Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

ULÛHİYET VASIFLARI

Kısa bir cümle olmasına rağmen Allah’ın tekliğini ifade eden kelime-i tevhit, özü itibariyle derin bir muhtevaya sahiptir. Kelime-i tevhit genellikle sadece insanın dış dünyasında ulûhiyet iddia edilen varlıkların reddini konu edinen bir cümle olarak anlaşılır. Ancak dışta yer alan ilahların asıl itibariyle insan nefsinde bulunan heva ve heveslerin dışa yansıması olduğu unutulmamalıdır.

Putlaştırılan her bir ilahın ilahlığı özü itibariyle kendisine değil, ona ulûhiyet yüklemesi yapan bir bilince dayanır. Dolayısıyla asıl put, insanın dışında değil içindedir. Bu bağlamda kelime-i tevhitte ifade edilen reddin, dilden zihne, zihinden kalbe doğru giden süreçte en önemli niteliği, karşılaşılması muhtemel ilahların tümünü ortadan kaldırabilecek bir bilinç oluşturma gücüne sahip olmasıdır.

Şayet kelime-i tevhit ifadesi Müslümanda böyle bir bilinç oluşturma gücüne sahip değilse, buradaki temel sorun, tevhidin dilden zihne ve kalbe bir yol bulamamış olmasıdır. Doğru ve sahih bir ulûhiyet anlayışı ve inancı için tevhidin dilden zihne ve kalbe bir yol bularak zihne yerleşmesi gerekir.

Yazının Devamı

LÂ İLÂHE İLLALLAH

Tevhit inancı İslam dinin esasını teşkil eder. İslâm dinine girmek isteyen kimsenin yapması

gereken ilk şey kelime-i tevhidi içtenlikle benimsemesidir. Kelime-i tevhit tabiri Allah’tan

başka ilahın bulunmadığını ifade eden cümlenin adıdır.

Yazının Devamı

YA RABBİ

Rab kelimesi yüce dinimizin en temel kavramlarından biridir. Arapça’da yerine göre değişik anlamlar ifade eder. Bazen mâlik, seyyid, idare eden, bazen terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren anlamına kullanılmıştır. Mâlik “evreni yaratan ve yöneten”, seyyid “hâkimiyetinde dengi ve benzeri olmayan”, muslih de “lutfettiği nimetler vasıtasıyla yaratılmışların halini düzeltip geliştiren” demektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Rab kelimesi 962 yerde Allah’a doğrudan nisbet edilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “rbb” md.). Bu kullanımların çoğunda Allah’ın azameti, aşkınlığı, lutufkârlığı, bağışlayıcılığı, şefkat ve merhameti, rızık verici, yol gösterici, yardım edici ve koruyucu oluşu ifade edilmektedir. Çeşitli hadislerde Rab “sahip” anlamıyla, ayrıca Allah’ın ismi olarak kullanılmıştır. Ezanın ardından, “Ey bu yetkin davetin ve kesintisiz devam eden namaz ve niyazın sahibi Allahım!” diye başlayan dua onlardan biridir

Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî isim olarak Allah lafzından sonra en çok kullanılan kelime Rab’dir. Ayetlerdeki konumundan anlaşılacağı üzere bu ismin içerdiği şefkat, merhamet ve geliştirerek yaşatma fonksiyonları (rubûbiyyet), peygamberlerden inkarcılara kadar bütün şuurlu canlıları ve evrendeki diğer varlıkları kuşatmaktadır. Bazı esmâ-i hüsnâ kitaplarında ve Kur’an tefsirlerinin özellikle Fâtiha sûresinde Rab ismi hakkında geniş bilgi verilir. ( Fatiha Suresinin tefsiri okunmalıdır. ) Bu konuda müstakil çalışmalar da yapılmıştır. Bakınız Bekir Topaloğlu, “Esmâ-i Hüsnâ”, DİA, XI, 407-408.

Yazının Devamı

YAKINLAŞMAK

Kurban yaklaşmak, yakınlaşmak, yakın olmak anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak da, “Kurban Bayramı günlerinde ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.”

Kurban kesmek; sadece kan akıtmak değildir. Kanla birlikte beynimizdeki, gönlümüzdeki İslam’a aykırı bütün duygu ve düşüncelerin kurban için açılan çukura gömmek, Müslümanların iman ve İslam basamaklarını aşıp ihsan mertebesine yükselebilmeleridir.

Kurban yakınlaşmaktır.

Yazının Devamı

YAKINLAŞMAK

Kurban yaklaşmak, yakınlaşmak, yakın olmak anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak da, “Kurban Bayramı günlerinde ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.”

Kurban kesmek; sadece kan akıtmak değildir. Kanla birlikte beynimizdeki, gönlümüzdeki İslam’a aykırı bütün duygu ve düşüncelerin kurban için açılan çukura gömmek, Müslümanların iman ve İslam basamaklarını aşıp ihsan mertebesine yükselebilmeleridir.

Kurban yakınlaşmaktır.

Yazının Devamı

HAKKA HUKUKA VE VİCDANA UYGUNDUR

Yaklaşık 1500 yıl önce manastır ( kendilerini dine adamış rahiplerin ve rahibelerin dünya ile ilgilerini keserek yaşadıkları yapı ) olarak inşa edilen Ayasofya, Hristiyanlar ve Müslümanlarca kutsal bir mekân olarak görülür. Osmanlı Devleti’nin 1453’te İstanbul’u almasının ardından Fatih Sultan Mehmet tarafından şehrin en büyük mabedi olan Hagia Sophia Kilisesini Ayasofya-i Kebir Camii adıyla fethin sembolü olarak camiye çevirmiş ve ilk cuma namazı da burada kılınmıştı. Fatih Sultan Mehmet Büyük Ayasofya Camisini tüm Müslümanlar için vakfetmiştir. 65 metre uzunluğunda, ceylan derisi üzerine yazılı 5,5 asırlık Ayasofya Vakfiyesi, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivlerinde özenle korunmaktadır. Ayasofya 1934 yılına kadar cami olarak inananlara hizmet etmiş, 24 Kasım 1934’ te zamanın Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülerek 1 Şubat 1935’ te müze olarak ziyarete açılmıştır.

Ayasofya’nın tekrar cami olma süreci ilk olarak 2005 yılında başladı. O yıl yargıya taşınan olay Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedildi. 2016’da tekrar açılan dava da Haziran 2018’de açıklanan karar ile aynı şekilde sonuçsuz kaldı. Temmuz 2016’da Ayasofya Müzesi’nde düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah namazı ezanı okundu. Ekim 2016’da Müze’nin ibadete açık olan bölümü Hünkâr Kasrı’na Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun yıllardan sonra ilk kez asaleten imam atandı. Ekim 2016’dan itibaren Hünkâr Kasrı bölümünde vakit namazlar kılınmaya ve minarelerinden Sultanahmet Camii ile 5 vakit çifte ezan okunmaya başlandı.

29 Mayıs 2020 tarihinde İstanbul’un Fethinin 567. yıl dönümünde Fetih Suresi okundu. Bu gelişmelerin ardından Ayasofya’nın cami olma süreci tekrar gündeme geldi. Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’nin “Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali” istemiyle Danıştay’da dava açması üzerine 2 Temmuz 2020 tarihinde duruşma gerçekleştirildi ve 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını “Ayasofya’nın vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığını” belirterek iptal etti.

Yazının Devamı

UNUTMA! UNUTTURMA!

Uzun tarihi süreçte pek çok darbe ve hıyanete maruz kalan yüce milletimiz 15 Temmuz 2016 gecesi bir kez daha hayâsız bir darbe girişimine maruz kalmış, Allah’ın inayeti ile bu büyük tehlike bertaraf edilmiştir. Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. 15 Temmuz, devletimizin bekasını hedef alan ve müstevli emellere sahip dahili ve harici düşmanların piyonlarının tezgahlayıp uygulamaya kalkıştığı bir ihanet hareketidir. Birçok şer odağının piyonu alarak palazlanan FETÖ/PDY Örgütü sinsi planlarını o gece uygulamaya kalkışarak gerçek yüzünü deşifre etmiştir.

15 Temmuz bizlere göstermiştir ki, hiçbir güç Allah aşkı ve vatan sevgisiyle dolu yüreklerden daha üstün değildir. Aklını, idrakini, iz’anını ve vicdanını ihanet odaklarına kiralayanlar, kendi girdaplarında boğulmuşlardır. Her kim vatanın, milletin, mazlumun, mağdurun ve muhacirin yanındaysa Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve inayeti de onun yanında olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in beyanı açıktır: “Sakın üzülmeyin ve gevşemeyin, eğer inanıyorsanız üstün olan, en yüce olan sizsiniz.” (Âl-i İmran, 3/139.)

Bugün daha iyi görüyor ve anlıyoruz ki, kendilerine din-i mübin-i İslam’dan meşruiyet zemini üreten gafiller, hainler emellerine ulaşabilmek için Allah’ın kelamını çıkarlarına göre tevil etmişlerdir. Bu hainlere “Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.” denildiğinde asrı saadetteki münafıklar gibi “Aksine biz ıslah ediyoruz.” diyerek yüzlerini maskelemişler ve böylece ümmeti kandırmışlardır.

Yazının Devamı

SEN SAHİP OLURSAN

Vatan; milli ve dini değerlerin özgürce yaşandığı bir coğrafyadır. Bu coğrafya ilk bakışta bir kara parçasıdır ama bu kara parçası tehlikeye girdiği zaman canla, kanla müdafaa edilir. İşte o zaman bu cansız coğrafya, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış canlı bir vatan olur. Vatan konusunda şairlerimizden Mithat Cemal Kuntay; “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” Diyor. Orhan Şaik Gökyay da “Her taşı bir yakut olan bu vatan, Can verme sırrına erenlerindir.” Der. Mehmet Akif Ersoy ise “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda, Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diyor.

Vatanı savunmak için gerektiğinde insanları severek ölüme götüren yüce duygulardan biri de şehadet duygusudur. Dinimizde en yüce makamlardan biri ‘ Şehitlik Makamıdır.’ Bu yüce değer bizim tarihimizde, zaferlerin kazanılmasında en büyük etkenlerden biri olmuştur. Şehitler ve gaziler sayesinde bugün biz vatanımızda hür yaşamaktayız.

Birlik ve beraberlik gibi ortak ideal ve hedefler gerçekleşince insan toplulukları millet haline gelir. Kitle, kalabalık olmaktan çıkar. Nesiller mensup olduğu bir millete ve üzerinde yaşamakta iftihar ettiği bir vatana sahip olur.

Yazının Devamı

İBADETLERİN FERDİ VE TOPLUMSAL FAYDALARI

Bilindiği üzere her dinde varlığına inanılıp bağlanılan, sevgi ve tazimle teslim olunan kudret sahibi yüce bir Varlığa ( ki biz İlah, Allah, Rab, Ma’bud deriz ) karşı yerine getirmekle sorumlu hissedilen fiil ve davranışlara ibadet diyoruz. Sözlükte “boyun eğme, alçak gönüllülük, itaat, kulluk, tapma, tapınma” anlamlarına gelen ibadet, dinî bir terim olarak; “ insanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışlar” için kullanılır.

İslâmî literatürde genellikle bu tür davranış biçimleri için ubudiyet ve ubûdet terimlerine de yer verilmiştir. İbadette belirli davranış şekilleri öne çıkarken, ubudiyette ahlâkî ve manevi öz ağır basmaktadır. İbadet, Allah’a saygı ile boyun eğmenin ve emirlerine itaatin en yüksek derecesidir. Böyle bir saygı yalnız Allah’a yapılır. Çünkü bizi yaratan ve çeşitli nimetler vererek yaşatan O’dur. Öyle ise saygı ve itaatin en yüksek derecesi olan ibadet, varlığımızı bütünüyle kendisine borçlu olduğumuz yüce Allah’ın kulları üzerindeki bir hakkıdır.

Dinin ameli yönüne dahil olan ibadet hayatı her şeyden önce sağlıklı ve ideal bir dini hayat için zaruridir. Zira din, insanın içinden gelen aşk, tazim ve güvenle Allah’ a, O’nun koyduğu prensip ve gayelere bütün varlığıyla bağlanmayı öğütleyen bir olgudur. Yüce Yaratıcının kulları üzerindeki hakkı diye tanımlanan “ibadet” aynı zamanda insanın yaratılış gayesini de ifade etmektedir.

Yazının Devamı

KURBANLA İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR VE CEVAPLARI

Kredi kartıyla kurban satın almak caiz midir?

Kurban kesmekle mükellef olan şahıs, kurbanlık hayvanı nakit olarak alabileceği gibi kredi kartıyla tek çekim veya vadeli olarak da alabilir. Bu bağlamda bedelin kredi kartıyla ödenmesi kurbanın sıhhatine engel teşkil etmez. Ancak kredi kartı borcunu, ödeme tarihinde ödemek ve gecikmeden kaynaklanan faizli işleme düşmemek gerekir.

Banka kredisiyle kurban kesilebilir mi?

Yazının Devamı

KURBANLA İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR VE CEVAPLARI

Zengin olan karı-kocadan her birinin kurban kesmesi gerekir mi?

İbadetlerde sorumluluk bireyseldir. Bu nedenle, dinen zengin olan karı-kocadan her birinin ayrı ayrı kurban kesmesi gerekir.

Kurbanlık hayvanlardan hangileri ortak olarak kesilebilir?

Yazının Devamı

KURBAN ALIRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Sözlükte yaklaşmak, Allaha yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban, dinî bir terim olarak, Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasına ermek için ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder. Kurban Bayramında kesilen kurbana udhiye, hacda kesilen kurbana ise hedy denir.

Kurbanın hükmü nedir? Hanefî mezhebinde tercih edilen görüş, udhiye kurbanı kesmek vacip, diğer mezheplerde (Şafii/Maliki/Hanbeli) sünnettir.

Kimler kurban kesmekle yükümlüdür? Akıllı, ergen, dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve mukim olan her Müslüman kurban kesmekle yükümlüdür. Bu özelliklerin hepsine sahip olan kişi Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu nimetlere şükran ifadesi ve Allah yolunda fedakârlığın nişanesi olarak kurban kesmelidir.

Yazının Devamı

YENİ NORMAL ASLINDA ANORMAL

Korona virüs salgınından sonra gündemimize yerleşen bazı kavramları oldu. Bunlarda birisi belki en meşhuru “yeni normal” kavramıdır. Sağlık Bakanımız Sayın Fahrettin Koca bir konuşmasında “Esasında normale dönmüyoruz. Yeni hayatın normallerini oluşturuyoruz. Yeni normal için büyük bir motivasyon ve sağduyu göstermeliyiz…” demişti. Son zamanlarda şu ifadeyi de sıkça duymaya başladık: “Covid-19 salgını sonrası hayat asla eskisi gibi olmayacak…” Evet bu salgın pek çok şeyimizi değiştirdi ve değiştirmeye devam ediyor. Alışkanlıklarımız, iş yapma biçimlerimiz, hayata bakış açımız hatta ibadet hayatımız. Kısaca bu geçici dönemde eski normaller gidecek, yeni normaller gelecek.

Hiç merak ettiniz mi nedir yeni normal. Bu yeni normal eskiden de normal mi idi? Normal kelimesi Latince normalis “gönyeli, ölçüye uygun” sözcüğünden Fransızcaya normale “kurala uygun, kurallı” anlamı ile geçmiş, bize de oradan gelmiştir. “Normal” ile “Anormal” olanın ayırt edilmesi, tarih boyunca farklı kriterler kullanılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Normal kelimesi çeşitli bilim dallarında farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Bu kelime Osmanlıda kanun, usul ve adetlere uygun olan anlamlarında kullanılmıştır. Normal ve anormal kabullerin kültürden kültüre de farklı algılandığı bilinmektedir. Örneğin bir toplumda “erkeklerin küpe takması” (çoğunluk küpe takmadığı için) anormal bir davranışken, diğer toplumda erkeklerin küpe takması (çoğunluk küpe taktığı için) normal bir davranış olarak kabul edilmektedir. Bir toplumdaki insanların “çoğunluğunun” benimsediği duygu, düşünce ve davranışları “normal” kabul eden bu yaklaşımı olduğu gibi kabul etmemiz mümkün değildir. Hz. Lût aleyhisselam eşcinselliğin “istatistiksel olarak normal” kabul edilebilecek düzeyde yaygın olduğu bir toplumda, bu tür ilişkilerin yanlışlığını vurguladığı için o toplum içinde “anormal” kabul edilmişti. Tarih boyunca bazı toplumlar sahip oldukları gerçeklik anlayışlarına muhalif olmaları sebebiyle, kendilerine gönderilen peygamberleri “hezeyan sahibi, anormal insanlar”, olarak kabul etmişler, ve bu peygamberlerin aktardığı gerçeklik anlayışını ve bu anlayışa bağlı olarak ortaya çıkan duygu, düşünce ve davranış ve yaşayış biçimini “anormal” olarak nitelendirmişlerdir. 2

Yazının Devamı

İHYA ETMEK İHYA OLMAK

Bizleri Ramazan ayına kavuşturup bu ayın rahmet, mağfiret ve keremiyle kendimizi ihya etme imkân ve fırsatı veren yüce Allah’a sonsuz hamd ve şükürler olsun. “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” ( Fâtır Suresi,34 )

Ramazanı ihya etmek, geceyi ihya etmek, hakkıyla ihya etmek kavramlarını sıklıkla kullanırız da ihya olmak kavramını her nedense görmezden geliriz. Arapça kökenli ihya kelimesi diriltmek, yeniden can vermek anlamında kullanılır. Bu anlamıyla ihya etmek yüce Allah’a mahsustur. Dilimizde bu kelime mecaz olarak, yeşertmek, canlandırmak, sevindirmek, saadete kavuşturmak, terkedilmiş dini değerleri yaşamak ve yaşatmak anlamlarında kullanılır. İhya etmek önemli ama ihya olmak daha da önemlidir. İhya olmak; daha iyi bir duruma gelmek, canlanmak, dirilmek, tazelenmek, şenlenmek, mutluluğa kavuşmak, günümüz tabiriyle şarj olmak demektir.

Ramazan Kur’an’la ihya olma ayı idi. Kur’an kişilerin gönüllerine hitap edip duygularını harekete geçirir ve gönülleri inşa ve ihya eder. Bunun için öncelikle kişinin gönlünü Kur’an’a açması gerekir. Açtık mı gönüllerimizi Kur’an’a. Kur’an, beyinlere hitap eder, düşünceleri inşa ve ihya eder. İnsanın en önemli özelliklerinden biri de düşünen ve aklını kullanan bir varlık olmasıdır. Kur’an-ı Kerim ayetleri, ikna edici üslûbu, apaçık delilleri ve etkileyici anlatım gücüyle beyinleri ihya eder. Bunun için de Kur’an-ı tefekkür ederek okumak gerekir. Bu Ramazanda ayetleri derin derin düşünüp onlardan dersler, ibretler çıkarmaya çalıştık mı? Kur’an, insanın söz ve davranış dünyalarını ihya eder. Ağzımız ve beynimizi ihya edebildik mi?

Yazının Devamı

ŞÜKÜRLER OLSUN CAMİLERİMİZE YENİDEN KAVUŞTUK

İki buçuk aydır mihraplarımız minberlerimiz bizden, biz de onlardan ayrı kaldık. 29 Mayıs 2020 Cuma günü hasret sona erdi. Seccademizi alıp camilerimiz ile kucaklaşmaya koştuk. Ellerimizi ve gönüllerimizi Rabbimize açarak dedik ki: Ya Rab! Bizleri bir daha camilerimizden mahrum eyleme. Kıymetini bilemedik camilerimizin. Yeterince devam edemedik cemaatle namazlara. Şimdi söz veriyoruz Zatına. Çocuklarımızla, gençlerimizle daha çok şenlendireceğiz camilerimizi ve daha çok neşe ve huzur bulacağız camilerimizle. Sana hamd ve şükürler olsun ya Rabbi.

Şükretmek sadece dille “Elhamdülillah, Ya Rabbi şükür” demekten ibaret değildir. Asıl şükür, her nimeti, Allah’ın razı olacağı şekilde değerlendirmektir. Camiler sahip olmanın şükrü onları garip bırakmamaktır. Sevgili Peygamberimiz “ içinde namaz kılınmayan cami” gariptir buyurmuş. On haftadır garip olan camilerimiz bugün şenlendi. Bu büyük nimetin şükrü olarak ülke genelinde bütün Müftülüklerimizin yaptığı gibi Karesi Müftülüğü olarak biz de Cuma namazı öncesi Kudüs Camii bahçesinde “ Şükür Kurbanı” kesip dua ettik.

Fahri SAĞLIK Karesi Müftüsü

Yazının Devamı

YAŞIYORSAN GEL ŞÜKRET

Bayramlar, ister dini, ister milli olsun hepsi bizim bayramlarımız. Coşku, huzur, umut ve mutluğun sembolü bayramlarımız. Milli ve manevi kültürümüzün temel taşları bayramlarımız. Heyecandan uyuyamadığımız bayram geceleri. Sabah erkenden büyüklerimizle birlikte bayram namazına gittiğimiz günler. Namazdan sonra büyüklerimizle birlikte mezarlıkta atalarımızın kabirleri başında okuduğumuz Fatihalar. Evde sıra ile büyüklerimizin ellerini öpüp sarılışımalar. Bu bayramı geçmişte yaşadığımız bayramlar gibi geçirmek isterdik ama kendisi küçük, tahribatı büyük salgın hastalıktan kurtulmak için alınan tedbirler çerçevesinde bu mümkün olmayacak.

Milletçe iki-üç aydır zor günler geçirdik. Camiler cemaatle ibadet etmeye kapatıldığından Cuma namazları ile camilerde teravih namazları kılamadık. Böyle bir zamanda bayram yazısı yazmak ne kadar zormuş. Sevinci yazayım diyorum olmuyor, hüznü yazayım diyorum bayramla bağdaşmıyor. En iyisi şükrü, umudu, Ramazandaki kazanımlarımızı yazmayı deneyeyim dedim.

İlk aklıma gelen, sözlerini Ali Tekintüre’nin yazdığı, bestesini Amir Ateş’in yaptığı ( şahsen benim çok sevdiğim, zaman zaman dinlediğim ) “ Yaşıyorsan Gel Şükret ” ilahisinin sözlerini hatırlatmak oldu.

Yazının Devamı

Tarım ürünleri zekata tabi midir?

Tarım ürünleri zekâta tabidir. Sözlükte onda bir anlamına gelen öşür, dinî bir kavram olarak, tarım ürünlerinden verilen zekât demektir. Bu hüküm Kur’an ve Sünnet ile sabittir.

Yüce Allah, “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin.” (Bakara, 2/267); “Asmalı ve asmasız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (Enâm, 6/141) buyurmaktadır. Bu ürünlerin zekâtlarının oranı bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından belirlenmiştir. Bir hadis- i şerifte, “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova ile sulananlarda ise yirmide bir öşür gerekir.” (Buhârî, Zekât, 55) buyrulmuştur.

Ürün elde etmek için yapılan masraflar, öşür verilirken dikkate alınır mı?

Yazının Devamı

Zekât kimlere verilir?

Zekâtın verileceği kimseler Kur’an-ı Kerim’de Tevbe Suresi 60. Ayet-i Kerimede belirtilmiştir. Bunlar; fakirler, miskinler, zekât toplamakla görevlendirilen memurlar, müellefe-i kulûb adı verilen kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kimseler, esaretten kurtulacaklar, borçlular, Allah yolunda cihat edenler ve yolda kalmış olanlardır.

Fakir ve miskin, temel ihtiyaçları dışında herhangi bir maldan nisap miktarına sahip olmayan kimsedir. Temel ihtiyaçları dışında, ister artıcı (nâmî) vasıfta olsun ister olmasın, herhangi bir maldan nisap miktarına sahip olan kimse fakir veya miskin kapsamında olmadığından ona zekât verilmez.

Borçlu, kul hakkı olarak borcu olan ve borcunu ödeyeceği maldan başka nisap miktarı malı bulunmayan kimsedir

Yazının Devamı

KADİR GECESİ

19 Mayıs Salı gününü 20 Mayıs Çarşamba’ya bağlayan gece, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı “Kadir Gecesine” kavuşmanın sevinç ve mutluluğunu yaşayacağız.

Kur’an-ı Kerim, bu geceye müstakil bir sure tahsis ederek, gecenin en güzel biçimde tasvirini yapmıştır: “Biz onu (Kur’ân-ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece melekler ve ruh (Cebrail), Rablerinin izniyle her bir iş için iner dururlar. O gece tan yeri ağarıncaya kadar esenlik doludur.” (Kadir Suresi, 1-5) “Kuran’ın övdüğü gecedir Kadir Gecesi.

Çünkü Kuran’ın indiği gecedir Kadir Gecesi. Kadir suresi, bizlere üç temel mesaj vermektedir:

Yazının Devamı

Şirket ortakları nasıl zekât verirler?

Şirketler, hükmî şahıs niteliğinde olduklarından, şirketlerin kendisi değil de, ortaklardan her birinin hissesi, tek başına veya varsa diğer mallarıyla birlikte nisap miktarına ulaşırsa zekâta tâbi olur. Buna göre, aslî ihtiyaçlarından fazla, nisap miktarı (80.18 gr. altın veya değeri) mala sahip olan kimsenin, bu malın üzerinden bir yıl geçmesi hâlinde zekâtını vermesi gerekir.

Sanayi sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin; duran varlıkları (üretim aletleri, makine vb.)

zekâttan muaftır. Bir yıllık borçlar, malzeme, işçilik, üretim, pazarlama, yönetim, finansman vb. giderlerin maliyet hesapları yapılıp çıkarıldıktan sonra dönen varlıklar (yarı mamul ve üretilmiş mallar, hammaddeler, nakit para, çek vs.) net kâr ile birlikte kırkta bir (% 2,5) oranında zekâta tâbidir. Dolayısıyla böyle bir şirketin ortağı olan kişinin, şirketin büro, alet vb. duran varlıkları dışındaki dönen varlığından kendi hissesine düşen miktarın nisaba ulaşması ve üzerinden bir yıl geçmesi hâlinde zekâtını vermesi gerekir. Ticaret alanında çalışan şirketlerde de durum aynıdır. Hisse sahiplerinin, zekâtın verilmesini şirket yönetimine bırakması hâlinde, yönetim, hisse sahiplerine vekâleten onların payının zekâtını verebilir. Bu durumda, gerçek şahıslar mallarının zekâtını nasıl hesaplayıp veriyorlarsa, şirket yönetimi de o şekilde verir. Şirket, hisselerin zekâtını vermemişse, hissedarların kendi hisselerinin zekâtını vermeleri gerekir. Kameri yıl esasına göre senede bir envanter/bilanço çıkarılır. Dönen varlıklar, nakitler, çekler ve alacaklar değer olarak toplanır. Varsa borçlar çıkarıldıktan sonra geride kalan tüm meblağın % 2,5’u zekât olarak verilir.

Yazının Devamı

ZEKAT ( 1 )

Bütün semavî dinlerde muhtaç insanların korunmasına yönelik bazı tedbirlerin alındığı ve zekâtın emredildiği görülmektedir. Tevrat’ta yabancılara, öksüzlere ve dul kadınlara zekât verilmesinin gerekliliği vurgulanırken, İncil’de zekât vermenin ahlâkî görevler gibi gerekli olduğu anlatılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de de Yahudilerin zekât vermekle yükümlü tutuldukları, Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakup ve Hz. İsa gibi çeşitli peygamberlere de zekât ibadetinin emredildiği bildirilmektedir.

Kur ‘an-ı Kerimde Müslümanlara hitaben yüce Allah şöyle buyuruyor: “ Namazı dosdoğru kılın,zekatı verin. Resule itaat edin ki size merhamet edilsin.” ( Nur Suresi, 56 ) “ Sizin dostunuz ancak Allah, Onun elçisi, namazını dosdoğru kılan, zekatını veren mümin kimselerdir...” buyrulmaktadır. ( Mâide Suresi,55 ) Zekat, Kur’ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde çok defa namazla birlikte zikredilmektedir. Bu da, zekâtın dinimizdeki yerini ve namaz ile zekat arasındaki kuvvetli bağı göstermektedir. Kişinin Müslümanlığı ancak bu iki farzı yerine getirmekle olgunluğa erişir.

Sevgili Peygamberimiz de zekâtı İslâm’ın beş temel esasından biri olarak değerlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah’ın evi Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”

Yazının Devamı

MÜSLÜMANLARA DİNLERİNİ GAYRİMÜSLİMLERE MEDENİYETİ HATIRLATAN İLLET

Kendisi küçük, tahribatı büyük illet son bir aydır insanlığın gündeminin neredeyse tamamını işgal etti. Başlangıçta insanlar salgının etkisini doğrudan yaşamadıkça tehdidi ciddiye almadılar. Ölümler başlayınca ancak o zaman meselenin ciddiyeti anlaşılarak ve gerekli önlemler alınmaya başlandı. İnsanlık tarihinde pek çok kez bu tür salgınlar olmuş ve milletler zaman zaman böyle krizler yaşamışlardır.

Bu tür krizlerin her zaman insanlığa öğrettiği dersler de var. Bu korona virüsü şimdiden insanlığa bazı şeyleri öğrettiğini söyleyebiliriz. Tabii ki, bu virüsün insanlık için faydalı bir şey olduğunu söylemiyorum ama, insanlığın aynaya bakıp nerelerde hata yaptığını, bu illetle neden başa çıkamadığını sorgulaması, gerekli dersleri çıkarması gerektiğini ifade ediyorum.

Bence salgının genel olarak insanlığa öğrettiği birinci ders, virüsün sınır, ırk, din, dil, renk, gelişmişlik ve refah seviyesine bakmadan adil davranıp herkesi en zayıf noktasından yakalamasıdır.

Yazının Devamı

TERAVİH NAMAZI

Dinimizde nafile namazlardan biri olan teravih namazı Ramazan ayının ayırıcı özelliklerinden biridir. Teravih namazı, yatsı namazı kılındıktan sonra fecir doğuncaya kadar (imsak vakti) uzanan bir zaman dilimi içinde kılınabilir. Teravih namazı, yatsı namazına tabidir. Yatsı namazından sonra kılınır. Önce kılınırsa sahih olmaz. Genellikle teravih namazı vitir namazından önce kılınır. Bununla birlikte vitir namazından sonra kılınması da caizdir. Ramazan dışındaki zamanlarda vitir namazı münferit ( ferdi/ tek başına ) olarak kılınır, cemaatle kılınmaz. Ramazan ayında ise cemaatle de kılınabilir.

Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v), teravih namazını bir-kaç gece mescitte ashabına kıldırmış daha sonra farz olur endişesi ile cemaatle kılmayıp kendi evinde yalnız eda etmişti. Peygamber Efendimizin teravih namazını evinde nasıl ve kaç rekat kıldığını kesin olarak bilemiyoruz ama, sahabe-i kiramın teravih namazını gerek cemaat halinde gerekse münferit olarak kılmaya özen gösterdiklerini kaynaklarda görüyoruz.

Dinimizin temel kaynakları olan Kur’an ve sünnet bize onlar tarafından nakledilmiştir. Biz bu gün onların Peygamber Efendimiz’ (s.a.v) den görüp yaşadığı ve bize naklettiği şekliyle namaz kılıyoruz. Zira Allah Resulü onlara “Beni nasıl namaz kılarken görüyorsanız siz de o şekilde kılın” buyurmuş, sahabe de Allah Resulü’nden görüp öğrendiği şekliyle namaz kılmış, daha sonra gelen Müslümanlar da onlardan öğrenmişlerdir. İşte Allah Resulü’nü yakından bilen ve gören sahabe, teravih namazını kılmaya özen göstermiştir. Önceleri sahabe, tek başına veya bir-kaç kişi bir araya gelerek teravih namazlarını kılıyorlardı. Daha sonra Hz. Ömer döneminde mescitte cemaat halinde teravih namazı kılınmıştır. İslam dini her yer ve şartta yaşanabilecek bir enginlik ve esnekliğe sahip olduğundan teravih namazı ferdi, cemaatle, camide veya evlerde kılınabilir.

Yazının Devamı

TERAVİH NAMAZI

Dinimizde nafile namazlardan biri olan teravih namazı Ramazan ayının ayırıcı özelliklerinden biridir. Teravih namazı, yatsı namazı kılındıktan sonra fecir doğuncaya kadar (imsak vakti) uzanan bir zaman dilimi içinde kılınabilir. Teravih namazı, yatsı namazına tabidir. Yatsı namazından sonra kılınır. Önce kılınırsa sahih olmaz. Genellikle teravih namazı vitir namazından önce kılınır. Bununla birlikte vitir namazından sonra kılınması da caizdir. Ramazan dışındaki zamanlarda vitir namazı münferit ( ferdi/ tek başına ) olarak kılınır, cemaatle kılınmaz. Ramazan ayında ise cemaatle de kılınabilir.

Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v), teravih namazını bir-kaç gece mescitte ashabına kıldırmış daha sonra farz olur endişesi ile cemaatle kılmayıp kendi evinde yalnız eda etmişti. Peygamber Efendimizin teravih namazını evinde nasıl ve kaç rekat kıldığını kesin olarak bilemiyoruz ama, sahabe-i kiramın teravih namazını gerek cemaat halinde gerekse münferit olarak kılmaya özen gösterdiklerini kaynaklarda görüyoruz.

Dinimizin temel kaynakları olan Kur’an ve sünnet bize onlar tarafından nakledilmiştir. Biz bu gün onların Peygamber Efendimiz’ (s.a.v) den görüp yaşadığı ve bize naklettiği şekliyle namaz kılıyoruz. Zira Allah Resulü onlara “Beni nasıl namaz kılarken görüyorsanız siz de o şekilde kılın” buyurmuş, sahabe de Allah Resulü’nden görüp öğrendiği şekliyle namaz kılmış, daha sonra gelen Müslümanlar da onlardan öğrenmişlerdir. İşte Allah Resulü’nü yakından bilen ve gören sahabe, teravih namazını kılmaya özen göstermiştir. Önceleri sahabe, tek başına veya bir-kaç kişi bir araya gelerek teravih namazlarını kılıyorlardı. Daha sonra Hz. Ömer döneminde mescitte cemaat halinde teravih namazı kılınmıştır. İslam dini her yer ve şartta yaşanabilecek bir enginlik ve esnekliğe sahip olduğundan teravih namazı ferdi, cemaatle, camide veya evlerde kılınabilir.

Yazının Devamı