bulunur.Duygunun sağlıklı bir şekilde boşalımından yararlanmayı sağlar. Duygunun denetlenmesi ,onun bastırılması anlamına gelmez. Bütün insanlar zaman zaman hissettikleri öfke,korku,kaygı, kıskançlık, dargınlık gibi duygularını bu temaların ifade edildiği oyunlarda rol alarak boşaltabilir ve gerilimden kurtulabilirler. Çocuklarımızın eleştirel düşünme yeteneğinin gelişmesine katkıda bulunan drama eğitimi böylece çocukta olay, olgu ve kavramları bir mantık süzgecinden geçirme yeteneği oluşturur ve kendisine sunulan her şeyi olduğu gibi kabullenmeden araştırıcı olmaya yönelir.Yapılan etkinlerde ele alınan konuların içeriği bakımından çocukta ahlaki, milli ve manevi değerlerin gelişmesi bu sayede sağlanır.

Yazının Devamı

“4 YAŞINDA Kİ ÇOCUĞUMU SOSYALLEŞMESİ İÇİN BİR KURSA YAZDIRMAK İSTİYORUM. NE ÖNERİRSİNİZ?”

Son zamanlarda bana sorulan en sık soru bu. Ancak bu soruyu soran veliler hemen arkasından da ekliyorlar.

”Ben bağlama çalmasını istiyorum” ya da “ben bale yapsın istiyorum”… O zaman sen yap çocuğunu bu işe niye karıştırıyorsun diyesim geliyor ama diyemiyorum. Malesef ki çocuğumuza karşı çoğunlukla tutumuz bu oldu hep. Çocuğumuzun isteklerinden çok kendi isteklerimizi ön plana attık.Ya da komşunun çocuğu gitar kursu alıyor diye çocuğumuzu,bizde gitar kursuna yazdırmaya gittik. Malesef ki bizim çocuk eğitiminden anladığımız bunlarla sınırlı kaldı. Ben kendimce deneyimlerimi sizinle paylaşmak ve çocuğunuz için en uygun sosyal faaliyeti nasıl seçeceğinizi yazmak istiyorum bu yazımda.

Öncelikle 4 yaş çocuğunuza,bazı sosyal kursları aldırmak için gayet ideal bir yaş. Ama beli başlı kursları… 4 yaşındaki çocuğunuza aldıracağınız bir sanatsal aktivite kursu aynı zamanda çocuğunuzun gelişimini de olumlu yönde etkilemeli. Bunu göz önüne aldığınızda yönlendirebileceğiniz kurslar piyano ve drama eğitimi olur bu yaş için. Piyano eğitiminin müzik eğitimi dışında çocuğun fiziksel ve beyinsel gelişimi anlamında bir çok olumlu etkisi var. Bunu ayrıca başka bir yazımda anlatmaya çalışacağım.Dramanın çocuk üzerindeki olumlu etkileri zaten tartışmaya açık bir durum dahi değil.Ama ben dramanın olumlu etkilerinide ayrıca detayları ile işleyeceğim. Bu yazımda hangi branşlarda eğitim aldırmamız daha doğru olur bunu yazmak istiyorum. Dikkat ettiyseniz piyano ve drama eğitimi dedim. Fakat özellikle de kız çocuğu anne-babalarının bale eğitimini bu yaş çocuklar için söylemedim. Bunun sebebi daha henüz kemiklerinin gelişme çağında olduğu bu çocuklarımıza Bale eğitimi aldırmanın sakıncalı ve ileride fiziksel olarak da zarar verebileceği gerçeği. Ne tür bir zarardan bahsettiğimi soranlarınız olursa,netten “balerin ayakları” yazın ve görsellerden aratın derim. 4 yaşında bir çocuğu baleye başlattığınızda sizin çocuğunuzun gelecekteki ayak şekillerini görebilirsiniz. Bu arada bu düşünce benim değil, Antalya Devlet Opera ve Balesi Müdürü Cenk Karayel’in bir yazısındaki kendi düşüncesi…

Sonuç olarak çocuğunuz hangi branşta kurs alırsa alsın unutmayın ki o henüz kendini keşfetme çağında. Siz alternatifleri yaşayarak görmesini sağlayın mutlaka birinde karar kılacaktır. Bu kursa gönderdim sıkıldı,o kursa gönderdim sıkıldı diyip vazgeçerseniz,çocuğunuzun keşfetmesini engellemiş olursunuz.Bu kötülüğü çocuğunuza yapmayın… Sağlıcakla kalın dostlar ve sanatla…

……………………………………………… Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın. İletişim için; onurayan@hotmail.com
Yazının Devamı

KAZ DAĞLARINDA JEEP SAFARİ

Kaz Dağlarına üç farklı güzergahla jeep safari turları düzenleniyor.Şahin Dere Kanyonu Turu, Şelaler Turu ve Sarıkız Zirve Turu. Ben Şahindere Kanyonu turunu seçtim ve saat 10:00 gibi Akçay’dan jeepimiz bizi alarak turumuza 10 kişilik bir ekip ile başladık.Şahindere Kanyonu Kaz Dağları Milli Parkı sınırları içinde olan kesinlikle görülmeye değer ünü tüm Türkiye’ye yayılmış olan derin bir vadimiz.Yaklaşık 4 km’lik bir asfalt yolculuğunun ardından ilk durağımız olan Avcılar Köyünde çay molası verdik.Avcılar Köyü’nün ilginç bir tarihi var.Fatih Sultan Mehmet‘in, İstanbul‘u almak için kullanacağı gemileri inşa etmekte kullanacağı keresteleri biçtirmek üzere Türkmenleri, Adana Toroslar‘ından Kazdağlarına getirtmiş.Gelen Tahtacı Türkmenleri görevlerini tamamladıktan sonra buraya yerleşip tarımla uğraşmaya başlamışlar. Sevimli oksijeni bol minicik bir köy olan Avcılar Köyünde çaylarımızı içtikten sonra Kaz Dağları Milli Parkı’na doğru yaklaşık 5 km’lik toprak yoldan yapacağımız yolculuğumuza devam ediyoruz.Yol boyunca köylülerin bizi el sallayarak karşılaması bizi çok mutlu ediyor.Kaz Dağları Milli Parkı’nda giriş için kayıtlarımızı yaptırırken bir kısım arkadaşımız seyir terasından Kaz Dağlarının yeşili ile mavinin buluştuğu Ege Denizin’nin güzelliklerini izleme fırsatı buluyor.

Bütün körfez alabildiğine güzelliği ile ayaklarımızın altında.Fotoğraflarımızı çektiriyoruz.Bu sırada kayıtlarımızı yaptırıp yanımıza gelen rehberimiz bize Kaz Dağları Milli Parkı’nda görebileceğimiz hayvanlar ve bitkilerle ilgili bize kısa bilgiler veriyor.Kaz Dağlarında 32 tane endemik (Dünyada sadece Kazdağında bulunan) bitki türü varmış.Ayrıca dünyada sadece Türkiye’de yetişen (Türkiye’ye endemik) bitkilerin 77 si kazdağları milli parkında yetişmekteymiş. 24 çeşit kuş cinsini de Kaz Dağlarında görmek mümkünmüş.Tabi kuşlarla ilgili bir fikir sahibi olmanız gerekiyor cinslerini ayırmanız için. Ayrıca Kaz Dağlarında safari boyunca Ayı,Domuz,Karaca,Kurt,Sırtlan,Tilki,Vaşak görebilirsiniz diye uyaran rehberimiz sağolsun turumuzun daha heyecanlı geçmesi için elinden geleni yapıyor. Kaz Dağları Milli Parkı ile ilgili bu bilgileri de aldıktan sonra yaklaşık 30 km’lik turumuza başlıyoruz.Yol boyunca rehberimiz bahsettiği farklı bitki türlerine ve kuş cinslerine rehberimizin de yardımıyla şahit oluyoruz. Bu turu yaparken anladım ki bilgilendirilmiş olarak yaptığımız bu doğa turu çok daha keyifli oldu.Daha öncelerinde ot,böcek diye dikkatlice bakma gereği bile duymadığım şeyleri daha yakından inceleme fırsatı buldum.Botaniğe ilgim arttı diyebilirim.Turumuz boyunca farklı noktalarda seyir terasları bulunuyor. Bunlardan biri de Zeybek Taşı diye bilinen yangın gözetleme kulesinin bulunduğu bir nokta.

Rehberimiz burada 5 dakikalık bir mola verdiğinde hepimiz fotoğraf makinelerine sarılıp hem fotoğraf çektirdik hem de körfezi bir de bu noktada eşsiz deniz güzelliği ile izleme fırsatı bulduk.Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuğun ardından nihayet öğle molası vereceğimiz alana Padişah Pınarı olarak bilinen yere geldik.Jeep Safari turumuz buraya kadar doğa güzellikleri dışında çok da heyecanlı olmayan bir toprak yoldan sakin bir şekilde sürdü.

Yazının Devamı

YAZÖREN MAĞARASI KEŞFİ VE DOĞA YÜRÜYÜŞÜ -2

Yazören Mağarası ; Türkiye’nin 9. en uzun mağarası. Mağara’nın girişte tavan yüksekliği 25 metre. Geniş bir bölgenin yüzey suları bu mağaradan boşalıyor.

Bu nedenle yarı aktif bir mağara . Kış ve bahar aylarında etkin bir su akışına sahne oluyor. Suyun binlerce yıldır süren bu macerasını mağaranın duvarlarındaki izlerden okumak mümkün.Mağaranın orta kısımlarındaki galerilerde sarkıt ve dikitler bulunuyor. Yüzeyden süzülerek mağaraya ulaşan kireçli suların eseri bu olağanüstü oluşumlar. Arkadaşlarımız ile beraber mağaranın derinliklerine dalmadan önce son hazırlıkları yapıyoruz.Kafa lambalarımızı da taktıktan sonra maceramıza başlıyoruz. Ekibimiz ile birlikte mağarada kimi zaman çok dar, kimi zaman da geniş galerilerde ilerliyoruz.Galerileri geniş ya da dar kılan suyun aşındırma gücü.Yaklaşık 400 metre ilerlemiştik ki rehberimiz bizi sessiz olmamız konusnuda uyardı.İlerde yoğun ve rahatsız edici bir ses vardı.Işıklarımızı tutuğumuzda yoğun yarası kolonisi ile karşı karşıya olduğumuzu gördük.

Yüzlerce yarasa etrafımızda uçuşuyor ses çıkartıyor.İnanın hepimiz korku içindeyiz.O an yaşadığımız korkuyu şuan burada size anlatmam pek mümkün değil.Tavana baktığımızda yarasa yoğunluğundan tavan hareket ediyor gibi gözüküyordu.Bazen anlatmak değil yaşamak gerekli sanırım.Ekip arkadaşlarımızdan bazıları devam etmek istemedi.Ama grup çoğunluğu devam etmekte kararlıydı.

Yazının Devamı

YAZÖREN MAĞARASI KEŞFİ VE DOĞA YÜRÜYÜŞÜ -1

Sabah saat 7 gibi arkadaşlarımızla Balıkesir’de buluşup minibüslerimize bindik ve Balıkesir’in Altıeylül ilçesine bağlı köylerinden biri olan Bigatepe köyüne doğru hareket ettik.Saat 8 sularında köy meydanında son hazırlıklarımızı yapıp yaklaşık 15 km sürecek ve “Yazören Mağarası” ile sonlanacak olan doğa yürüyüşümüze başladık.

Bigatepe köyünün mis gibi havası ve yeşillikler içinde ilerliyoruz.Bigatepe köyü insanlar tarafından ilk yayla olarak kullanılmış.Daha sonra bu insanlar burayı yerleşke haline getirmişler.Köyün en az 500 yılı aşkın bir tarihi var.Köyün bu denli eski tarihi köyün yaşlılarından öğrenilmiş. Köye ilk yerleşen insanlar Manisa ilinden gelerek buraya yerleşmişler. Köydeki bazı yapıların Bizans’a kadar dayandığı söyleniyor. Köy halkının ilginç bir alışkanlığı var.Bayramlarda köy halkı hep beraber arefe gününde köyün yaşlısı,genci,karısı,kızı,mezarlık ziyaretine gidiyor.Ramazan Bayramında köy odasında bir ay yemek veriliyor. Bu gelenek 150 yıldır devam ediyormuş. Köy cenazelerinde televizyon, radyo gibi sesli aletler aileye saygı açısından dolayı açılmıyormuş. Köyde hıdrellez hayırları , düğünlerde Kına Gecesi yapılıyormuş. Köyün geleneksel oyunları Harmandalı, Edremit Oyunu, Muğla Zeybeği ve Yandım Ayşe’göbekli ibo esmeray ve kabak havasıymış.

Gideceğimiz yer Savaştepe’nin Konakpınar mevkindeki Yazören köyüne bağlı “Yazören Mağarası” .Yol boyunca sıcağında etkisiyle bolca su tükettik.Yaklaşık 38 derece sıcakta yaz günü 15 kilometrelik bir parkur yapmış olmamız ilk etapta hata gibi gözüksede arkadaşlarımızla birlikte bu duruma ayak uydurup yürüyüşümüzden keyif almaya başladık.Manzara bir harika.Havanın cok sıcak olması sık sık mola vermemizi gerektiriyor.Doğal olarak da molalarımızı uzun tutuyoruz.İnişli çıkışlı dere yataklarının içinden devam eden uzun yürüyüşümüz boyunca yeni dostluklar ve paylasımlarımız oluyor.Tabi ki doğayla iç içe olmak bize ayrı bir keyif veriyor.Bu maceramızda 15 kişiyiz ve her birimiz birbirimizden heyecanlı yürüyüş sonunda bizi mağarada nasıl bir sürprizin beklediğini birbirimize sorarak meraklarımızı gidermeye çalışıyoruz.Yürüyüşümüzün yaklaşık 9.km’sinde su stoklarımızın tükendiğini farkettik.Havanın sıcaklığı da bizi zorlayınca daha bırakın mağaraya gitmeyi yürüyüşü bitiremeyeceğimizi düşündük.Bazı arkadaşlarımız susuzluğun da etkisiyle pes etme noktasına geldi.Ben kendi kendime sanırım bugünlük macera burada bitiyor dedim.Çünkü daha yürüyüşümüz bile bitmeden sularımız bitmişti.

Yazının Devamı

AYVALIK YALNIZ ADA DALIŞ NOKTASI

İlk defa tecrübe dalışı yapacak olan arkadaşlarımın yüzündeki biraz korku biraz heyecan daha sabahın ilk saatlerinde hissediliyor.İnanın bende de hala birçok kez dalış yapmış olmama rağmen en az arkadaşlarımda ki kadar heyecan var.Çünkü suyun altı her zaman sürprizlere açık, aynı dalış noktasında defalarca dalış yapsanız bile, her defasında bu gizemli dünyanın farklı sürprizleri ile karşılaşıyorsunuz.Benim ümidim bu sefer farklı deniz canlılarına şahit olmak, özellikle de daha önce ki dalışlarımda hiç denk gelemediğim bir ahtapotla suda fotoğraf çektirmek en büyük beklentim.Teknemiz bizi Ayvalık’ta bekliyor. İzmirden,İstanbuldan,Çanakkaleden gelen dalıcılarla burada buluşup Ayvalık Yalnız Adaya doğru yola çıkıyoruz.

Teknede yaklaşık 40 dalış sevdalısı ile yeni maceralara doğru rüzgara karşı gidiyoruz,hava gayet güzel.Yeni tanıştığımız arkadaşlarımızla çaylarımızı yudumlarken dalışla ilgili sohbetler yapıyoruz, güne çok keyifli başladık.Ayvalık Türkiye’deki en iyi dalış noktalarına sahip yerlerden biri. 50’nin üzerinde farklı dalış noktasına sahip bir cennet aslında.Ama her konuda olduğu gibi bu konuda da maalesef tanıtımımız yetersiz olduğu için bu özelliğimiz pek bilinmiyor.Ben bugün size Ayvalık’taki dalış noktalarından sadece birinden bahsedeceğim…

Gideceğimiz yer Ayvalığa yakın bir yer Yalnız Ada… Yaklaşık 1 buçuk saatlik bir yolculuğun ardından adaya demir atıyoruz ve hazırlanmaya başlıyoruz.Dalışta bize Kuzey Mavi teknesi eşlik ediyor.Rehberimiz İda Dalış Kulübü sahibi benim de yakın dostum ve aynı zaman da dalış hocam olan Mehmet Yılmaz Tabanlı ile birlikte son hazırlıklarımızı yapıp dalışa başlıyoruz.

Yazının Devamı

ERİKLİ YAYLASINDA ŞELALELERDE YÜZMEK

Maceramız daha minibüse binerken başladı.16 kişinin kamp malzemelerini,yiyecek ve içeceklerini yerleştirmek bir saatimizi aldı.Eşyalarımızla biz iç içe geçmiş kimimizin üzerinde eşyalar,kimi eşyaların üzerinde yola koyulduk. Gece saat 2 sıralarında ulaştığımız Erikli Yaylası kam alanımızda eşyalarımızı sırtlayıp kısa bir yürüyüşten sonra dere kenarında kendimize uygun bir yer bulup çadırlarımızı kurmaya başladık. Önce bayan arkadaşlarımızın çadırlarını kurmasına yardım ettikten sonra bir kısmımız ateş yakmak için odun toplamaya giderken bir kısmımızda kalan çadırları kurdu.Saat sabahın 4’ünde biz kampımızı kurmuş ateş başında içkilerimizi yudumluyorduk.Kamptaki ilk gecemizde yıldızları seyrederken ateş başında uyumak bu kampın muhteşem geçeceğinin göstergesiydi sanırım.

Şuan bulunduğumuz yer, Yalova‘nın Çınarcık ilçesine bağlı olan Teşvikiye Köyü’nün 6 km yukarısında ki Erikli Yaylası. Yerlilerin artık yayla amacıyla kullanmadığı, tamamen doğa severler ve piknikçiler tarafından değerlendirilen bir yayla.Fakat yayla, çevresindeki ormanlar, patika yollar, şelaleler, dereler ve göllerle zengin bir ekosistemin içinde ve bu ekosistem genelde yaylanın adıyla anılıyor. O yüzden Erikli Yaylası dendiğinde aklımıza tek bir yayla gelmeyeceği gibi gittiğimizde bizi bekleyen de yeşil bir düzlükten ibaret değil. Doğaseverlerin yaz-kış uğradığı Erikli Yaylası’nın denizden yüksekliği tam 600 metre. Kestane, karaağaç, ıhlamur, köknar ve elma ağaçlarının çevrelediği bir yürüyüş parkuruna sahip Erikli Yaylası.

Ertesi sabah güne güne çıldırmış gibi öten kuş sesleriyle uyanıyoruz. Civarda serbest otlayan inekler ve boyunlarındaki çıngırak sesleri, bizlere güzel duygular yaşatıyor. Kamp alanını koruyan bir kaç köpek var ki son derece cana yakın ve sevimli hayvanlar.Bugün programımız Kent ormanı içindeki Çifte Şelalelere gitmek.Hep beraber kahvaltımızı edip yaklaşık 3 km’lik bir yürüyüş parkuru sonunda Çifte Şelalelere ulaşıyoruz.Burası yayla içindeki en bilindik ve ziyaretçisi çok olan bir yer.Tüm gün burada şelalede serinleyip keyifli zamanlar geçirdik.Burası günübirlik piknikçiklerinde sık uğrak yeri.Kendi arabanızla gelmenizde mümkün.

Yazının Devamı

DİBİMİZDEKİ CENNET KÖŞE KAPIDAĞ YARIMADASINDA SAFARİ

(Salı günkü “Erdek Tavşanlı Ada Dalış Noktası” yazımın devamı)

Kyzikos Antik kenti günümüze insan ve doğa tahribatına uğramış olarak gelebilmiş. Kentin görkemli yapılarının ve uygarlık birikimlerinin izleri toprak derinliğinde hala varlığını koruyor. Thessalia’dan göç ederek buraya gelen Dolionlar tarafından kurulan kent, ismini Argonautlar efsanesinden esinlenmeyle kurucu Kral Kyzikos’tan almış. Efsaneye göre, Kyzikos’u ziyaretlerinde Argonautlar dostça karşılanıp, ağırlanırlar. Daha sonra kentten ayrılan Argo gemisi, ters yönde esen rüzgârın etkisiyle gece karanlığında tekrar Kyzikos kıyılarına sürüklenir. Durumdan habersiz olan ve bir saldırıya uğradıklarını sanan Kyzikoslular’la Argonautlar arasında yapılan şiddetli çarpışmalarda kral Kyzikos öldürülür, bunun üzerine kent daha sonra, Palasgo’ların eline geçer. İ.Ö.334’de büyük İskender’in Anadolu’ya girişinde kendisine dostça davranan Kyzikos’lular, bunun karşılığında yönetimsel serbesti ve yapılanma etkinliklerine katılmayla ödüllendirilirler, kenti karaya bağlayan iki de köprü yaptırılır. Roma yönetimince zaman zaman ödüllendirilip cezalandırılan Kyzikos, İ.Ö.73’de Pontus Kralı VI .Mithridates kuşatmasına karşı kahramanca direnmesi üzerine Romalıların övgülerini kazanır,çevresindeki yakın kentler kendilerine bağlanır ve ‘’Hürken’’ unvanı verilerek bağımsızlık hakkı elde eder.

Romalılar zamanında kentin asıl önemini Hadrian döneminde kazandığı gözlemlenir. İ.S.123’de yaşayan depremden bir yıl sonra kenti ziyaret eden İmparator Hadrian,yeniden yapılanma için büyük yardımlarda bulunur,kendi adına yapılan ünlü tapınağa parasal olanaklar sağlar.Dönemin birçok büyük kentinin almak için yarıştığı imparator kült merkezi anlamına gelen Neokoria unvan ile ayrıcalıkları ile ödüllendirilir.Kyzikos’ta 1988-1997 yılları arasında kazılar yapılmış.1997 yılında ara verilen kazı çalışmalarına 2006 yılında Bakanlar Kurulu Kararıyla Yrd.Doç. Dr. Nurettin KOÇHAN’ın bilimsel başkanlığında yeniden başlanmış. Bu dev şehrin yazık ki küçük bir bölümü kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarılabilmiştir.Düzler Mahallesinin sağ tarafındaki zeytin bahçelerinin olduğu geniş sit alanında Kyzikos antik kenti ve Hadrianus tapınagı kalıntıları bulunmaktadır.Ben defalarca Erdek’e gelmiş biri olarak dibimdeki bu muhteşem tarihi daha yeni keşfedebilmenin şaşkınlığı içerisindeyim.

Yazının Devamı

ERDEK TAVŞANLI ADA’DA DALIŞ NOKTASI

Erdek’te dalış kulübü olduğunu duyunca bir randevu alıp hemen Erdek’e doğru yola koyuldum. Amacım önce Erdek’teki dalış noktalarında dalış yapmak sonrasında da kalan vaktimde Erdek’in görülmesi gereken yerlerine ziyaretlerde bulunmaktı.

Ertesi gün randevulaştığımız saatte dalış okulunda beni kulübün aynı zamanda başkanlığını yapan Osman Benli hocam karşıladı.Kahvelerimizi içerken Erdek dalış turizmi hakkında bana bilgiler verirken ben ilk defa Marmara Denizi’nde dalış yapacak olmanın heyecanı içindeydim. Hava kapalı olduğu için hocam sohbeti biraz uzatmaktan yanaydı.Bu sayede havanın biraz olsun açılmasını umut ediyordu sanırım. Erdek’te yaklaşık 10 civarında dalış noktası varmış. Tabi ki burada da en büyük sorun dalış turizminin yeteri kadar duyurulamamış olmasından kaynaklı… Biz bugün Erdek’in yaklaşık 25 dakika uzağında ki Tavşanlı Ada’sında dalış yapacağız.Bana bu dalışımda emekli İngilizce öğretmeni bir Erdek sevdalısı aynı zamanda amatörce birçok sualtı belgeseli çekmiş olan Allaadin hocam eşlik edecek. Alaaddin hocamın sualtı teknik ve ışık donanımının tam teşekkül olduğunu görünce iştahlandım. Sualtında ki bütün güzellikleri 1.kişiden hemde işin ehli,daha önce defalarca dalış yapan rehberimden görecektim.

Kıyafetlerimizi giydikten sonra malzemelerimizi bota yükleyip yola çıktık.Sert esen rüzgarı arkamıza almamız ve dalgalarında bize yardımı ile Tavşanlı Adası’na gelmemiz 20 dakika sürdü.Son hazırlıkları yapıp hocamla birlikte dalışa başladık.Adanın arka taraflarında dalışa ilk başladığımız yerden yaklaşık 27 metre dik bir duvardan dibe doğru iniyoruz.Görüş oldukça düşük.Zaman zaman yanımdaki hocamı gözden kaybediyorum.Yaklaşık 10 metre dibe gitmiştik ki hocam elindeki ışıkları açtı da ışığın sayesinde inebildik.İndiğimiz yerde bir batık var.Tabi batığın büyük kısmı yokolmuş .Dikkatli baktığınız zaman parçalarını görmeniz mümkün.27 metrelerde su oldukça soğuk.Bunu üzerimde kıyafetler olmasına rağmen hissediyorum.Birçok Amfora parçası denizin dibinde o kadar güzel dizilmişler ki adeta bize görsel bir şölen sunuyorlar.Tarihi eserlerin olduğu sualtı müzesindeymişim gibi hissediyorum kendimi.Amforaların arasında yüzmek muhteşem bir duygu…Rehberim işaret ediyor ve duvar dibinden yavaş yavaş yükselerek gezimize başlıyoruz.Gezimizin her bölümünde farklı sürprizler beni karşılıyor.Marmara denizinin dibi oldukça farklı canlı türlerine ev sahipliği yapıyor. Ama malesef bu türler yine yok olmakla karşı karşıya sanırım.

Yazının Devamı

DURSUNBEY ‘DE KİREMİTTE ALABALIK

Uzak mesafeler de dahil heryere giderken kendi memleketimde oldukça bilinen bir doğa harikasını görmemek olmazdı diyerek araba atlayıp yola çıktım.Dursunbey Suçıktı denen yer hemen Dursunbey’in merkezinde Balıkesir’e uzaklığı yaklaşık 80 km. olan şirin bir ilçenin özdeşleştiği yerin ismi… Bu yerin özelliği taşların arasından fışkıran doğal kaynak yeri olması ve buz gibi suyu… Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından yeri bulmamız kolay oldu. Aslında daha bakir bir yer ve suda serinleyeceğimiz tahmin ediyordum.Fakat suyun etrafını işletmeler sarmış.Akan dere çitlerle etrafı çevrilmiş.Her bir bölgesi sanki parsellenmiş doğallıktan yana hiçbir tarafı kalmamış tamamen bir ticarethane alanı haline gelmiş biryerle kaşlaştım.

Etrafında çay bahçeleri kiremitte alabalık yapan restoranların olduğu bu yer görür görmez benim için bir hayal kırıklığı oldu.Tabi insanlarda beklentilerle de önemli bu durum.Ama ben bir doğa sevdalısı olarak doğallığı bozulmuş yerleri pek sevemiyorum. Açıkçası çok vakit geçirebileceğimiz birşeylerde bulamadık.Bir süre fotoğraf çektirip kiremitte alabalığımızı yedik ve serin suyun kenarında bir bardak çay içerek biz de bu ticarethanelere katkı sağladıktan sonra oradan ayrıldık.

Madem buraya geldik Dursunbey’i bir keşfedelim ne var ne yokmuş bu güzel ilçede diyerek gezilecek yerlerini keşfetmeye başladık. Aslında çok da fazla bişey bulamadık ne yalan söyleyeyim. Üç farklı noktada piknik alanlarını dolaştık. Pembe Köşk , Çınarlı Pınar ve Meşe Kent denen yerlerde ailecek piknik yapabileceğiniz noktalar mevcut.Gitmek isterseniz Dursunbey merkezden oldukça kısa mesafelerde buraya ulaşabilirsiniz.Bu yerlerde benim beklentimi karşıladı dersem yalan söylemiş olurum.Malum bir doğa sever olan ben genelde gittiğim yerin doğal güzelliklerin görmek istiyorum. Ama bu gezimde hayal kırıklıkları yaşamaya devam ediyorum. Bu yazımdan sakın buralar görülmemesi gerken yerler diye algılamayın.Sadece benim beklentimi karşılamadı.

Yazının Devamı

SÜRPRİZLERLE DOLU GİZEMLİ KOY SARDALA

Çadırları kuracağımız alan bir tarafı Sardala Koyu diğer tarafı Malkaya Koyu olan ufak bir yarımada.Bu yarımadaya ancak 20-25 çadır kurabiliyorsunuz. Ve bu yarımadanın üç tarafının da uçurum olduğunu hayal edin.İşte kamp alanımız tam da anlattığım gibi bu yarımadanın üzerine kuruldu.Kampımızı gece kurduğumuz için eşsiz manzarayı ancak sabahın ilk ışıkları ile görebildik. Kampımızın ilk günü yaklaşık 4 km’lik bir yürüyüşle Malkaya Koyundan ileriye doğru Saklı Cennet diye adlandırılan yere oldu.Neden Saklı cennet dendiğini size şöyle anlatabilirim. Biliyorsunuz Karadeniz’in dağları kıyıya paralel geliyor.

Gittiğimiz yerde kayalıklar denize direk keskin bir şekilde uçurum gibi iniyor.Kayalıkların arasında oyuklar var.Aynı zamanda bu kayalıkların dağ taraflarının altında kayadan iple iniş yapabiliyorsunuz. İşte Saklı cennet denen yer bu kayalığın arasından deniz suyun girmesiye dağ tarafında denizin oluşturduğu ufak bir gölet aslında. İnce bir patikadan iniyorsunuz.

Üzeri yarım açık bir mağara düşünün,yüzdüğünüz yer tam bir doğa harikası. Dilerseniz kayanın altındaki mağaradan yaklaşık 100 metre yüzerek Karadenizin o hırçın dalgalarıyla buluşabilirsiniz. Denizin yaptığı bu doğa harikası gölette koca bir tam gün geçirdik.Bol bol yüzüp kayalardan atladık.Kayanın bir ucundan diğer ucuna ip gerip yukarıdan aşağıya zipline yaptık.(Zipline eğimli bir yerden kendini iple aşağıya doğru sallandırmak.) Eğer sağlam tutunamazsan hoppp aşağıya düşüyorsun. Biz de tabi ki bir çok defa aşağıya düştük.Korkmayın sakın.Dedim ya kayadan kayaya bağladık diye alt taraf yaklaşık 10 metre derinliğinde denizin oluşturduğu bahsettiğim doğal gölet.Tabi tutunamayan biz, hopppp denizde bulduk kendimizi. Bütün gün suyla oynadıktan sonra dönüşe geçtik.Tabi kamp ateşi için odun toplamayı ihmal etmedik.O akşam mangalda sucuklarımızı pişirip erkenden yattık.Çünkü ertesi gün bizi hem yorucu hem de keşif için yeni yerler bekliyordu.

Yazının Devamı

DEĞİRMENBOĞAZI TABİAT PARKI

Balıkesirlilerin en gözde piknik yeri olan Değirmenboğazı Tabiat Parkı 250 hektarlık alanda muhteşem doğasıyla şehrin karmaşasından kaçan insanlara huzur veriyor.

Değirmenboğazı Tabiat Parkına çoğunlukla piknik ve mangal yapmaya gidilse de bölgenin doğası ve canlı türleri bakımından gözlem ve doğa gezintisi yapmak amacıyla da gidenler var. Özellikle sabah yürüyüşlerini doğanın içinde yapmak isteyenler için harika yürüyüş parkurlarını içinde bulunduruyor. Bu parkurlarda doğa ile iç içe bir yürüş yapabilirsiniz. Bu yürüyüş sırasında Ortaca Deresinin sesi de size ayrı bir huzur huzur verecek. Tabiat Parkını ortadan ikiye ayıran Ortaca Deresi bölgeye daha güzel bir manzara ve doğal güzellik sağlamış durumda. Değirmenboğazı; şehre olan yakınlığı ile de burayı her zaman her yaştan Balıkesirli için dört mevsim cazibe alanı yapıyor. Her mevsim ayrı güzellikleri bünyesinde barındıran Değirmenboğazı Tabiat Parkı fotoğraf sanatçılarının ve yeni evlenen çiftlerin albüm fotoğrafları içinde de bu bölgeyi cazibe merkezi yapıyor.

Başka yerlerde göremeyeceğiniz hayvan türlerine Değirmenboğazı Tabiat Parkında rastlamanız mümkün. Onları rahatsız etmeden gözlemleyebiliyorsunuz.Tabiki piknik ve mangal deyince ilk akla gelen yer olan Değirmenboğazı’nda bu imkandan faydalanmak için dere kenarına koyulmuş oturma yerlerini rahatça kullanabilirsiniz. Piknik alanlarının etrafında bulunan çeşmeler, tuvaletler ve mescit gerekli ihtiyaçlarınızı karşılıyor. Ayrıca bazı noktalarda ateş yakmak için hazırlanmış bölümler var. İmkan dahilinde bir bisiklet ile bölgeye giderek doğa gezintinizi bisikletinizle de yapma şansınız var.Ayrıca bölgede çocuk oyun alanlarıda bulunuyor. Tüm bu etkinliklerinizi gece 23:00’a kadar yapabilirsiniz. Çünkü bu bölge gece 23:00’a kadar aydınlatılıyor.Büyük bir alan bu piknik alanı çam, servi, söğüt gibi 52 tür ağacı içinde barındırıyor.

Yazının Devamı

AĞAMLA DURMAK YOK YOLA DEVAM

Doğuda ki kıtlık ve terör artık batı’da da kendini iyiden iyiye gösteriyor.Bu duruma tedbir almak şöyle dursun, hiçbir siyasetçinin bu konu ile ilgili cılız bir kaç söylemin dışında elle tutulur gözle görülür bir tedbir önlemi olmadığı gibi bu konuların üzerinde durmaktan bile köşe bucak kaçıyorlar.

Eeee kendilerince haklı sebebleri de var. Doğuda ki ağaları küstürmemek lazım. Bu ağalardan her biri 10 bin,20 bin,30 bin yok yok belki de 50 bin oy sahibi… Şimdi bu ağalardan birinin isteği olmasa biri güceni verse hooopppp 50 bin oy diğer tarafa gidecek.

Eeee buna hangi siyasetçi buna razı gelsin. En iyisi nabza göre şerbet vermek. Kim takar ülkenin geleceğini… Ağa memnun olsun, vekil koltuğunda otursun yeter…

Yazının Devamı

ISPARTA MUTFAĞI’NDAN ÖZEL TATLARIN ADRESİ KEBAPÇI KADİR

Hazır Isparta mutfağı demişken, Isparta gezimmizde bizim yemek molası verdiğimiz Isparta merkezde bulunan Kebapçı Kadir’in yöresel kebaplarının tadına bakmanızı mutlaka öneriyorum. Isparta’nın kendine özgü en önemli ürünlerinden biri fırın kebabı. 1800’lü yıllardan günümüze kadar gelen fırın kebabı, Isparta’nın turizm sepetindeki en önemli ürünlerden biri haline gelmiş. Özellikle Antalya ve çevre illerden fırın kebabının tadına bakmak için akın akın Isparta’ya gelenler var. Isparta’da kebap kültürünü temsil eden köklü firmalardan biri olan Kebapçı Kadir, 1851 yılından bu yana bu alanda hizmet veriyormuş. Bu mekan 1851 yılında Hafız Dede tarafından kurulup siyasi Osman Dede ile devam ettirilmiş. “Kebapçı Kadir” ailenin babası Açıkalın tarafından markalaştırılıp bugünlere gelmiş.

Şuan işletmeciliği 4.Kuşak Hüseyin Açıkalın tarafından yapılmaya devam ediyor. Günümüz şartlarına uygun beş yıldızlı mutfağı ile sizlere Isparta Fırın Kebabı ve Isparta mutfağını temiz, hijyen ve kaliteli bir hizmet anlayışı ile sunuyor. Bizim menümüzde Isparta fırın kebabı, kabune, irmik helvası ve yanında üzüm hoşafı vardı.

Isparta Fırın Kebabı; özel ortamlarında kendi yetiştirdikleri hayvanların kesiminden elde edilen etin 3-3,5 saat aralığında çalı kökü odunuyla, 2 saat alev, 1 saat korda pişirilip içerisindeki bakır sahanlardaki su ile buharlaşarak hem buhar, hem alev arasında %50 fire verdirilerek pişirilmesi ile yapılıyormuş. Çiğ et önce şişe takılarak duvara dik olarak sıralanıp, sonrasında fırından çıkan nar gibi kuzu etini kendine özgü bakır tabaklarda lavaş ekmeği üzerine servis ederek size sunuyorlar.

Yazının Devamı

ISPARTA GÜLÜNÜN HİKAYESİ - 2

Hikayenin devamında Isparta bundan sonra gül üretmesiyle tanınıp, gülcü oluşuyla da anılmaya başlamış. Isparta’da ilk kez 1870’li yıllarda Müftüzade Gülcü İsmail Efendi’nin küçük bir alanda başlattığı gül üretimi aradan geçen yaklaşık 1,5 asrın ardından artık Ispartalı binlerce aile tarafından binlerce dekarlık alanda yapılıyor. Müftüzade Gülcü İsmail Efendi, yaklaşık 1,5 asır önce Kızanlık’ta koruma altında tutulan Gül Vadisi’nden, bastonun içine gizleyerek çıkardığı gül fidanını toprakla buluşturup Isparta’nın kaderini değiştirmiş. İsmail Efendi’nin o yıllarda küçük bir alanda başlattığı gül üretimi, daha sonra onlarca nesil tarafından sürdürülüp, bugün ise Isparta’yı, dünya gül yağı üretiminin yüzde 65’ini tek başına gerçekleştiren kent haline getirmiş.

Isparta’da her yıl mayıs ve haziran aylarında tekrarlanan gül toplama işlemi, yüzyıllar öncesinde olduğu gibi bugün de sabahın erken saatlerinde başlıyor. Gül yapraklarındaki yağ keselerini güneşin patlatmasına bağlı olarak ürünün kalitesinin ve veriminin azalmasını göz önünde bulunduran gül üreticileri, böyle bir sorunla karşılaşmamak için gün doğmadan işe koyulup öğlen saatlerine kadar gül toplama işini sürdürüyorlar. Gül kokuları eşliğinde bellerine bağladıkları çuvallarla istenilen büyüklüğe ulaşmış gül çiçeklerini toplayan üreticiler, içerisinde ki yağ oranının azalmasının önüne geçmek için topladıkları güllerini en kısa sürede fabrikaya ulaştırıyorlar. Üreticilerin tarım araçlarına yükleyerek, bulundukları köy ve kasabalarda kurulan alım merkezlerine götürdükleri güller, buradan işlenmek üzere fabrikalara getiriliyor.

Fabrikadaki kazanlara 1,5 ton sıcak su ile konulan güller, 2 saat süren kaynatma işleminin ardından yağlı su olarak farklı kazanlara aktarılıyor. İkinci bir kaynatma işleminin ardından yağ, sudan süzülerek ihracata hazır hale getiriliyor. Yaklaşık 4 ton gülden elden edilen 1 kilogram gül yağı ise 47 bin liraya başta Fransa olmak üzere çok sayıda ülkeye ihraç ediliyor.Tarladan fabrikaya süren bu yolculuk, hasat dönemini içeren 45 günlük periyotta her gün gerçekleşiyor.Zaman içerisinde gül yağı çıkarma teknikleri modernleşse de gül bahçelerinin makineleşmeye uygun olmayan yapısı, gül hasadının yoğun emek gerektiren özelliğinin hiç değişikliğe uğramadan günümüze ulaşmasını sağlamış.

Yazının Devamı

ISPARTA GÜLÜNÜN HİKAYESİ - 1

Her il, yöreselliği ile bilinen bir şeyi ile; kimi yiyeceği, kimi içeceğiyle meşhurdur. Isparta’nın ise güllerinin meşhurluğu dünya çapında. Öyle ki Japonya’dan bile her yıl binlerce turist buraya geliyormuş. Isparta gülü, aşkı, sevgiyi, saygıyı ve değeri ifade ediyor. İnsanın günlük yaşamında çok özel bir yeri olan gül; aşkın, güzelliğin, sevginin ve saygının ifadesini en güzel bir şekilde Isparta’da gösteriyor.

Kuzey yarım küre bitkisi olan gülün kökeni Doğu Asyaymış. Kesin olmamakla birlikte gül yağı ve gül suyunun ilk olarak İran veya Hindistan’da üretildiği, buradan da Anadolu, Avrupa, Kuzey Afrika ve Doğu Asya’ya yayıldığı söyleniyor. Fosil kaynaklı kayıtlara göre, gülün yeryüzündeki varlığı en az 35 milyon yıllık bir geçmişe sahipmiş. Gül çiçeğinin insanlık tarihindeki yeri ve önemi ise en az 5000 yıllık çok renkli bir geçmişe dayanıyor. Anavatanı olan Orta Asya’dan ticaret yolu ile dünyanın diğer bölgelerine ulaşmış olan gül, güzel kokusu, tıbbi değeri ve beslenmede ki yeri dolayısıyla antik çağlardan beri efsanelere konu olmuş ve güzel kokunun peşinde olanlar için her zaman vazgeçilmeyen bir çiçek olmuş. Hatta öyle ki, antik dönemde Fenikeliler, Yunanlılar, Romalılar için gül bahçeleri, en az buğday tarlaları ve meyve bahçeleri kadar önem taşıyormuş.

Isparta da ise gülcülüğün binlerce yıl gerilere giden, eski, köklü bir tarihi yok. Isparta gülcülüğü, en çok 150 yılı bile geçmeyen bir tarihe sahipmiş. Isparta gülü “Rosa Gallica” ile “Rosa Moschata” türlerinden elde edilmiş melez bir gül türüymüş. Gülcülüğü Isparta’ya, Yalvaç ilçesinden gelip Isparta’ya yerleşen Meydanbeyoğlu Mehmet İzzet’in oğlu İsmail Efendi getirmiş. Bu getirişin de çileli, çok ilginç bir öyküsü varmış.

Yazının Devamı

AYVALIK TOSTU

Televizyonda TRT 1 ekranlarına kitlenip hafta içi Yalan Rüzgarı, Pazar günleri de Bizimkiler dizisini izlediğimiz yıllardan daha eski zamanlarda; Ecevit ile Demirel’in tatlı tatlı atıştıkları, eurovizyon yarışmasına katılan Türkiye’yi desteklemek için ekranlara kilitlendiğimiz yılların öncesinden bahsediyorum. Akşam olduğunda insanların açık hava sinema kuyruklarına girdikleri, bayramlarda yeni kıyafetlerin alınıp ertesi gün çocukların şeker toplamak için el öpmeye çıktıkları günlerin birinde Ayvalık’ta yaşayan Ali’nin ve Ayvalık Tostu’nun hikayesi bu, anlatacağım. Bizim Ali askerden yeni gelmiş. Askerde çok sevdiği bir can arkadaşı varmış, adı Mehmet. Bizim Ali hem stres atmak hem de yoldaşlık ettiği asker arkadaşını Ayvalık’ta misafir etmek istemiş ve İstanbul’da yaşayan Mehmet’i Ayvalık’a bir hafta sonu tatiline davet etmiş. Ali misafirini Ayvalık garajında öğle saatlerinde karşılamış. Tabi misafir yol haliyle çok acıkmış. Oğlum Ali demiş Mehmet; “Şöyle güzel bir yerde sarımsaklı yoğurtlu bir tabak dolusu mantı yiyelim de karnımız doysun.” Ali “boşver mantıyı gel deniz kıyısında sana tost söyleyeyim” demiş. Mehmet bu duruma içerlemiş tabi. Taaa İstanbullardan buraya geliyor. Arkadaşı bir tost ile geçiştiriyor. Sesini çıkarmamış ama durumdan da rahatsızlığını belli etmiş. Bir deniz kenarına oturmuş bizim asker arkadaşları. Siparişleri Ali sormadan söylemiş garsona. “Bize iki karışık tost”. Mehmet iyiden iyiye şaşkınlık ve üzüntü içersinde beklemede. Bu arada 15 dakika sonra tostlar gelmiş. Mehmet’in şaşkınlığı iyice artmış. Harika kızarmış tost ekmeği arasında bol malzemeli şişkince bir şey beklemiyormuş tabi ki de. Nede olsa tost diye düşünmüş hep. İstanbulda en harika tostlardan da yemiş ama tost dediğin nedir ki atıştırmalık. Ama önüne gelen hem görselliği ile hem de kokusu ile muhteşem birşeymiş. Tostları bizim asker arkadaşları afiyetle yemişler. Bütün gün Ayvalık’ı dolaşmışlar. Akşama kadar sadece dondurma yemişler. Akşam olmuş. Ali misafirine sormuş. Kardeşim Mehmet akşam ne yemek istersin. Mehmet’in cevabı “valla kardeşim Ayvalık Tostu o kadar güzel ve doyurucuydu ki daha ben acıkmadım. En iyisi sen bana dondurma söyle”demiş.

İşte böyle bir hikayesi var Ayvalık Tostu’nun. Yiyeni doyuran yemeyeni bin pişman eden. Neden bu yazımı böyle bir konuya ayırdım inanın bilmiyorum ama sizi gerçek Ayvalık Tostu ile tanıştırmak istedim. Şu gerçeği asla unutmayın Ayvalık’ın dışında nerede olursanız olun gerçek Ayvalık Tostu gibisini sadece Ayvalık’ta yiyebilirsiniz. O yüzden hiç kendinizi Ayvalık’ın dışında Ayvalık Tostu yedim diye kandırmayın.

Ayvalık Tostu’nun en önemli özelliği ekmeği. Ayvalık’ın özgün tatlarından birisi de nohut mayasıyla yapılan Simit Ekmeğidir. İşte bunu 1983 yılında en iyi yapan fırın Hüseyin Sargın’a ait olan fırınmış. Bu Fırında çalışan Karadenizli bir usta bu hamuru ve Kozak (Bergama) yöresinin pekmezini de kullanarak bir tost ekmeği yapmış. Daha sonra bu tost ekmeği geliştirilmiş ve kullanılarak farklı pişirme pişirme yöntemi ve malzemelerle Ayvalık Tostu ortaya çıkmış. Önce Ayvalık’ta yaygınlaşan bu tost şekli, daha sonra yerli turistler eliyle tüm Türkiye’ye duyurulmuş ve ortaya meşhur Ayvalık Tostu çıkmış.

Yazının Devamı