Türkiye’de Ekonomi: Hayat Pahalılığına Karşı Hayatta Kalma Rehberi

Yusuf Akpınar

Yusuf Akpınar

Tüm Yazıları

Türkiye’de Ekonomi: Hayat Pahalılığına Karşı Hayatta Kalma Rehberi

Türkiye’de ekonomi denince artık akla döviz kuru, enflasyon ve alım gücü düşen vatandaşın çilesi geliyor.

Son birkaç yılda markete girip hiçbir şeye şaşırmayan biri kaldı mı? Geçen ay 50 liraya aldığımız ürünün bu ay 75 lira olması artık kanıksanmış bir gerçek. Ama bir durup düşündüğümüzde, bu gidişat nereye varacak?

Türkiye’de Ekonomi: Hayat Pahalılığına Karşı Hayatta Kalma Rehberi
Türkiye’de Ekonomi: Hayat Pahalılığına Karşı Hayatta Kalma Rehberi

Bir Ürüne Bakarken Geçmişi Hatırlamak

Bir dönem bir ürün alırken içeriğine bakardık, şimdi fiyat etiketine bakıp iç geçiriyoruz. Ayçiçek yağı, süt, et… Bunlar eskiden temel gıdayken şimdi lüks tüketim ürünlerine dönüştü. İkinci el pazarları patlama yaparken, insanlar eskiden beğenmeyip kenara attıkları eşyaları artık elden çıkarmak yerine tamir ettirip kullanmayı tercih ediyor.

Bütçe Dostu Çözümler: Hayatta Kalma Stratejileri

Artık market alışverişi yaparken “önce fiyatına bak sonra ihtiyacını belirle” yöntemi uygulanıyor. Büyük marketler yerine mahalle bakkallarına dönüş yapanlar, semt pazarlarını saat geçtikten sonra gezenler çoğaldı. Lüks restoranlar yerine sokak lezzetleri, kahve zincirleri yerine evde yapılan kahve modası aldı başını gitti.

Peki Ya Çözüm?

Bu ekonomik döngünün en büyük sorunu, insanların refaha dair umudunun azalması. “İleride düzelir mi?” sorusu artık pek sorulmuyor çünkü kimse düzeleceğine inanmıyor. Ekonomi uzmanları “sabır” diyor ama sabır da bir yere kadar. Çözüm üretme konusunda net politikalar gelmedikçe, halkın kendi çözümlerini üretmekten başka çaresi kalmıyor.

Türkiye’de ekonomi, bir bilim değil, bir hayatta kalma sanatı haline geldi. Kim daha iyi bütçe yönetirse, kim daha az masraf yaparsa, o kazançlı çıkıyor. Ama işin acı tarafı, kazanç dediğimiz şey artık refah değil, sadece “ay sonunu getirebilmek” anlamına geliyor.

Günün Kelimesi: Korkmak

Korku… Ürpertiyle gelen, yeri geldiğinde hayatta kalmamızı sağlayan, bazen ise elimizi kolumuzu bağlayan o derin his. Bu kelimenin kökenine indiğimizde, bizi şaşırtıcı bir yolculuk bekliyor.

Eski Türkçe korı- fiilinden türeyen kork- kelimesi, aslında “korunmak, saklanmak” anlamı taşıyor. Düşünsenize, korku dediğimiz şey en başta bir refleksmiş: Tehlikeyi sezip, ona karşı kendimizi güvenli bir alana çekmek. Yani korkmak, çaresizlik değil; aksine, bilinçli ya da bilinçsiz bir korunma içgüdüsü.

Bu kök, Moğolcaya da sıçramış: korguda- “sığınmak, saklanmak” anlamına geliyor. Demek ki atalarımız korkuyu bir zayıflık değil, bir sığınak olarak görmüşler. Aslında hepimiz içgüdüsel olarak bunu yapmıyor muyuz? Ani bir ses duyduğumuzda irkilmek, bilinmeze karşı mesafeli durmak, tehdit altında geri çekilmek… Hepsi, hayatta kalma kodlarımızın bir parçası.

Zamanla kelimenin anlamı biraz değişmiş. Korunma refleksi, yerini tedirginlik, çekinme ve hatta dehşete bırakmış. Bugün korkmak dediğimizde, sadece fiziksel bir tehlikeden bahsetmiyoruz. Duygusal korkularımız var, başarısız olmaktan, sevdiklerimizi kaybetmekten, bilinmeyenden korkuyoruz. Ama belki de işin özü aynı: Korku, hala içimizde bir yerlerde bizi korumaya çalışan eski bir dost.

Ve belki de bu yüzden, korkuya bazen teşekkür etmek gerekir. Çünkü o, tehlikeden kaçmamızı değil, ona karşı nasıl duracağımızı öğretir.

Bugün sizlerle paylaşmak istediklerim bu kadar, hepinize sağlıklı günler diliyorum.

Yusuf Emir Akpınar

Kilo Vermek İçin Bilinmeyen Yöntemler: Bilimsel Araştırmalar Ne Diyor?

ekonomi bütçe öneriler Yusuf Emir Akpınar Türkiye'de Ekonomi