Ya analar, gelinlik kızlar!.. Hepsi birer Mehmetçik.
İşte biz böyle anaların evlatlarıyız. Sağımıza dönsek Mehmetçik.Solumuza dönsek Mehmetçik.
Her yer,bastığımız toprak MEHMETÇİK.
Ya analar, gelinlik kızlar!.. Hepsi birer Mehmetçik.
İşte biz böyle anaların evlatlarıyız. Sağımıza dönsek Mehmetçik.Solumuza dönsek Mehmetçik.
Her yer,bastığımız toprak MEHMETÇİK.
14 Mart 1827 tarihinde Tıbbiye-i Şahane Mektebinin kuruluşu nedeniyle 1937 yılından bu yana Tıp Bayramı olarak kutlanan 14 Mart’ı,Hekimlik mesleği; kutsal bir meslek olarak kabul ediyor.Geçmişe gittiğimizde çok ilginç bilgiler ile karşı karşıya kalıyoruz aslında. Mesela ilk hastahane 1827 yılının 14 Mart’ında II. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle açılıyor. Şehzadebaşı’nda ki Tulumbacıbaşı Konağı’nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulan ilk hastahane bugünün kutlanmasında büyük bir paya sahip.Lakin ilk kutlama tabi ki bu hareketle başlamıyor.İlk kutlama da çok ilginç bir sebebe dayanıyor.
Tıp Bayramı, ilk kez, 1. Dünya savaşı sonunda, İstanbul’un işgal edildiği günlerde, yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919 yılında kutlanmış .Hikmet Boran önderliğindeki tıp okulu öğrencileri, işgali protesto için toplanmış ve Dr.Fevzi Paşa, Dr.Besim Ömer Paşa, Dr.Akil Muhtar gibi dönemin ünlü doktorları da bu eyleme destek vermiş.Böylece ilk Tıp Bayramı, tıp sektöründe hizmet edenlerin yurt savunma hareketi olarak başlamış. 1976 yılından beri de 14 Mart’ı içine alan hafta boyunca, bu hafta Tıp Haftası olarak kutlanmaya devam ediyor. Aslında ülkemizde 1929 – 1937 yılları arasında bu özel gün 12 Mayıs tarihinde kutlanmış.Bunun sebebi Bursa’daki Yıldırım Darüşşafaka’nda ilk Türkçe tıp derslerinin başlamasıymış.Fakat buna karar verenler yalnış kara verdiklerini düşünmüş olacaklar ki 8 yıl sonra tekrar eskiye dönüp 14 Mart tarihinde bugünü kutlamaya karar vermişler. Ülkemizde 14 Martta kutlanan Tıp Bayramı, ABD’de ameliyatlarda genel anestezinin ilk defa kullanıldığı 30 Mart 1842 tarihinin yıldönümü; Hindistan’da ünlü doktor Bidhan Chandra Roy’un doğum (ve aynı zamanda ölüm) yıldönümü olan 1 Temmuz günü “Doktorlar Günü” olarak kutlandığınıda ekstra bir bilgi olarak söylemekte fayda var.
Tıbbın ilk insanla birlikte başladığı söylense de, genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü Aesculapius’dur. Kendisinden ilk kez İlyada’da Homeros bahsetmiş ve şöyle demiş : “Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi.” Önce Zeus’un gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan edilmiş. Tıp amblemlerinde yer eden, temeli doğu kültürüne dayanan ve tarihi M.Ö. 3000’ lere uzanan yılan figürü de böylece Asklepios ve onun asası ile bütünleşmiş. Asklepios’un şifa veren gücünü yılandan aldığı da bir başka söylenti. Mitolojinin dışında yaşadığı kesin olarak bilinen ve tıbbın babası olarak kabul edilen kişi ise Hippocrates olmuş. M.Ö. 460-450 yılları arasında Kos adasında doğan ve babası da doktor olan Hipokrat’ın tıbba katkıları ve getirdiği felsefe dünya tıp çevrelerince kabul gördüğü için birçok ülkede hekimler mezun olurken “Hipokrat Andı” adı altında meslek yemini ederler. Ulu Önder Musta Kemal Atatürk’ün “Beni Türk Hekimlerine emanet edin…” ifadesinde olduğu gibi, sağlığımızı emanet ettiğimiz, bu hizmet sektöründe özveri ve inançla çalışan Türk hekimlerimiz ve tüm sağlık çalışanlarımız; emekleriniz süresince karşılaştığınız türlü güçlüklere rağmen, kutsal mesleğinizin icrasında vatandaşlarımızın sağlık sorunlarının çözümüne yönelik insanüstü gayretiniz bizler için çok değerlidir. Gece-gündüz, kar-çamur, bayram-tatil demeden büyük bir özveriyle insanların sağlıklı yaşaması için elinizden gelen her türlü çabayı esirgemeyen sizlere ve tüm sağlık personelimize minnet borçluyuz.Bu bağlamda tüm gücüyle çalışan, doktorlarımız başta olmak üzere tüm sağlık personelimizin 14 Mart Tıp Bayramını kutluyor saygılar sunuyorum.
Neyse efendim öncelikle size Nüzhet Kutluğ hakkında kısa bir bilgi vermek isterim. 1932 yılında KONYA’da doğan sanatçı ilk sergisini 26 yaşında Balıkesir’de açtı. Bu tarihten sonra yurt dışı ve yurt içinde eğitimlerine hızla devam ederek bir çok önemli üniversitede çalışma fırsatı buldu.1977 ve 1995 yılları arasında ABD,Romanya,Kuveyt,Avusturya,İspanya,Kıbrıs gibi ülkelerde “Çağdaş Türk Sanatı” üzerine çalışmalara katılıp ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeye çalıştı.Sanatçımız hayatı boyunca birçok önemli ödüle layık görüldü. Önemli görevler üstelendi.Günümüze kadar en son açtığı sergi ile birlikte toplamda 38 kişisel sergi açarak büyük bir başarıya imza attı.Ankara,İstanbul,Edirne ve Balıkesir’de ki sanat müzelerinde çeşitli özel kolleksiyonlarda eserleri bulunan sanatçımız, yurt dışında da Fransa, İsveç,Bulgaristan,Avusturalya ve İsoanya’da ki sanat müzelerine eserlerini sergilenmek üzere verdi.Nüzhet Kutluğ 50.sanat yılı Retrospektif Sergisi’ni de 2003 yılında İş Bankası sponsorluğunda gerçekleştirerek sanatı adına kırılması zor bir rekora imza atmıştır.Ayrıca Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği’nde üyeliğini devam ettirmektedir. Halen çalışmalarına özel atölyesinde devam eden sanatçımız ile ilgili gazeteci yazar Ahmet Özdemir şöyle demiştir: ”Andığınız kişinin,kariyer kıdemini,erdemini, hizmetlerini, saygınlığını anlatabilmek için “Hocaların hocası” deyimini kullanırsınız.Profesör Doktor Nüzhet Kutluğ’u tanıtırken elbette ki hocaların hocası diyeceğim ama bir farkla.Ona öğretim üyeliği geçmişine ek olarak “Sanatçıların sanatçısı,ressamların ressamı” da demem gerekir.”
Yine özellikle bahsetmek görüşünü belirtmek istediğim bir kişi daha var.Ünlü sanat tarihçisi,sanat eleştirmeni,sanat eğitimcisi ve daha bir sürü bir sürü özelliği olan Profesör Doktor Tayfun Akkaya bir konuşmasında Nüzhet Kutluğ’dan şöyle bahsediyor: “Aynı kurumda uzun yıllar birlikte çalıştığımız Nüzhet Kutluğ,disiplinli çalışması, arşatırma ve inceleme tutkusu,sanatsal faaliyetleri, eserleri ve ciddi eğitimciliği ile dikkatimi çekmiştir.Zaman zaman sanat tarihi ile ilgili de sohbetlerimiz oluyordu. Kendisine geçenlerde “Çok okuyan mı bilir,çok gezen mi?”diye şaka yollu sorduğumda, hemen hiç düşünmeden kendisini tanımladı. “Her ikisi de”. Gerçekte Nüzhet Kutluğ, yaptığı gezilerini bilgi ve birikimleriyle birleştirerek sürekli gelişmesi ve gerçekleştirdiği üretimi ve yayınlarıyla dikkat çekici bir çizgi yakalamıştır.”
Değerli sanat sever dostlar gerçekten bu güzel düşüncelerden etkilenmemek mümkün değil. Şimdi ben biraz çuvaldızı kendimize batıralım derim. Mesela ben bu güzel sergiyi dolaştım. Gerçekten de kendi anladığım kadarı ile yapmış olduğu eserlerden çok etkilendim.Hepsinin ayrı bir anlamı ve güzelliği vardı. Gelelim eleştiri noktasına. Ben serginin 3.günü sergiyi ziyaret ettim. Bana eşlik eden arkadaşlarımın dışında sergi adeta terkedilmiş bir salonda yapayalnızlık hissi verdi bana. Acaba dedim gün ve saatten ötürü mü böyle. Diğer günlerde ve farklı saatlerde yine ziyaret ettim. Ama nerde sergilenen eserler birbilerine arkadaşlık ediyorlar. Ne gelen var ne giden. Bizim sanatçı geçinen arkadaşlar serginin ilk günü gelmişler protokol ile bir resim vermişler tamam. Olay bitmiş. Bu denli önemli bir kişinin Balıkesir’e değer vermesi sergi açması bizim Balıkesirlilerin ne kadar umrunda merak ediyorum. Hadi vatandaşı geçtim. Bizim yerli ressamlarımız sanatçılarımız; konuştuğunda söz söyletmeyen ben 20 yıldır sanatın içindeyim diyen kendi kendilerine sergilerde birbirleri içinde dayanışma göstermeye çalışan ( Ben onlara sanatçılık oynamaya çalışan) demek istiyorum sözde ressamların bu sergiden kaçının haberi var. Tabi haksızlık etmek istemem Memleketimizde bu işi layığı ile yapan çok önemli şahsiyetler var. Zaman zaman bu isimleri yazılarımda belirtiyorum. Benim anlatmak istediğim öyle gösteriş ile lafla peynir gemisi yürümüyor. Eğer sanat adına bir çalışma yapıyorsan önce kendi memleketindeki tüm sanat hareketlerini takip edecek bileceksin! Hele ki kendi branşında olanları özenle takip edeceksin. Önce sen örnek olacaksın ki sonra halk seni takip etsin. Öyle komşuculuk oynamakla sanat olmuyor. Bu eleştirel yazımı lütfen yalnış anlamayın değerli okurlarım. Doğru yapan, sanata desteğini tam verenlere asla bir sözüm yok.Ama sanatı kullanıp entellektüel takılmaya çalışanlar utanın. Üzerinize giydiğiniz elbise emanet duruyor!!!
Kadın Cinayetlerine son! Yeter artık! Onlar bizim göz bebeğimiz!..
Şubat ayında yaklaşık 47 kadın katledildi. Bu ölen kadınların %26’sı kocası, %13’ü bir yakını,%9’u ayrıldığı sevgilisi tarafından öldürüldü.Her gün nerdeyse 1 kadının öldürüldüğü ülkemizde, resmi kurumların bu konuda sessiz kalması ve şeffaf olmaması yüzünden; bu konu sadece sivil toplum örgütleri tarafından takip edilen bir üçüncü sayfa haberi olarak geçiştirilmeye çalışıldı.Bu noktada bizlere büyük görev düşüyor. Çok daha duyarlı olalım ve kadınlarımıza sahip çıkalım. Bakın sizin için yaptığım kısa bir araştırma neticesinde ülkemizde ki bölge bölge kadın cinayetlerine sayılarla bir göz atalım. Yaptığım bu araştırmalar 2010-2018 yılları arasını kapsamaktadır.
YANİ TEHLİKE UZAKTA DEĞİL ÇOK YAKINDA ASLINDA!..
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün; Balıkesir’e ilk gelişi 6 Şubat 1923’te olmuştur. Geçtiğimiz günlerde Atamızın Balıkesir’e gelişinin 95. Yıldönümü çeşitli etkinlikler ile kutlandı.Balıkesir’de resmi bayramlarda dahi uzun zamandır görmediğim bir coşku ve kalabalık vardı. Ellerinde Türk bayrakları ile gençlerimiz,çocuklarımız,kadınlarımız ve tüm Balıkesirli vatandaşlarımız ile beraber Balıkesir Garının önünde buluşarak temsili Atamızın kara trenle şehrimize gelişini karşılayıp hep beraber heykelinin önüne doğru yürüyüşe koyulduk. Ve huzuruna çıkıp çelenk bıraktık. Balıkesir ziyaretinde Mustaf Kemal Atatürk, Paşa Camii minberine çıkarak Balıkesir Hutbesini bu ziyaretinde yapmıştır. Zağnos Paşa Camii’nin dış duvarında çerçeveli bir şekilde asılı da olan Atatürk’ün Balıkesir hutbesi şöyle: “Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçkleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur’an’daki mânası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunarı arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak’tır. Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevab kazanacağımı ümit ediyorum. Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim. Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitabetmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber’in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır, o günün askeri, idâri, mâli ve siyasi, sosyal konularıdır. İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı. O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, ikiyüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi’nde söylediğim bir nutukta demiştim ki “Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları hergün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır.” Bu hutbe ile Mustafa Kemal Atatürk her düşünceye açık olduğunu ve tek adam olmadığını ifade etmiştir.Mustafa Kemali’in en büyük özelliklerinden biri geleceği okuyabilmesi ve önlem almasıdır. Canım Atam daha o günlerde gelecekte yaşanabilecek sorunlar ve sıkıntılar ile ilgili her türlü uyarıyı yapmış ve kendisinden sonra ki nesillere bir ışık olmuştur.Büyük Atamızın Balıkesir’imize gelişinin 95. yıldönümünü başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşımızın kahramanlarını rahmet ve minnetle anıyor tüm okurlarıma saygılar sunuyorum.
*******************
Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın. İletişim için; onurayan@hotmail.com
Sade bir törenle araba seslerinin birbirine karıştığı,gürültüden yanındakini duyamadığın bir kavşakta;adı Kocaseyit Kavşağı olan bir yerde Uğur Mumcu Anıldı geçtiğimiz hafta. Daha önce Uğur Mumcu kavşağı olarak bilinen yer, 2017 Temmuz ayı Büyükşehir Belediye Meclisinde alınan karar ile Kocaseyit Kavşağı olarak değiştirilmişti. Sanırım bu karardan habersizdi organizsayonu yapanlar. Keşke doğru bir güzergah ile insanların daha çok olduğu bir bölgede çok daha farklı bir şekilde yapılsaydı bu tören. Keşke sadece gazete sayfalarında çıkmak hedeflenmeden oraya gelenlerede bir şeyler söylenebilseydi. Ama olamadı. Araba seslerinin birbirine karıştığı Kocaseyit Kavşağı’nın gölgesinde kaldı anma töreni. Düşünce güzel ama uygulamada sınıfta kaldı,etkinliği düzenleyenler.
24 Ocak 1993 sabahı, arabasına haince konulan bombanın patlaması sonucunda yaşamını yitiren Araştırmacı Gazeteci Yazar Uğur Mumcu, ülkemizin yetiştirdiği sayılı ve yeri hiçbir zaman doldurulamayacak büyük bir değerdir. İnsanlara fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmalarını öğütleyen, ülkemizin aydınlık geleceği için kalemini korkusuzca kullanan Uğur Mumcu; ahlakı,mücadelesi ve yazarlığıyla önümüzdeki kuşaklara örnek olmaya elbette ki devam edecektir.
Uğur Mumcu’yu katlettiğini sananlar, saklandıkları gölgelerde asla huzur bulamayacak, korktukları sonun başlangıcında yavaş yavaş boğulacaklardır.