Kısa bir cümle olmasına rağmen Allah’ın tekliğini ifade eden kelime-i tevhit, özü itibariyle derin bir muhtevaya sahiptir. Kelime-i tevhit genellikle sadece insanın dış dünyasında ulûhiyet iddia edilen varlıkların reddini konu edinen bir cümle olarak anlaşılır. Ancak dışta yer alan ilahların asıl itibariyle insan nefsinde bulunan heva ve heveslerin dışa yansıması olduğu unutulmamalıdır.
Putlaştırılan her bir ilahın ilahlığı özü itibariyle kendisine değil, ona ulûhiyet yüklemesi yapan bir bilince dayanır. Dolayısıyla asıl put, insanın dışında değil içindedir. Bu bağlamda kelime-i tevhitte ifade edilen reddin, dilden zihne, zihinden kalbe doğru giden süreçte en önemli niteliği, karşılaşılması muhtemel ilahların tümünü ortadan kaldırabilecek bir bilinç oluşturma gücüne sahip olmasıdır.
Şayet kelime-i tevhit ifadesi Müslümanda böyle bir bilinç oluşturma gücüne sahip değilse, buradaki temel sorun, tevhidin dilden zihne ve kalbe bir yol bulamamış olmasıdır. Doğru ve sahih bir ulûhiyet anlayışı ve inancı için tevhidin dilden zihne ve kalbe bir yol bularak zihne yerleşmesi gerekir.