Onur Ayan

Onur Ayan

BUGÜN 23 NİSAN NEŞE DOLUYOR İNSAN

Çağdaş ve mutlu Türkiye’yi çocuklarda görür ve çocuklarda bulurdu.İşte bu yüzden 23 Nisan Gününü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak tüm dünya çocuklarına armağan etti. Çocuklara adanmış olan bu bayram, dünya çocukları arasında barış ve kardeşliğin paylaşılması ve dolayısıyla dünya barışına hizmet etmesi özelliği olan tek bayramdır.

23 Nisan 1920 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile birlikte ulusal egemenlik hayata geçirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, yönetim, eğitim ve hukuk sistemini, lâik ve çağdaş bir yapıya Atatürk’ün ilke ve inkilapları doğrultusunda kavuşturacaktır.

Cumhuriyet çocukları, bütün engellemelere rağmen Atatürk’ün kendilerine armağan ettiği bu bayramı coşku ve mutluluk içerisinde kutlamaya devam edeceklerdir.Günümüzde yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, ülkemizin ve sevgili çocuklarımızın geleceği için, adalet ve demokrasi mücadelemizin 23 Nisan 1920 ruhu ve kararlılığıyla Kuvay-i Milliye şehrimiz Balıkesir’de tüm manevi gücüyle devam edecektir. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere milli mücadelede emeği geçen bütün kahramanlarımızı rahmet ve minnet duygularımla anıyor , Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 98. yılını ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı en içten dileklerimle kutluyorum.

Yazının Devamı

TELEVİZYONUN DÜĞMESİNİ KAPAT, HAYATIN DÜĞMESİNİ AÇ!

Hiç düşündünüz mü bir günde kaç saat,bir haftada,bir yılda ve ömrünüzde kaç saat televizyon izlemişsinizdir. Uzmanlar Ülkemizde kişi başına günlük televizyon seyretme süresi 4 saate yakın olduğunu söylüyorlar. Peki bu geçen zaman da nelerden mahrum olduk bunu da bir düşünsek. Mesela çocuğumuza günde 4 saatimizi ayırdık mı? Ya eşimize..En önemlisi hayata birkez geliyorsak kendimize ne kadar zaman ayırıyoruz.. Ama işin ilginç yanı, hepimizde biraz eksik, biraz fazla var bu hastalık, az veya çok hepimiz bağımlıyız. Her ne kadar tersini iddia etmeye çabalasak da gerçek bu.

Her yıl 22- 28 Nisan’da, “Televizyonu Karartma Haftası” etkinliği yapılıyor. İnsanlar bu hafta içinde televizyondan uzak bir hayatın kendilerine neler kazandırabileceğini keşfetmeye çalışıyor. Bir haftalığına televizyonu kapatmak, son yıllarda gittikçe yaygınlaşan bir eylem. Gelin hep birlikte bir hafta televizyonu kapatalım bakalım hayatımızda neler değişecek,birlikte yaşayarak öğrenelim.

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın.

Yazının Devamı

EN GÜZEL TOKAT EBE ŞAPLAĞIDIR, HAYAT KAZANDIRIR

19.yy’da İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde isim yapmış ebelerin yanında usta-çırak yöntemi ile yetişen ”küçük ebe ”adı verilen genç hanımlar ebelik görevlerini yürütürlermiş. 1909 yılında sivil ve askeri tıbbiye birleştirilmiş ve Sağlık Bakanlığına bağlı ortaokula dayalı ilke ebe okulu 1952 yılında Ankara Doğum Evinde açılmış. 1961-1962 öğretim döneminde bu okullar Doğum Evleri’nden ayrılarak yeni bir düzenleme ile bağımsız bir kimlik kazanmış ve Sağlık Okulu adı altında öğrenimlerini sürdürmüşler.

Ebelik insanlığın var oluşu ile başlar. Eski çağlarda Asurlularda, Çinlilerde, Mısırda, Eski Yunanda, Hititlerde Ebelik mesleği varmış.

Ağır fedakârlıklar içerisinde görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çalışan ebeler, sağlık sistemimizin vazgeçilmez unsurlarından biridir.

Yazının Devamı

MALAZGİRT ZAFERİ İLE TÜRKLERİN ANADOLUYA YERLEŞİMİ

Orta Asya’dan batı yönüne göçlerini sürdüren Türk kabileleri, ilerleyişlerinin sonunda Anadolu kapılarına kadar dayanmışlar.

O dönemlerde Anadolu’nun hakimi, Büyük Roma İmparatorluğu’nun veliahtı olarak görülen Bizans İmparatorluğuymuş. 1071 yılında Malazgirt’te yapılan savaşta Bizans’ın yenik düşmesi ile birlikte, Anadolu toprakları Türklerin akınlarına karşı savunmasız bir hale gelmiş ve Anadolu’ya Türk yerleşimi bu olay ile başlamış. Böylece Malazgirt Ovası’ nda 1071 yılında en büyük Türk zaferlerinden birisi kazanılarak tarihte ki yerini almış.

Her yıl 15-21 Nisan tarihleri arasında kutlanan Malazgirt Haftası, Malazgirt Savaşı sonucunda Anadolu’da Türklerin yerleşmesini ve burada kalmasını anma ve kutlama amacıyla yapılıyor.

Yazının Devamı

TURİZM HİZMETLE GELİŞİR,SEVGİYLE BÜYÜR

Bacasız sanayi olarak adlandırılan ve her ülke ekonomisi için büyük önem taşıyan turizm bir ülkenin milli değerlerinden biridir. Bizim ülkemizin de taşı toprağı altın; Doğusunda ayrı renk, Batısında ayrı renk vardır. Ülke dışından veya ülke içinden farklı kültürlere ev sahipliği yapan çok farklı insan toplulukların bir arada bulunduğu; kültürel ve doğal açıdan önem taşıyan topraklarda hep birlikte yaşıyoruz.

Üç yanı denizlerle çevrili olan ülkemiz, Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan bir köprü konumunda olup ılıman bir iklime sahiptir. Yemyeşil bitki örtüsü ve masmavi denizleri ile adeta bir cennet ve yabancı turistler içinde bir çekim merkezidir. Pek çok medeniyetin bu topraklardan geçmiş olması sebebiyle tarihi güzellik açısından da oldukça zengin olan ülkemiz adeta bir açık hava müzesidir. Ekonominin güçlenebilmesi için ülke turizminin güçlü olması şarttır. Tabi ki ülkemizin tabii güzellikleri olması turistin ülkemize gelmesi için yeterli değil. Öncelikle bizlerde ülkemize daha çok turist gelmesi için Türk misafirperverliğini misafirlerimize yaşatmalıyız ki onlarda memnuniyetlerini ülkelerine gittiklerinde ifade etsinler.

Daha çok turistin ülkemize gelmesinde bizim misafirperverliğimiz çok önemlidir. Toplumumuzda turizm konusunda farkındalığı artırmak, iç turizmi canlandırmak ve halkın turizm hareketlerine katılımını sağlamak amacıyla, her yıl olduğu gibi bu yıl da Turizm Haftası 15-22 Nisan tarihleri arasında kutlanıyor. Elbette ki farkındalık yaratmak önemlidir. Lakin bu kutlamaların dışında asıl unutmamamız gereken şey ülkemizi ziyaret eden turistlerin buradan memnun ayrılıp gitmeleridir. Çünkü memnun ayrılan turist bir dahaki sefere daha çok turist demektir.

Yazının Devamı

BÜYÜMENİN İZLENMESİ

Ülkemizde geç kalınsa da bugünler de çocuklarının doğumdan ve hatta anne karnından itibaren büyüme ve gelişmelerinin izlenmesinin, sağlıkları açısından ne kadar önemli olduğu vurgulanmaya başlandı.

Sağlık Bakanlığı tarafından ülke genelinde çocukların ,büyüme ve gelişimlerinin izlenmesi için bir program yürütülüyormuş. Hatta 15 Nisan yani dün “Büyümenin İzlenmesi Günü” olarak belirlenmiş.O güne özel programlar yapılıyormuş. Ne yalan söyleyeyim ben Balıkesir’de şimdiye kadar böyle bir program yapıldığına şahit olmadım ama 4 hafta sonra doğacak çocuğum için bu konuya bir el atmak ve düşüncelerimi yazmak istedim. Öncelikle çocuğumuzun sağlıklı olduğunu anlayabilmenin en iyi yolunun, onun büyümesini ölçmek olduğunu düşünüyorum. Bir ay sonra doğacak olan oğlumun büyümesini bir baba adayı olarak sabırsızlıkla bekliyorum.

Çocuklarımız, ülkemizin geleceği ve umudu olmalarının yanı sıra, toplumun en kırılgan grubunu da oluşturmaktadırlar. Bu nedenle en iyi koşullarda dünyaya gelmelerinin sağlanması, büyümeleri ve gelişmeleri için en uygun ortamın hazırlanması, geleceğe dönük fiziksel, ruhsal ve zihinsel donanımlarının en üst düzeyde oluşturulması ülkenin geleceği açısından yaşamsal önem taşıdığına inanıyorum.

Yazının Devamı

KUTLU DOĞUM

Hz Muhammed Hicri takvimde ki Rebiülevvel ayının 12. si günü dünyaya gelmiştir. Peygamberimizin dünyaya geldiği gün Mevlid Kandili olarak kutlanmaktadır. Yani her yıl Nisan 14-20 günleri arası kutlanan kutlu doğum haftası, peygamber efendimizin doğduğu gerçek ay değildir. Ancak maksat bu günü sabitleyip Müslümanlara Peygamber Efendimizi hatırlatmaktır.

Peki kutlu doğum haftası ne zamandan beri kutlanıyor derseniz aslında kutlu doğum haftası 1989 yılında Mevlid Kandilinin (Rebiülevvel’in 12’si) Peygamberimizin miladi doğum günü olan 20 Nisan’a denk gelince o hafta kutlu doğum haftası ilan edilmiş. Bir kaç yıl sonra Mevlid Kandili ile Kutlu Doğum Haftası denk gelmemeye başlamış. Malum Hicri Takvim ile Miladi Takvim arasında gün farkı var. 1994 yılında Kutlu Doğum Haftası uygulaması Miladi Takvime sabitlenmiş. Yani Kutlu Doğum Haftasını bir tek biz kutluyoruz? Muhtemelen diğer Müslüman Ülkeler; Mevlid Kandili varken bir de Kutlu Doğum Haftası diye bir şeye ihtiyaç duymamışlar, sadece bizim ülkemiz ihtiyaç olarak görmüş. Önceki yıllarda da yüz yıllarda da benzer uygulamalar olmuş ama bunu miladi takvime göre kutlayan sadece bizim ülkemiz.

Kuran’da Kadir Gecesi dışında işaret edilen önemli bir gece bulunmamaktadır. Kadir Gecesi dışında mübarek geceler olarak bilinen kutlamalar, Osmanlı Devleti padişahı II. Selim’in Muhammed’in doğum günü kutlaması için başlattığı Mevlit Kandili örneğinde olduğu gibi Muhammed bin Abdullah’ın ölümünden yıllar sonra ortaya çıkmış ve Osmanlı Devleti padişahları tarafından başlatılan gelenekselleşmiş uygulamalar olarak kalmış. İslam dininde herhangi bir kaynağa dayanmadan kutlanılan bu hafta bir bid’at’tır.

Yazının Devamı

MİRAÇ KANDİLİ

Miraç merdiven demektir. Allah’ın emriyle Peygamber Efendimizin ruhen ve bedenen, Burak isimli semavî bir binite binerek Cebrail ile birlikte Mekke’deki Mescid–i Haram’dan, Kudüs’teki Mescid–i Aksa’ya kadar yapmış olduğu gece yolculuğuna; oradan da bir mi’râcla yani buna manevi asansör de diyebiliriz, yedi kat göklere yükselip Sidretü’l–Müntehâ’ya ulaşıp, burada Cebrail’i arkada bırakıp Refref denilen ledünni binitle Allah’ın huzuruna varıp, O’nun Zat–ı Akdes’ini yakınen müşahede etmesi ve zaman mekan üstü konuşması olaylarının geneline ve bu geceye Miraç Kandili deniyor.

Hadislerde verilen bilgiye göre, Hz. Peygamber Kâbe’de Hatim’de ya da amcasının kızı Ümmühani binti Ebi Talib’in evinde yatarken, Cebrail gelip göğsünü yarmış, kalbini Zemzem ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurmuş. Burak adlı bineğe bindirerek Beytü’l-Makdis’e getirmiş. Burada Hz. İbrahim,Hz. Musa,Hz. İsa ve diğer bazı peygamberler tarafından karşılanan Hz. Peygamber, imam olarak diğer peygamberlere namaz kıldırmış.

Miraç olayının gerçekleştiği bu gece müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılıyor ve bu gecenin ibadetle ihyası bu yüzden gelenekleşiyor. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Miraç Kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, camilerde Miraç Olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenek haline gelmiş.

Yazının Devamı

MİMAR SİNAN VE SIRLARI

Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak devrinin büyük mimarı, dünya çapında dahi bir sanatkar olan Mimar Sinan, 1490’da Kayseri’ye bağlı Gesi mahiyesinin Ağırnas köyünde doğmuş.1538 Moldavia (Karabuğdan) seferinde, Prut nehri üzerinde kazık çakılması mümkün olmayan killi arazide, bataklıkta 13 gün içinde büyük ve yüksek bir köprü kurarak sultanın takdirini kazanmış. Mimar Sinan, mühendis ve mimar olarak yetişmesini tamamlayıp, 1539 yılında mimarbaşı seçildiği zaman 50 yaşına gelmiş.

Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, O’nun sanatının gelişmesini gösteren basamaklar gibi olmuş. Bunların ilki ve çıraklık eserim dediği, Şehzadebaşı Camii ve Külliyesi; Külliyede ayrıca imaret, tabhane (mutfak), kervansaray ve bir sokak ile ayrılmış medrese bulunuyormuş.Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir ve kalfalık eserim dermiş. Yirmiyedi metre çapındaki büyük kubbe, zeminden itibaren tedricen yükselen binanın üzerine gayet nisbetli ve ahenkli bir şekilde oturtulmuş. Sükûnet ve asaleti ifade eden bu sade ve ahenkli görünüşü ile Süleymaniye Camii, olgunlaşmış bir mimariyi temsil ediyormuş.

Sekiz ayrı binadan meydana gelen Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Fatih’ten sonra şehrin ikinci üniversitesi olmuş.Mimar Sinan’ın en güzel eseri ise ustalık eserim dediği, seksen yaşında yaptığı Edirne Selimiye Camii’siymiş. Selimiye’nin kubbesi, Ayasofya kubbesinden daha yüksek ve derinmiş. 31,50 metre çapındaki kubbe, sekizgen şeklindeki gövde üzerine oturmuş. Üç şerefeli ince minarelerine üç kişi aynı anda birbirini görmeden çıkabiliyormuş.

Yazının Devamı

SAĞLIĞI OLANIN UMUDU,UMUDU OLANIN HER ŞEYİ VARDIR

O dönemde büyücüler hastalığı iyileştirmek için aynı zamanda doğadaki farklı ot ve hayvan parçalarından yararlanıyorlarmış. İnsanlar en eski çağlarda bile sağlığın önemini anlamışlar. Tabi ki uygarlığın gelişmesi ile bilim ilerlemiş ve ortaya Tıp diye bir şey çıkmış.Tıp Bilimi sayesinde hastalıkların nedenleri bulunmuş, iyileşme yöntemleri geliştirilmiş. Ama maalesef ki insanların sağlığını korumak ve düzeltmek için ortaya çıkan büyücülük farklı anlamlarda halen bugün ilkel toplumlarda, hata ve hatta memleketimizin bazı bölgelerinde hala çağ dışı kalmış bir düşünce ile başvurulan ve kötü niyetli olarak kullanılan bir şey olarak kalmıştır.

Büyücülük ilkelce yaşamaya çalışmaya devam ededursun;Tıp bilimi her gün yeni buluşlarla insanlığa büyük yararlar sağlamaya devam ediyor. Tıp bilimi yalnız hastalıklarla, hasta olan insanlarlada ilgilenmiyor. İnsan sağlığının sürekliliği, insanların hasta olmadan yaşamlarını sürdürmeleri için Tıp insanlarımız araştırmalarına devam ediyor ve biz bu yazıyı okurken bile bir hastalığa çare olacak bir tedavi her an bulunuyor, yeni yöntemler gelişiyor.

Değerli Okuyucularım; Birleşmiş Milletler Örgütü, 7-13 Nisan tarihleri arasını Sağlık Haftası olarak kabul etmiş. Ülkemizde de, bu hafta boyunca sağlık ve ilk yardım bilgisi veriliyor; insanların sağlıklı yaşama bilincine ulaşması için çeşitli etkinlikler yapılıyor. Beden sağlığı, beslenme, sağlığın önemi ve sağlıklı yaşama kuralları konularında geniş halk kitleleri bilgilendiriliyor. Biliyorsunuz hemen her meslek dalının bir günü ya da bir haftası var. Özellikle belirtmek isterim ki bu özel günlerin tek amacı kutlama yapmak değil o günlerde yaşanılan sıkıntıları ve sorunları, o meslek sahiplerinin dile getirmesidir.

Yazının Devamı

GÜVENLİĞİMİZİN TEMİNATI, SAVUNMA HAKKININ TEMSİLCİLERİ AVUKATLAR

Avukatlarımız bağımsız savunmayı temsil ettikleri için Yargının kurucularından biridir aslında. Bir kamu hizmeti olan Avukatlığın serbest meslek olmasının temel sebebi de “bağımsız” olmasıdır. Avukatlar görevlerine Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacaklarına namus ve şerefleri üzerine and içerek başlarlar. Hukuk sistemimizin vazgeçilmez unsurlarından savunma sorumluluğuyla yükümlü avukatlarımız, vatandaş-devlet ilişkilerinin çağdaş çerçevede yürümesi açısından önemli bir görev yapmaktadırlar. Molierac “Görevimizi yaparken hiç kimseye; ne müvekkile, ne hakime hele de iktidara asla bağlı değiliz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiç bir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı.” sözleri ile avukatlık mesleğini en iyi şekilde tanımlamıştır sanırım.

Ulu Önderimiz, Başkomutanımız, Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk 5 Nisan 1923 günü Anakara Barosunu açarken yaptığı konuşmasında, Adaleti Türk Avukatlarına emanet ettiğini söylemiştir. Bugünü Avukatlar için özel kılan onların günü olmasını sağlayan sebep de sanırım budur.

Cumhuriyetimizin İlanından sonra ilk kez en geniş katılımıyla 3 Ocak 1934 de İzmir’de yapılan Türkiye Avukatlar Birliği toplantısında, bugün Avukatlar Günü olarak belirlenmiştir. Bu toplantıda alınan ilke kararı uyarınca tüm Baro Başkanları ve Baroların Temsilcileri bu karardan yaklaşık 24 yıl sonra, 5 Nisan 1958 tarihinde İzmir’de toplanarak, Türkiye Barolar Birliği’nin kuruluş yıldönümü olması sebebi ile bugünü “Avukatlar Günü” olarak kutlamaya başladılar. Yapılan birçok araştırmada karşılaştım ki; Baro Başkanlarının İzmir de 5 Nisan 1958 de toplandıkları ve neden bu tarihini seçtiklerinin özel bir nedeninin olup olmadığını bulamadım. Tahmin ediyorum ki yazımın başında da ifade ettiğim gibi Atatürk’ün Ankara Barosu açılışında ki konuşması bu kararın alınmasında etken olmuştur.

Yazının Devamı

ASAYİŞ-İ ZABITA VE NATO

10 Nisan 1845 tarihinde ıslahat çalışmaları kapsamında Polis teşkilatı kurulmuş. İlk kurulan polis teşkilatı o zamanın başkenti İstanbul’un güvenliğini sağlamak üzere kurulmuş ve daha sonra teşkilat diğer bölgelerde de örgütlenmiş. 10 Nisan 1845 tarihi ise Türk Emniyet Teşkilatı için önemli bir doğuş noktası olmuştur. Bunun nedeni bu tarih ile birlikte “Polis” kavramı ilk defa kayıtlara geçmiş ve faaliyetlere başlanmış.

Polis; kelimesinin kökeni Latinceden geliyor. Latince politika kelimesinden türetilmiş. Eski Yunanlılar şehir devletlerine polis adını vermişler. Anaokuluna gittiğim dönemde okuduğum okula polisler gelip bize trafik lambalarını ve tarfik kuralalrını anlatırlardı.

O dönemde sanırım bundan çok etkilenmiş olacağım ki ilkokulun sonuna kadar ,bana soranlara hep polis olacağımı söylemişimdir. Polislerimiz, toplumda yardıma ihtiyacı olan herkese yardım eder, muhtaçlara, düşkünlere elini uzatır ve sorunlarını çözmeye çalışırlar. Sanırım daha o yaşlarda bunun bilincinde olarak herkese yardımcı olmak ve insanları kurtarmak istediğim için polis olmak istedim.

Yazının Devamı

KANSERDE; ERKEN TANI, HAYAT KURTARIR!..

Özellikle son yıllarda sık görülen, erken teşhis edilemediğinde tedavisinin zor olması ve ölümlere neden olmasının yanında bıraktığı sakatlıklar ve ortaya çıkardığı ekonomik kayıplar nedeniyle kanser önemli bir toplumsal hastalıktır.

Peki Kanser hastalığı neden bu kadar artış gösterdi? Olumsuz çevresel faktörlerin çoğalması, kanser yapıcı maddelerin artması, sağlıklı olmaya yönelik alışkanlık ve davranışların yetersizliği, sağlıksız beslenme, sigara ve alkol kullanımının artması, kanser hastalığına davetiye çıkaran %90 oranında nedenler olarak sıralanabilir. Kanser bulaşıcı olmayan, önlenebilir bir hastalıktır. Kanser, normal kurallar dışında diğer doku ve organların aleyhine büyüyen, çoğalan hasta hücrelerin oluşturduğu bir hastalıktır. Dünya genelinde giderek artan ve büyük bir sağlık problemi olan kanser, toplumlarda önemli bir sosyo ekonomik yüke, bireylerde de maddi ve manevi kayıp ve zorluklara yol açıyor.

Kanserin önemli bir kısmının önlenebilir olması, tedavi ve teşhis olanaklarının giderek artması, kanser taramaları ile erken teşhis imkanlarının bulunması, sağlık politikalarının dünya genelinde her geçen gün güncellenmesine ve geliştirilmesini gerektiriyor. Bu noktada malesef ki son düzenlenen sağlık politikalarımız ile çağdaş ve gelişmiş ülkelerin oldukça gerisinde kaldığımızı söylemek zorundayım. Avrupa ülkeleri sağlıkta çağ atlarken bizlerin acil servislerde kadınlı erkekli karışık bakılmasının tartışıldığı, ülkemiz için özellikle de sağlığımız için malesef ki sıkıntılı günlerden geçtiğimiz gerçeğini görmezden gelemiyorum.

Yazının Devamı

APTALLARIN VE KAÇIKLARIN GÜNÜ

Bu konu biraz karışık aslında. 1 Nisan şakası ile ilgili farklı kültürlere ve farklı inanışlara göre çeşitli efsaneler ve rivayetler var. Fransızlara göre 1 Nisan şaka gününün ortaya çıkışı; M.Ö. Roma İmparatoru Sezar’ın yaşadığı yıllara dayanıyor.Sezar’dan 1610 yıl sonra, 1564’de Fransa Kralı IX. Charles’ın, takvimi değiştirerek yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe alması ve o zamanın iletişim koşullarından dolayı bazı insanların bu gelişmeden haberi olmaması nedeni ve bu kararı protesto etmek amacı ile eski adetlerini sürdürmelerine neden olmuş. Kralın kararını protesto eden halk, 1 Nisan’da partiler düzenlemeye, birbirlerine hediyeler vermeye devam etmişler.

Yeni takvimden haberdar olup onu kabul edip uygulayan diğerleri ise bunları “1 Nisan aptalları” olarak nitelendirip bu güne “Bütün Aptalların Günü” adını vermişler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler vermişler, yapılmayacak partilere davet etmişler, gerçek olması mümkün olmayan haberler üreterek yaymışlar. Yıllar sonra takvimin ayları yerine oturup Ocak ayının, yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kendi kültürlerinin bir parçası olarak görmeye başlamışlar. Fransız kökenli bu geleneğin İngiltere’ye ulaşması yaklaşık iki yüzyıl sürmüş. Oradan da Amerika’ya ve bütün dünyaya yayılmış.

Bir başka rivayete göre ise; 1 Nisan şakalarınının çıkış tarihi şöyle; 15. yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu İspanya’daki Endülüs Müslümanlarının son kalesini (Gırnata) kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle, kale korunabilmektedir. Durumun zorluğunun bilincinde olan Haçlı ordusunun komutanı kaleyi düşürmek için değişik taktikler düşünmektedir. En sonunda aklına bir fikir gelir. 31 Mart gecesi kalenin önüne giderek bir elinde Kuran bir elinde İncil, kaledekilere seslenir;

Yazının Devamı

DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ

Bir daha dünyaya gelsem ve büyünce ne olacaksın deseler yine tiyatrocu olurum derdim. Şimdi de bu soruyu bana biraz değiştirip “bu mesleğin olmasaydı, ne olmak isterdin” diye soruyorlar. Ben başka meslekte yapamam ki şimdi ne istersem onu oluyorum,sahneye çıktığımda bir gün doktor,bir gün asker,bir gün öğretmen,bir gün iş adamı; bu böyle uzayıp gidiyor… Yani Tiyatro bana istediğim herşeyi olduruyor bu özgürlük başka hangi meslekte var diye cevaplıyorum;bana sorulan soruyu.Bügün benim için çok özel bir gün.

1948 yılında kurulan Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün 1961 yılında aldığı kararla, o günden beri 27 Martta tüm tiyatrocular bugünü kutluyor.Bugün dünyanın bir çok yerinde kendini tiyatroya adamış sanat adamları bildiriler yayınlayarak,ücretsiz oyunlar oynayarak tiyatroyu daha geniş çevrelere yaymaya ve sevdirmeye çalışırlar.Türkiye’de bu bildiriyi ilk yayınlayan tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul oldu.Dünyada ise ilk bildiriyi yayınlayan tiyatro adamı Fransız Jean Cocteau olmuş.

Dünyada tiyatronun ilk çıkışının ilkel insanların döneminde ki avcılığa dayandığı söylenir. O dönemde avcılar hayvanlara daha çok yaklaşabilmek için öldürdükleri hayvanların kürklerini giyip onların çıkardıkları sesleri çıkartırmışlar. Avlayacakları hayvana yaklaşabildikleri kadar çok yaklaşıp sonrada onu avlarlarmış.Gecede ateş başı sohbetlerinde birbirlerine taklitler yaparak avlarını anlatırlarmış. Bu ritüel zamanla gece eğlencelerine şenliklere ve tiyatroya dönüşmüş.

Yazının Devamı

ÇOCUK ANNELER

Türkiye’de çocuklar, tecavüzden dayağa, kötü muameleden işkenceye kadar her türlü insanlık dışı davranış ile karşılaşıyor ve bu haberlerle içimiz acıyor. Fotoğrafçı ve film yapımcısı Pieter ten Hoopen Kopenhag’da ki “Kadın Doğumu konferansı” öncesinde genç annelerden bazılarıyla sohbet etme fırsatı bulmuş. Bu sohbetlerden bazılarını paylaşmak istiyorum.

************************* Ana 15 yaşında Kolombiya’da ailesiyle yaşıyor. Erkek arkadaşı kendisini hamile bırakıp kaçtığında sekizinci sınıfa gidiyormuş. Ana, gebeliğinin son üç aylık döneminde, preklamsi geçirmiş ve acil tıbbi bakıma alınmak zorunda kalmış.“Sekiz aylık hamileyken, hipertansiyonum vardı. Kliniğe gittiğimde beni hemen doğum servisine gönderdiler. Anne olmak istemiyordum, ama Karen bana güldüğünde, bu çok güzel bir şey diye düşünüyorum” diyor.

*************************

Yazının Devamı

NEVRUZ-I HİCAZ

Nevruz kutlamaları kültürlere göre farklılıklar göstermektedir.Nevruz İran ve Bahai takvimlerine göre yılın ilk gününü temsil ederken günümüz İran’ın da İslami bir kökenden ayrılmış bir şenlik olarak kutlanmaktadır. Zerdüştlük ve Bahai’ler de kutsal bir gün olarak sayılıp o gün tatil yapılmaktadır. Kürtlerde Nevruz bayramı İran mitolojisinde ki Demirci Kava Efsanesi’ne dayanıyormuş. Anadolu ve Orta Asya Türk halklarında ise yazımın başında da belirttiğim gibi “Göktürklerin Ergenekon’dan çıkışı” ve “Baharın Gelişi” olarak kutlanıyor.

Nevruz kutlamalarını ilk başlatan kişinin Kral Cemşid olduğu söyleniyor. Buzul Çağının son dönemlerine uzanan bir tarihi geçmişi olduğunu belirtmekte fayda görüyorum.Neredeyse yeryüzünde ki kutlanan en eski bayram tabiri Nevruz için kullanılabilir. O çağlarda insan hayatı günümüzdekinden çok daha önemliydi ve yaşamla ilgili her şey dört mevsim ile ilişkilendirilmişti. Çok sert geçen kışın ardından gelen bahar ile beraber çiçeklerin uykusundan uyanması insanlık için büyük bir fırsat ve bolluk demekmiş. Kral Cemşid zor geçen kışın ardından insanların bu mutluluğunu Nevruz Bayram olarak ilk kutlayan kişiymiş. Zerdüştün ise bu bayramı kurumsallaştırdığı dilden dile bugünlere kadar gelmiş.

Türkler bu bayramı nasıl kutlamış diye bir tarihe göz atacak olursak eğer; Nevruz zamanı Türklerde Örste demir dövmek, Türklerin Ergenekon’dan çıkışını simgeler.Destana göre tam dört yüzyıl etrafı yüksek dağlarla çevrili gizli bir yurt olan Ergenekon’da yaşayan Türk ulusunun nüfusunun gittikçe artması üzerine en eski yurtları olan Turan’a tekrar kavuşmayı çok isterler.Bir kurdun yol göstermesi ve bir demirci ustasının dağda demir madeni bulunan tarafta ocak yakıp örs kurması ve çekici örse vurup taşları parçalamasını simgelerler. Türkler, demiri eritip Bozkurt önderliğinde Ergenekon’dan çıkarak tüm dünyaya tekrar yayılmaya başlarlar. Türkler , o gün çok sevinmişlerdir.

Yazının Devamı

AH ÇANAKKALE...

Ya analar, gelinlik kızlar!.. Hepsi birer Mehmetçik.

İşte biz böyle anaların evlatlarıyız. Sağımıza dönsek Mehmetçik.Solumuza dönsek Mehmetçik.

Her yer,bastığımız toprak MEHMETÇİK.

Yazının Devamı

TIBBİYE-İ ŞAHANE

14 Mart 1827 tarihinde Tıbbiye-i Şahane Mektebinin kuruluşu nedeniyle 1937 yılından bu yana Tıp Bayramı olarak kutlanan 14 Mart’ı,Hekimlik mesleği; kutsal bir meslek olarak kabul ediyor.Geçmişe gittiğimizde çok ilginç bilgiler ile karşı karşıya kalıyoruz aslında. Mesela ilk hastahane 1827 yılının 14 Mart’ında II. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle açılıyor. Şehzadebaşı’nda ki Tulumbacıbaşı Konağı’nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulan ilk hastahane bugünün kutlanmasında büyük bir paya sahip.Lakin ilk kutlama tabi ki bu hareketle başlamıyor.İlk kutlama da çok ilginç bir sebebe dayanıyor.

Tıp Bayramı, ilk kez, 1. Dünya savaşı sonunda, İstanbul’un işgal edildiği günlerde, yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919 yılında kutlanmış .Hikmet Boran önderliğindeki tıp okulu öğrencileri, işgali protesto için toplanmış ve Dr.Fevzi Paşa, Dr.Besim Ömer Paşa, Dr.Akil Muhtar gibi dönemin ünlü doktorları da bu eyleme destek vermiş.Böylece ilk Tıp Bayramı, tıp sektöründe hizmet edenlerin yurt savunma hareketi olarak başlamış. 1976 yılından beri de 14 Mart’ı içine alan hafta boyunca, bu hafta Tıp Haftası olarak kutlanmaya devam ediyor. Aslında ülkemizde 1929 – 1937 yılları arasında bu özel gün 12 Mayıs tarihinde kutlanmış.Bunun sebebi Bursa’daki Yıldırım Darüşşafaka’nda ilk Türkçe tıp derslerinin başlamasıymış.Fakat buna karar verenler yalnış kara verdiklerini düşünmüş olacaklar ki 8 yıl sonra tekrar eskiye dönüp 14 Mart tarihinde bugünü kutlamaya karar vermişler. Ülkemizde 14 Martta kutlanan Tıp Bayramı, ABD’de ameliyatlarda genel anestezinin ilk defa kullanıldığı 30 Mart 1842 tarihinin yıldönümü; Hindistan’da ünlü doktor Bidhan Chandra Roy’un doğum (ve aynı zamanda ölüm) yıldönümü olan 1 Temmuz günü “Doktorlar Günü” olarak kutlandığınıda ekstra bir bilgi olarak söylemekte fayda var.

Tıbbın ilk insanla birlikte başladığı söylense de, genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü Aesculapius’dur. Kendisinden ilk kez İlyada’da Homeros bahsetmiş ve şöyle demiş : “Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi.” Önce Zeus’un gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan edilmiş. Tıp amblemlerinde yer eden, temeli doğu kültürüne dayanan ve tarihi M.Ö. 3000’ lere uzanan yılan figürü de böylece Asklepios ve onun asası ile bütünleşmiş. Asklepios’un şifa veren gücünü yılandan aldığı da bir başka söylenti. Mitolojinin dışında yaşadığı kesin olarak bilinen ve tıbbın babası olarak kabul edilen kişi ise Hippocrates olmuş. M.Ö. 460-450 yılları arasında Kos adasında doğan ve babası da doktor olan Hipokrat’ın tıbba katkıları ve getirdiği felsefe dünya tıp çevrelerince kabul gördüğü için birçok ülkede hekimler mezun olurken “Hipokrat Andı” adı altında meslek yemini ederler. Ulu Önder Musta Kemal Atatürk’ün “Beni Türk Hekimlerine emanet edin…” ifadesinde olduğu gibi, sağlığımızı emanet ettiğimiz, bu hizmet sektöründe özveri ve inançla çalışan Türk hekimlerimiz ve tüm sağlık çalışanlarımız; emekleriniz süresince karşılaştığınız türlü güçlüklere rağmen, kutsal mesleğinizin icrasında vatandaşlarımızın sağlık sorunlarının çözümüne yönelik insanüstü gayretiniz bizler için çok değerlidir. Gece-gündüz, kar-çamur, bayram-tatil demeden büyük bir özveriyle insanların sağlıklı yaşaması için elinizden gelen her türlü çabayı esirgemeyen sizlere ve tüm sağlık personelimize minnet borçluyuz.Bu bağlamda tüm gücüyle çalışan, doktorlarımız başta olmak üzere tüm sağlık personelimizin 14 Mart Tıp Bayramını kutluyor saygılar sunuyorum.

Yazının Devamı

SANATÇILARIN SANATÇISI, RESSAMLARIN RESSAMI, HOCALARIN HOCASI

Neyse efendim öncelikle size Nüzhet Kutluğ hakkında kısa bir bilgi vermek isterim. 1932 yılında KONYA’da doğan sanatçı ilk sergisini 26 yaşında Balıkesir’de açtı. Bu tarihten sonra yurt dışı ve yurt içinde eğitimlerine hızla devam ederek bir çok önemli üniversitede çalışma fırsatı buldu.1977 ve 1995 yılları arasında ABD,Romanya,Kuveyt,Avusturya,İspanya,Kıbrıs gibi ülkelerde “Çağdaş Türk Sanatı” üzerine çalışmalara katılıp ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeye çalıştı.Sanatçımız hayatı boyunca birçok önemli ödüle layık görüldü. Önemli görevler üstelendi.Günümüze kadar en son açtığı sergi ile birlikte toplamda 38 kişisel sergi açarak büyük bir başarıya imza attı.Ankara,İstanbul,Edirne ve Balıkesir’de ki sanat müzelerinde çeşitli özel kolleksiyonlarda eserleri bulunan sanatçımız, yurt dışında da Fransa, İsveç,Bulgaristan,Avusturalya ve İsoanya’da ki sanat müzelerine eserlerini sergilenmek üzere verdi.Nüzhet Kutluğ 50.sanat yılı Retrospektif Sergisi’ni de 2003 yılında İş Bankası sponsorluğunda gerçekleştirerek sanatı adına kırılması zor bir rekora imza atmıştır.Ayrıca Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği’nde üyeliğini devam ettirmektedir. Halen çalışmalarına özel atölyesinde devam eden sanatçımız ile ilgili gazeteci yazar Ahmet Özdemir şöyle demiştir: ”Andığınız kişinin,kariyer kıdemini,erdemini, hizmetlerini, saygınlığını anlatabilmek için “Hocaların hocası” deyimini kullanırsınız.Profesör Doktor Nüzhet Kutluğ’u tanıtırken elbette ki hocaların hocası diyeceğim ama bir farkla.Ona öğretim üyeliği geçmişine ek olarak “Sanatçıların sanatçısı,ressamların ressamı” da demem gerekir.”

Yine özellikle bahsetmek görüşünü belirtmek istediğim bir kişi daha var.Ünlü sanat tarihçisi,sanat eleştirmeni,sanat eğitimcisi ve daha bir sürü bir sürü özelliği olan Profesör Doktor Tayfun Akkaya bir konuşmasında Nüzhet Kutluğ’dan şöyle bahsediyor: “Aynı kurumda uzun yıllar birlikte çalıştığımız Nüzhet Kutluğ,disiplinli çalışması, arşatırma ve inceleme tutkusu,sanatsal faaliyetleri, eserleri ve ciddi eğitimciliği ile dikkatimi çekmiştir.Zaman zaman sanat tarihi ile ilgili de sohbetlerimiz oluyordu. Kendisine geçenlerde “Çok okuyan mı bilir,çok gezen mi?”diye şaka yollu sorduğumda, hemen hiç düşünmeden kendisini tanımladı. “Her ikisi de”. Gerçekte Nüzhet Kutluğ, yaptığı gezilerini bilgi ve birikimleriyle birleştirerek sürekli gelişmesi ve gerçekleştirdiği üretimi ve yayınlarıyla dikkat çekici bir çizgi yakalamıştır.”

Değerli sanat sever dostlar gerçekten bu güzel düşüncelerden etkilenmemek mümkün değil. Şimdi ben biraz çuvaldızı kendimize batıralım derim. Mesela ben bu güzel sergiyi dolaştım. Gerçekten de kendi anladığım kadarı ile yapmış olduğu eserlerden çok etkilendim.Hepsinin ayrı bir anlamı ve güzelliği vardı. Gelelim eleştiri noktasına. Ben serginin 3.günü sergiyi ziyaret ettim. Bana eşlik eden arkadaşlarımın dışında sergi adeta terkedilmiş bir salonda yapayalnızlık hissi verdi bana. Acaba dedim gün ve saatten ötürü mü böyle. Diğer günlerde ve farklı saatlerde yine ziyaret ettim. Ama nerde sergilenen eserler birbilerine arkadaşlık ediyorlar. Ne gelen var ne giden. Bizim sanatçı geçinen arkadaşlar serginin ilk günü gelmişler protokol ile bir resim vermişler tamam. Olay bitmiş. Bu denli önemli bir kişinin Balıkesir’e değer vermesi sergi açması bizim Balıkesirlilerin ne kadar umrunda merak ediyorum. Hadi vatandaşı geçtim. Bizim yerli ressamlarımız sanatçılarımız; konuştuğunda söz söyletmeyen ben 20 yıldır sanatın içindeyim diyen kendi kendilerine sergilerde birbirleri içinde dayanışma göstermeye çalışan ( Ben onlara sanatçılık oynamaya çalışan) demek istiyorum sözde ressamların bu sergiden kaçının haberi var. Tabi haksızlık etmek istemem Memleketimizde bu işi layığı ile yapan çok önemli şahsiyetler var. Zaman zaman bu isimleri yazılarımda belirtiyorum. Benim anlatmak istediğim öyle gösteriş ile lafla peynir gemisi yürümüyor. Eğer sanat adına bir çalışma yapıyorsan önce kendi memleketindeki tüm sanat hareketlerini takip edecek bileceksin! Hele ki kendi branşında olanları özenle takip edeceksin. Önce sen örnek olacaksın ki sonra halk seni takip etsin. Öyle komşuculuk oynamakla sanat olmuyor. Bu eleştirel yazımı lütfen yalnış anlamayın değerli okurlarım. Doğru yapan, sanata desteğini tam verenlere asla bir sözüm yok.Ama sanatı kullanıp entellektüel takılmaya çalışanlar utanın. Üzerinize giydiğiniz elbise emanet duruyor!!!

Yazının Devamı

EY ADAMIM DİYE GEÇİNEN ERKEKLER!!! ELİN HAVADAYKEN BİR DÜŞÜN; KADIN SENİN EŞİN,KADIN SENİN KARDEŞİN, KADIN SENİN ANNEN!..

Kadın Cinayetlerine son! Yeter artık! Onlar bizim göz bebeğimiz!..

Şubat ayında yaklaşık 47 kadın katledildi. Bu ölen kadınların %26’sı kocası, %13’ü bir yakını,%9’u ayrıldığı sevgilisi tarafından öldürüldü.Her gün nerdeyse 1 kadının öldürüldüğü ülkemizde, resmi kurumların bu konuda sessiz kalması ve şeffaf olmaması yüzünden; bu konu sadece sivil toplum örgütleri tarafından takip edilen bir üçüncü sayfa haberi olarak geçiştirilmeye çalışıldı.Bu noktada bizlere büyük görev düşüyor. Çok daha duyarlı olalım ve kadınlarımıza sahip çıkalım. Bakın sizin için yaptığım kısa bir araştırma neticesinde ülkemizde ki bölge bölge kadın cinayetlerine sayılarla bir göz atalım. Yaptığım bu araştırmalar 2010-2018 yılları arasını kapsamaktadır.

YANİ TEHLİKE UZAKTA DEĞİL ÇOK YAKINDA ASLINDA!..

Yazının Devamı

ATAMIZIN BALIKESİR’E GELİŞİ VE HUTBESİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün; Balıkesir’e ilk gelişi 6 Şubat 1923’te olmuştur. Geçtiğimiz günlerde Atamızın Balıkesir’e gelişinin 95. Yıldönümü çeşitli etkinlikler ile kutlandı.Balıkesir’de resmi bayramlarda dahi uzun zamandır görmediğim bir coşku ve kalabalık vardı. Ellerinde Türk bayrakları ile gençlerimiz,çocuklarımız,kadınlarımız ve tüm Balıkesirli vatandaşlarımız ile beraber Balıkesir Garının önünde buluşarak temsili Atamızın kara trenle şehrimize gelişini karşılayıp hep beraber heykelinin önüne doğru yürüyüşe koyulduk. Ve huzuruna çıkıp çelenk bıraktık. Balıkesir ziyaretinde Mustaf Kemal Atatürk, Paşa Camii minberine çıkarak Balıkesir Hutbesini bu ziyaretinde yapmıştır. Zağnos Paşa Camii’nin dış duvarında çerçeveli bir şekilde asılı da olan Atatürk’ün Balıkesir hutbesi şöyle: “Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allahın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçkleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur’an’daki mânası açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunarı arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak’tır. Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevab kazanacağımı ümit ediyorum. Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim. Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitabetmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber’in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır, o günün askeri, idâri, mâli ve siyasi, sosyal konularıdır. İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı. O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, ikiyüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi’nde söylediğim bir nutukta demiştim ki “Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları hergün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır.” Bu hutbe ile Mustafa Kemal Atatürk her düşünceye açık olduğunu ve tek adam olmadığını ifade etmiştir.Mustafa Kemali’in en büyük özelliklerinden biri geleceği okuyabilmesi ve önlem almasıdır. Canım Atam daha o günlerde gelecekte yaşanabilecek sorunlar ve sıkıntılar ile ilgili her türlü uyarıyı yapmış ve kendisinden sonra ki nesillere bir ışık olmuştur.Büyük Atamızın Balıkesir’imize gelişinin 95. yıldönümünü başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşımızın kahramanlarını rahmet ve minnetle anıyor tüm okurlarıma saygılar sunuyorum.

*******************

Bana her konuda fikir ve önerilerinizi yazabileceğinizi sakın unutmayın dostlar sevgi ile kalın. İletişim için; onurayan@hotmail.com

Yazının Devamı

KOCASEYİT KAVŞAĞINDA UĞUR MUMCU ANILDI

Sade bir törenle araba seslerinin birbirine karıştığı,gürültüden yanındakini duyamadığın bir kavşakta;adı Kocaseyit Kavşağı olan bir yerde Uğur Mumcu Anıldı geçtiğimiz hafta. Daha önce Uğur Mumcu kavşağı olarak bilinen yer, 2017 Temmuz ayı Büyükşehir Belediye Meclisinde alınan karar ile Kocaseyit Kavşağı olarak değiştirilmişti. Sanırım bu karardan habersizdi organizsayonu yapanlar. Keşke doğru bir güzergah ile insanların daha çok olduğu bir bölgede çok daha farklı bir şekilde yapılsaydı bu tören. Keşke sadece gazete sayfalarında çıkmak hedeflenmeden oraya gelenlerede bir şeyler söylenebilseydi. Ama olamadı. Araba seslerinin birbirine karıştığı Kocaseyit Kavşağı’nın gölgesinde kaldı anma töreni. Düşünce güzel ama uygulamada sınıfta kaldı,etkinliği düzenleyenler.

24 Ocak 1993 sabahı, arabasına haince konulan bombanın patlaması sonucunda yaşamını yitiren Araştırmacı Gazeteci Yazar Uğur Mumcu, ülkemizin yetiştirdiği sayılı ve yeri hiçbir zaman doldurulamayacak büyük bir değerdir. İnsanlara fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmalarını öğütleyen, ülkemizin aydınlık geleceği için kalemini korkusuzca kullanan Uğur Mumcu; ahlakı,mücadelesi ve yazarlığıyla önümüzdeki kuşaklara örnek olmaya elbette ki devam edecektir.

Uğur Mumcu’yu katlettiğini sananlar, saklandıkları gölgelerde asla huzur bulamayacak, korktukları sonun başlangıcında yavaş yavaş boğulacaklardır.

Yazının Devamı