Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

İstiaze ve Besmele

“Eûzü” veya “istiâze” diye bilinen cümle, bizim bildiğimiz şekliyle bir ayet olmadığı için Mushaf’a yazılmamıştır. “Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce “eûzü…” ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler.

Şeytan, icra ettiği görevi gereği, Kur’an okuyan kişiyi, okuduğunu anlamaktan ve onunla amel etmekten vazgeçirmek için var gücüyle uğraşır, kişinin kalbine vesvese sokarak Kur’an üzerinde düşünmekten alıkoymaya çalışır. Şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak anlamına gelen istiâze, Kur’an kıraatine zemin hazırlatmak için bir başlangıç cümlesidir. Böylece okuyucu samimi bir kalp ve berrak bir zihinle Kur’an’ı okumaya başlar. Besmeleyle ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’den pek çok rivayet gelmesi ve Tevbe Suresi hariç her sürenin başında zikredilmesi onun önemini vurgulamaktadır. Bundan dolayıdır ki o, bir anlamda Kur’an’ın özeti kabul edilmiştir. Besmele bir anlamda bütün peygamberleri ve kitapları birbirine bağlayan manevî bir bağ konumundadır.

“îstiâze” kelimesi lügatte “iltica”, “korunma” ve “sığınma” anlamlarına gelir. Günlük dilimizde “eûzü” olarak bilinir. Terim olarak ise; her türlü kötülükten korunabilmek için Allah’a sığınma ve Allah’ın yardım ve himayesini istemeyi ifade eder.

Yazının Devamı

Cumhuriyet Fazilettir

Türk Milletinin bağımsızlığının en büyük sembolü olan Cumhuriyet’in kuruluşunun 98. Yıldönümünü kutlamanın millet olarak büyük heyecan ve gururunu yaşamaktayız. Cumhuriyet’in ilanı şanlı tarihimizdeki en önemli dönüm noktalarındandır. Parçalanarak paylaşılmak istenen bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurulacaktı. Tüm ulusları şaşırtan, benzer kaderi paylaşanlar tarafından örnek alınan muhteşem bir destan yazıldı. 29 Ekim 1923 yılında cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu bilemezsek nasıl korunacağını da bilemeyiz.

Cumhuriyet pek çok kişinin her şey bittiği dediği günlerdeki kahramanların hürriyet, bağımsızlık ve mukaddesatına sarsılmaz bir inancın ürünüdür. Çoğumuz “Cumhuriyet fazilettir” sözünü hatırlarız. Oysa bu sözün devamında “ … Cumhuriyet yönetimi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.” denilmektedir. Aslında bu Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyetlerinden biridir. 25 Ağustos 1924, henüz Cumhuriyet kurulalı bir yıl bile olmamışken Atatürk yeni nesilleri yetiştirme görevini muallimler birliği kongresinde “Muallimler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, nesiller ister” sözü ile öğretmenlere veriyor.

Arapça bir kelime olan “fazilet” sözcüğü dürüstlük, merhamet, alçak gönüllülük, yiğitlik, sadâkat, adâlet, kerem, ihsan, kıymet, değer ve üstünlük gibi ahlâkî meziyetlerin hepsine birden verilen isim, erdem, erdemlilik, olgunluk demektir. Faziletli ise; Fazilet sâhibi, erdemli insan anlamlarında kullanılır. Namus kavramı ise; toplum içinde onur ve ahlak kurallarına sıkı sıkıya bağlılık, doğruluk, dürüstlük, erdemlilik, ahlaklılık demektir.

Yazının Devamı

Vefa Peygamberi Hz. Muhammed

17 Ekim 2021 Pazar günü akşamı Mevlid Kandili’dir. Diyanet İşleri Başkanlığımız bu yıl 17-25 Ekim tarihleri arasını “Mevlid-i Nebi Haftası” olarak ilan etmiş ve haftanın ana temasını da “Peygamberimiz ve Vefa Toplumu” olarak belirlemiştir. Başkanlığımız hafta münasebetiyle her yıl önemli bir konuyu ana tema olarak ele alıp konu hakkında duyarlılık oluşturulmaya çalışmaktadır. Örneğin 2018 yılında “Peygamberimiz ve Gençlik”, 2019 yılında “Peygamberimiz ve Aile”, 2020 yılında “Peygamberimiz ve Çocuk“ temaları işlenmiştir. Bu yılda “Peygamberimiz ve Vefa Toplumu” teması işlenecektir. Diyanet İşleri Başkanlığımız bu bağlamda “Peygamberimiz ve Vefa Toplumu” konulu uluslararası Mevlidi Nebi Sempozyumu gerçekleştirilecektir. Sempozyumun amacı “İçinde yaşadığımız küresel çağda unutulmaya yüz tutan ve en üstün erdemlerden biri olan vefa konusunu insanımızın gündemine taşıyarak toplumsal bir farkındalık ve bilinç oluşturulmasına katkı sağlamaktır. Kur’an, sünnet ve farklı ilmî disiplinler açısından vefa kavramını ele almak; özellikle vefa Peygamberinin (s.a.v) hayatından örneklere güçlü bir şekilde vurgu yapmak; vefa toplumunun temel dinamiklerini ortaya koymaktır. Vefa toplumunun inşa edilmesine yönelik tarihsel süreçte yaşanan güzel uygulamaları, tecrübeleri günümüz perspektifinden değerlendirmek ve vefa toplumunun yeniden inşasına zemin oluşturmaya çalışmaktır.” diye açıklanmıştır.

Mevlid Kandili akşamı sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) yeryüzünü şereflendirmelerinin yıldönümüdür. O, Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son peygamber ve bütün insanlığın rehberidir. Peygamberimizin doğumu öncesi insanlık pek çok yönden korkunç bir buhrana sürüklenmişti. İstiklal marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Bir gece isimli şiirinde Hz. Muhammet’in doğduğu geceyi kaleme alır. Şair dönemin sosyal yapısını da anlatarak toplumun içinde bulunduğu duruma yer verir. İşte Mehmet Akif Ersoy’un Bir gece isimli şiirinden bir bölüm:

Bir kere de, ma’mure-i dünyâ, o zamanlar,

Yazının Devamı

Kültürel Aidiyet ve Sorumluluk Bilinci

Tanımlanması en zor kavramlardan birisi kültürdür. Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nde okurken Medeniyet Tarihi hocamız rahmetli Dr. Hasan Özönder ( Kabri nur, mekânı cennet olsun ) esprili bir şekilde kültürü “ bilginin kafada kalan tortusudur” diye tanımlardı. Bu elbette eksik bir tanımdı. Çünkü kültürün temelleri sadece bilgiye değil, fert ve toplumun her türlü duygu, düşünüş ve yaşayış biçimine de dayanmaktaydı. Bu durumda kültürü “ bir toplumun duyuş, düşünüş ve yaşayış birliğini oluşturan her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının hepsi” veya “ tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde üretilen her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü” diye tanımlamamız mümkündür.

Emperyalizm, bir ülkenin başka bir ülkenin kaynaklarını sömürmesi demektir. Kültür emperyalizmi, gelişmiş ülkelerin az gelişmiş diğer kültürleri özellikle kitle iletişim araçlarıyla etkilemesi ve kendine benzetmesidir. Kültür emperyalizmi, sömürgeciliği kolaylaştırır. Kültürel yabancılaşma ve kültürel yozlaşma tehdidiyle mücadele etmek, millet olarak yerine getirilmesi gereken en temel millî, manevî ve insanî bir görevdir. Bu görevin yerine getirilmesinde devlet-millet el ele verip bütün imkânlarını seferber etmelidir. Çocuk ve gençlerimiz öz kültürünü tanıma, benimseme, koruma ve geliştirme konusunda gerekli bilgi ve becerilere sahip bireyler olarak yetiştirilmelidir.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda “Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren yurttaşlar yetiştirmek.” Milli Eğitim’in genel amacı olarak ifade edilmektedir. Zikredilen kanunda yer alan eğitimin genel amaçları ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretim programı birlikte değerlendirildiğinde konu kültürün tanıtılması, benimsetilmesi, korunması ve geliştirilmesi olmak üzere dört ana başlık altında ele alınabilir. Bu başlıklardan ilk ikisi kültürel aidiyet, diğerleri kültürel sorumluluk başlıkları altında sınıflandırılabilir. Zira kültürel aidiyet, bireyin öz kültürünü tanıyarak içselleştirmesini, kültürel sorumluluksa bu kültürü koruması ve ileri seviyeye taşıması için çalışmasını ifade etmektedir.

Yazının Devamı

Ulusun Yeniden Dirilişi

30 Ağustos 1922 tarihi, Türk milletini esir etmek isteyen istilacı güçlere karşı ulusumuzun topyekûn verdiği savaşın kazanıldığı gündür. Zafer Bayramı, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni (Büyük Taarruz) ve sonunda kazanılan zaferi anmak için kutlanan bayramdır.

Büyük Taarruz Ağustos’un 26’sını 27’sine bağlayan gece Afyon’da başlamış, Aslıhan civarında kuşatılan düşman birliklerinin Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat komuta ettiği Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde imha edilmesi ile Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmıştı. Türk tarihi zaferlerle doludur ama 30 Ağustos 1922’de kazanılan zafer Türk ulusunun yeniden dirilişidir.

Malazgirt Savaşı’yla ( 26 Ağustos 1071 ) Anadolu’nun kapılarını açan kahraman ordumuz; Başkomutanlık Meydan Muharebesi’yle de Anadolu topraklarının “Türk Vatanı” olduğunu bütün dünyaya ispatlamıştır. 26 Ağustos sabah, saat 05.30’da Türk topçu birlikleri Afyon’un güneyinden düşman siperlerini vurmaya başlar. Ardından piyadeler hücuma geçerek planlandığı gibi Büyük Taarruz devam eder ve düşman gerilemeye başlar ve bozguna uğrayarak ikiye ayrılır. 30 Ağustos sabahı Komuta Karargâhından taarruz emrini verilir. Dumlupınar’da ordumuz düşmana son darbeyi vurur. Düşman askerleri kaçmaya başlar. Mustafa Kemal Paşa; kaçan düşman askerlerini kovalamak için, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” komutunu verir. Yunan Başkomutanı General Trikopis dâhil çok sayıda esir alınır.

Yazının Devamı

Haydi Bir İyilik Yapalım Hemen Şimdi

Bu yazımda “ tabiat ve aklın güzel gördüğü şey” diye tanımlanan “iyilik” kavramı üzerinde durmak istiyorum. İyilik; İslam edebiyatında her biri geniş ve derin anlamlara sahip olan farklı kavramlarla ifade edilir. Hayır, hasenat, maruf, birr, îsar, ihsan,lütuf, fazl, kerem…vb kavramlar iyiliği farklı yönleri ile ele alır. Müslümanların iyiliği tavsiye edip yaygınlaştırmaya çalışmak ve daima iyiden yana olmak, kötülüğe karşı çıkmak, kötülükle mücadele etmek ve onu ortadan kaldırmaya çalışmak gibi temel bir görevi vardır.

İyiliğe katkı sağlamak için öncelikle iyiliği istemek, iyilikten ve iyilerden yana olmak gerekir. İyi insan, aile ve sosyal hayattaki konumuna göre öncelikle iyi bir kul, iyi bir baba/anne, hayırlı bir evlat, iyi bir kardeş, amca dayı, hala teyze, iyi bir arkadaş, vatandaş olmanın gereklerini yerine getirir. Bakara Suresi’nin 201.ayetininde “ Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver…” bölümündeki dünyada iyilik; sağlık, afiyet, başarı, mutluluk, iman ve ilim gibi konuları, ahirette iyilik ise cennet ve nimetleri şeklinde yorumlanmıştır.

*İyilik, karşılıksız Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.

Yazının Devamı

Yasakların hikmetleri

Yüce Allah’ın emir ve yasaklarının pek çok hikmet ve sebepleri vardır. Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetlerinde ayrı ayrı tekrarlanan yasaklar özellikle bazı Surelerde topluca açıklanmıştır. Mesela; En’am Suresinin 151, 152, ve 153. Ayetleriyle, İsra Suresinin 31-39-. Ayetlerinde olduğu gibi. Bu yazımda En’am Suresi 151,152 ve 153. ayetlerde yer alan yasakları hikmetleri ile birlikte kısaca açıklamaya çalışacağım.

“ De ki: Gelin, rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya iyilik edin. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; biz, sizin de onların da rızkını veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın yasakladığı cana kıymayın. İşte bunları Allah size emretti; umulur ki düşünüp anlarsınız. Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına, onun iyiliğine olmadıkça el sürmeyin. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız hakkında bile olsa, adaletli olun. Allah’a verdiğiniz sözü eksiksiz yerine getirin. İşte düşünüp öğüt alasınız diye Allah size bunları emretti. Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun; (başka) yollara sapmayın; sonra onlar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte günahtan korunmanız için Allah bunları size emretti.” (En’âm Suresi – 151-153)

Yukarıdaki Ayet-i kerimelerde biri tevhit inancına, diğerleri ahlâka dair olmak üzere İslâm’ın dokuz temel buyruğu sıralanmakta, son olarak da bunları kapsayıcı genel bir ödev olmak üzere, Allah’ın dosdoğru olan yolundan gidilmesi emredilmektedir. 151. âyetin başındaki “Gelin, rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım” mealindeki ifade muhatapların ilgisini çekme gayesini gütmektedir. Bu ayetlerde sıralanan buyruklar şunlardır:

Yazının Devamı

Taassup

Sözlükte bağnazlık, tutuculuk, körü körüne bağlılık anlamlarına gelen taassup, hayatın her alanında görülebileceği gibi daha ziyade kavmiyet, din, mezhep, ideoloji ve siyaset alanlarında tezahür eder. Zaman zaman şahısları putlaştırma şeklinde de gözükür. Müslüman muhafazakâr olur fakat mutaassıp olmaz. Dini, ahlâkî ve insani değerleri korumak, geçmişe saygılı olmak asla taassup değil hatta erdemdir. Eskiye ait her şey kötü değil, yeni olan her şey de iyi değildir. Asıl olan doğrunun, iyinin ve güzelin yanında olmaktır. Kur’an-ı Kerimde Müslümanlar şöyle tavsif edilir. “Onlar sözü dinlerler ve en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir. İşte onlar aklı başında olanlardır.” (Zümer, 18)

Kur’an’ın en önemli hedeflerinden biri, insanı taklit ve taassuptan kurtarıp akıl, kalp ve duyu organlarını kullanmaya yönlendirmektir. Çünkü Allah insanı akletme, hissetme, düşünme ve doğruyu bulma kabiliyetinde yaratmıştır. Bu kabiliyeti bozmak, yani aklı kullanmamak, başkasının düşüncesiyle düşünmek, onun gözüyle görmek, toplum ve bireyler için tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır.

Toplum içinde kamplaşmaların bir sebebi de taassuptur. Taassupla gözleri, kalpleri ve akılları perdelenenler sadece görmek istediklerini görürler, duymak istediklerine kulak verirler, başkalarıyla aralarına adeta demir perde çekerler. Taassubun belli bir dini, mezhebi, ırkı ve ideolojisi yoktur. Gerçeklere karşı gözlerini kapayan, kulaklarını tıkayan herkes mutaassıptır.

Yazının Devamı

Hevâ Ve Heveslerin Esiri Olma

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti” (En’am, 6/153) buyurarak insanlığı Kur’an yoluna davet eder. Bu yol akılla nakli birleştirerek insanlığı bütün çeldiricilerden ( özellikle hevâ ve heveslere kapılmaktan ) koruyarak selim aklın kabul edeceği ve insanları her iki dünyalarında da huzur ve mutluluğa ulaştıracak yoldur. Sevgili Peygamberimiz, “Sakın hevâ ve hevesinize ( nefsin, akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzulara karşı olan eğilim ) kapılmayın! Çünkü bu tutku, kulağı sağır, gözü de kör eder” diyerek bizleri uyarmıştır.

Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?” (Furkân, 25/43) buyurarak, kendi hevâ ve heveslerimizi ilahlaştırmamamızı yani onların esiri olmamamızı istiyor.

Hak ve hayır yolunun engelleri çoktur. Aşırılığa sapmış nefsani arzular, hevâ ve hevesler bu engellerin başında gelir. Bir hadis-i şerifte: “En azılı düşmanın, iki yanın arasındaki nefsindir” buyurulmuştur. İnsan, eğer bu uyarıyı dikkate alır, nefsani arzularını, meşru ölçüler içerisinde tutarsa kendisini pek çok tehlikeden korumuş olur.

Yazının Devamı

Kurban Kesmek Kurban Olmak

Kurban sözlükte yaklaşmak, yakınlaşmak, yakın olmak anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak da, Kurban Bayramı günlerinde ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.

Kurban kesmek; alınan hayvanın kilosuyla övünmek, kurban sohbetleri içerisinde et tartışmaları yapmak değildir elbette. Kurban kesmek; sadece kan akıtmak ta değildir. Kanla birlikte beynimizdeki, gönlümüzdeki İslam’a aykırı bütün duygu, düşünce ve yaşam biçimlerini kurban için açılan çukura gömmek, ben kavramını biz kavramına dönüştürmek, din kardeşlerimize karşı beslediğimiz nefret duygularını içimizden söküp atmak, iman ve İslam basamaklarını aşıp ihsan mertebesine yükselebilmektir. Esas üzerinde durulması gereken kurban edilen hayvan değil, bu hayvanın niçin kurban edildiğidir.

Kurban yakınlaşarak yükselebilmektir.

Yazının Devamı

Sen Sahip Olursan

Vatan; milli ve dini değerlerin özgürce yaşandığı, bir karış toprağına, havasına, suyuna yan gözle bakıldığı zaman canla, başla müdafaa edildiği bir coğrafyadır. Vatanla ilgili, şairlerimizden Mithat Cemal Kuntay; “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” , Orhan Şaik Gökyay “Her taşı bir yakut olan bu vatan, Can verme sırrına erenlerindir.” der. Mehmet Akif Ersoy ise “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda, Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diyerek uğrunda can verilen mukaddes bir değeri hatırlatır.

Vatanı savunmak için gerektiğinde can feda etmeye şehadet diyoruz. Dinimizde en yüce makamlardan biri “Şehitlik Makamıdır.” Bu yüce değer tarihimizde zaferlerin kazanılmasında en büyük etkenlerden biri olmuştur. Şehitler ve gaziler sayesinde bugün biz bu vatana sahip ve üzerinde hür olarak yaşamaktayız.

Bu cennet vatanı ve bu günlerimizi bizlere armağan eden şehit ve gazilerimizin kıymetini bilelim ve onların torunları olduğumuzu hiç unutmayalım. Birlik ve dirlik ruhumuzu her zaman canlı tutarak vatanımıza sahip çıkalım.

Yazının Devamı

Kurbanla İlgili Sıkça Sorulan Sorular: ( 3 )

Yüce dinimiz kişilerin meşru islerle uğraşmalarını ve geçimlerini helal yollardan elde etmelerini emreder. Bu sebeple gayrimeşru yolla elde edilen para o kişinin malı sayılmadığı gibi onu kullanması da caiz olmaz. Dolayısıyla böyle bir para ile kurban kesmek uygun değildir.

Kurban kesme niyetiyle hayvan almış fakat kurban bayramı günlerinde kurbanını kesememiş̧ fakir kimse, bu hayvanı canlı olarak tasadduk eder. Bayram günlerinde kurban kesemeyen zengin kimsenin ise, kurbanlık satın alıp almadığı dikkate alınmaksızın bir kurbanlık hayvanın kıymetini yoksullara sadaka olarak vermesi gerekir.

Kurban kesiminde önemli olan hayvan kesme becerisine sahip birisi tarafından belirli günlerde şartlarına uygun olarak kesilmesidir. Bu itibarla söz konusu beceriye sahip olan kadınlar da kurban kesebilir.

Yazının Devamı

Kurbanla İlgili Sıkça Sorulan Sorular: ( 2 )

Kurban, zorunlu ihtiyaçları ve borçları dışında belirli (nisap) miktarda mala sahip olan kişiye vaciptir. Hz. Peygamber (s.a.v.) imkân bulduğu halde kurban kesmeyenlerle ilgili ağır ifadeler taşıyan hadisiyle, bir taraftan kurban ibadetinin güç yetirmeye bağlı olduğunu ifade ederken, bir yandan da güç yetirenin kurban kesmesinin gerektiğine işaret etmektedir. Buna göre kurban ibadetiyle yükümlü̈ olabilmek için belli bir mali imkâna sahip olmak gerekir ki, bunun ölçüsü de kişinin temel ihtiyaçları ve borçlarından başka 80.18 gram altına ya da bunun değerinde para veya mala sahip olmasıdır. Kişinin malı olmakla birlikte borcu da olsa ve borcu ile asli ihtiyaçları çıktıktan sonra nisap miktarı malı kalsa o kişi kurban keser. Fakat temel ihtiyaçları ve borçları için ayıracağı para haricinde nisap miktarı kadar bir mala sahip olmayan kişinin kurban kesmesi üzerine vacip değildir.

Dinimizde aile fertleri arasında mülkiyetin şahsiliği ve dolayısıyla mal ayrılığı esası vardır. Bir aile içinde karı, koca ve çocuklardan her birinin malları ayrı ayrı belirlenmişse o mallar kendilerine aittir. Bu itibarla aile fertlerinden karı, koca ve yetişkin çocuklardan kimin borcu ve temel ihtiyaçları dışında artıcı olup olmadığına ve üzerinden bir yıl geçip geçmediğine bakılmaksızın 80.18 gram altını ya da bunun değerinde parası veya malı varsa o kimse zengin sayılır. Bu durumda aile fertlerinden dinen zengin sayılan her biri, fitre vermekle mükellef olduğu gibi kurban kesmekle de yükümlüdür.

Oğlu veya başkası tarafından kendisine bağış̧ yapılan kimse bu paranın sahibidir. Bağışlanan bu parayı dilediği gibi harcayabilir. İster başka ihtiyaçları için sarf eder, isterse kurbanlık alıp kesebilir. Kesilen bu hayvan, kurban yerine geçer.

Yazının Devamı

Kurbanla İlgili Sıkça Sorulan Sorular: ( 1 )

Sözlükte yaklaşmak, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban, dinî bir terim olarak, ibâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı, kurban bayramı günlerinde usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.

Akıllı, hür, mukim ve dini ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilâhî rızayı kazanmak gayesiyle kurbanını keser. Böylece hem maddi durumu yetersiz olup kurban kesemeyenlere bir şekilde yardımda bulunmuş, hem de Cenab-ı Hakk’a, yaklaşmış olur.

Kurban ibadeti, İslam toplumlarının şiarı sayılan ibadetlerden biri olarak asırlardan beri devam ede gelmektedir. Ayrıca kurban, bir Müslüman’ın gerektiğinde bütün varlığını Allah yolunda feda etmeye hazır olduğunun da bir nişanesidir.

Yazının Devamı

Yine Mucize Bekledik Ama...

Çoğu kez umutlarımızın gerçekleşmesi için mecazen mucize terimini kullanarak pembe hayaller kurar, mucizeler bekleriz ama çoğu kez beklentilerimiz gerçekleşmez. Çünkü hayallerimizin gerçekleşmesi için dökmemiz gereken alın teri ve göz nurunu çoğu kez ihmal ederiz. Avrupa Futbol Turnuvasında milli takımızdan beklentilerimiz de böyle oldu. Yine mucize bekledik ama olmadı.

Kavram kargaşasına maruz bıraktığımız mucize kelimesi sözlükte “aciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay” anlamlarına gelir. Terim olarak Peygamberlik iddiasında bulunan zattan insanların benzerini meydana getirmekten aciz kalacakları harikulâde olaylara denir. Mucizenin asıl maksadı, Peygamberin nübüvvet davasını ispat etmektir. Herhangi bir olayın mucize olabilmesi için onun Peygamberlik görevi verilmiş bir kimsenin elinde zuhur etmesi gerekir. Mucize gerçekte Allah’ın fiilidir, “Peygamber mucizesi” denilmesi de mecazidir. Peygamberlere bahşedilen mucizeler, bir yönüyle imanın temel esaslarından olan nübüvvetle, diğer yönüyle de vahiy ile alâkalıdır. Dolayısıyla mucizeye inanmak gerekir. “ Onlar hâlâ, “Rabbinden ona bazı mucizeler indirilmeli değil miydi?” diyorlar. De ki: “Mucizeler yalnız Allah’ın katındadır; ben sadece bir uyarıcıyım.” (Ankebût, 29/50 ) Sürekli gözlemlediğimiz ve bu nedenle değişmez sandığımız evren ile ilgili kanunları koyan yüce Allah’tır ve O, bu kanunları dilediği zaman, Peygamberleri vasıtasıyla değiştirebilir. İşte bu değişiklik bir mucizedir. Bu durumda mucizenin vukuu için akli bir engel yoktur. Aksine akıl, mucizenin meydana gelmesini nakilden ( ayet ve hadisler ) aldığı bilgilerle kabul eder.

İslam alimleri Hz. Muhammet’in (s.a.v.) nübüvveti esnasında ortaya koyduğu mucizeleri, akli, hissi ve haberi olmak üzere üç grupta incelemişlerdir. Akli mucizeye en büyük örnek Kur’an’dır. Çünkü Kur’an her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk veren, başkalarının benzerini meydana getirmekten aciz kaldıkları büyük bir mucizedir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara, 2/23) Hz. Peygamber (s.a.v.) de Kur’an’ın en büyük mucize olduğunu şöyle ifade etmiştir:

Yazının Devamı

Şükür Kavuşturana

Hoş geldin rahmet, mağfiret ve kurtuluş ayı.

Hoş geldin Kur’an ayı.

Hoş geldin bereket ayı.

Yazının Devamı

Allaha Ismarladık

46 yıl önce 1975 yılında Kocaeli- İzmit Eşme Merkez Camii İmam- Hatibi olarak başladığım (dört yıl Yüksek İslam Enstitüsü eğitimi süresince ara verdim) ve fiilen 42 yıl görev yaptığım devlet memurluğundan yaş haddi nedeniyle 05 Şubat 2021 tarihi itibariyle inşallah emekli olacağım.

Bu süre içerisinde yedi farklı pozisyonda çalıştım. ( İmam-Hatip “İzmit Eşme Köyü”, İ.H.L. Meslek Ders. Öğretmeni “Alaşehir ve Oltu”, Arap Dili ve Edebiyatı Araştırma Görevlisi “KuveytF Üniversitesi”, Şube Müdürü “Kocaeli İl Müftülüğü”, Vaiz “İstanbul İl Müftülüğü”, Müftü “Hamur, Kandıra, Fatih, Büyükçekmece ve Karesi”, Din Hizmetleri Müşaviri “Bişkek ve Moskova”

09.09.2014 yılında başladığım Balıkesir Karesi İlçe Müftülüğü görev sürem içerisinde siz değerli Balıkesir halkı, bürokrasisi, sivil toplum kuruluşları ve din görevlisi arkadaşlarım ile uyumlu ve huzurlu bir görev ifa ettiğimi gönül rahatlığı ile söylemek isterim.

Yazının Devamı

Umutlarımız Gerçekleşsin İnşallah

Geçen haftaki yazımda her yeni yıla yeni umutlarla gireriz demiştim. Herkesin umutları farklı farklıdır elbette. 2020 yılının bu son günlerinde insanımızın umutlarının ortak paydaları üzerinde kısa değerlendirmeler yapmak istiyorum.

Ortak umutlarından birisi bu yıl dünyayı kasıp kavuran korona virüs illetinden bir an önce kurtulup eski normallerimize dönmektir. 2021 yılı için bu en temel umudumuzun en kısa sürede gerçekleşmesini diliyorum. Geleceğimize ışık tutabilmesi açısından bu illetten gerekli dersleri çıkarıp dünya ve ahirete bakış açımızı yenileyebildiğimizi umuyorum. Örneğin ben gördüklerime inanırım, görmediğim şeyler beni ilgilendirmez diyemeyeceğimizi, dinimizdeki tevekkül anlayışını doğru anlayıp üzerimize düşen bütün görevleri yerine getirdikten sonra işlerin sonucunu Allah’a bırakmamız, her şeyi semadan bekleme yanılgısından kurtulmamız gerektiğini, kendi ellerimizle bozduğumuz dünya-ahiret dengesini acilen düzeltmeye mecbur olduğumuzu, temizliğin sadece imanın değil, sağlığın da vazgeçilmezlerinden biri olduğunu, duaya ne kadar muhtaç olduğumuzu ve duanın ne büyük bir güç olduğunu, yüce Allah’ın kâinat için koyduğu nizam ile kavga edilmemesi ona uyum sağlanması gereğini zihinlerimize yerleştirdiğimizi de umuyorum.

Atalarımız “ Tedbirde kusuru olan takdire bahane bulur.” demişler. Bu korona virüs belasından bir an önce kurtulabilmemiz için başta devletimizin aldığı tedbirlere tam olarak uyuyor, üzerimize düşen görevleri yerine getiriyor muyuz? Tedbir bizden takdir Allah‘tandır diyebiliyor muyuz? Bu cennet vatanda yaşayan bireyler olarak hepimiz en zayıf halkamız kadar güçlü bir zincir olduğumuzu unutmadan devletimizin tüm tedbir ve tavsiyelerine tam olarak uyuyoruzdur inşallah.

Yazının Devamı

Yeni Yıl Yeni Umutlar

Her yeni yıl başarının, güzelliğin, mutluluğun ümit edildiği, daha müreffeh bir hayata ulaşma yolunda yeni umut ve beklentilerin oluştuğu bir zaman dilimidir. Umutlarımızı ve heyecanımızı canlı tutarak hep birlikte yeni bir yıla giriyoruz.

Her yeni yıla girerken geride bıraktığımız yılın genel bir muhasebesinin yapılması gerekir. İşin aslı gerçek anlamda bir yılbaşı muhasebesi yapmaktan kaçınırız. Çünkü insanın en çok zorlandığı şeylerden biridir kendini yargılamak. İnsan yaptığı her işin, söylediği her sözün kendince haklı bir gerekçesini üretir. Kendi hatasını görmeyi pek kabul etmez. O kendince hep doğru, hep haklıdır. Ya diğerleri. Onları yargılamak konusunda zorlanmaz. Kolayca sıralayıverir cümlelerini.

Bu bağlamda Cengiz Numanoğlu’nun “Ne bir savcı kalırdı ne bir yargıç ne yasa; şu insanoğlu önce kendini yargılasa” sözünde olduğu gibi kendimizi yargılamayı başarabilirsek, başkalarını yargılamaya belki ihtiyaç duymayız. Hayatımızı yaşadıklarımızdan, deneyimlerimizden ders alarak yeniden şekillendirmeye çalışmalıyız. Çevremizle kurduğumuz iletişimimize de yansıyacaktır bu durum. Kendimizi yargılarsak, başkalarını yargılamaktan vazgeçeceğiz.

Yazının Devamı

Kur’an-ı Kerim

Kur’an-ı-Kerim Yüce Allah tarafından Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) aracılığı ile insanlığa gönderilen son ilahi kitaptır. Gayesi insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. Kur’an-ı okumaktan maksat onu anlamak, anlamaktan maksat da ona uymak, hükümleri ile amel etmek, gösterdiği yoldan yürümek, hâsılı Kur’an’ı yaşamaktır.

Kur’an-ı Kerîm’in yüce Alla tarafından Hz. Muhammed’e lafzen ve manen vahiy edildiği Müslümanlar tarafından ittifakla kabul edilen bir husustur. ” Sen bundan önce ne bir kitap okuyabiliyor ne de onu kendi elinle yazabiliyordun. Öyle olsaydı gerçeği çürütmeye çalışanlar kuşkuya düşerlerdi.” (Ankebût sûresi, 48) ayeti ile uyarılmalarına rağmen insanoğlu yine de kuşkuya düştü. Hz. Muhammed’in Kur’an’ı kendisinin yazdığını iddia ettiler. Hz. Muhammed ömrünü, kendisinin ilâhî bir vazife ile gelişini kabul etmeyen insanlarla, kavimlerle mücadele ile geçirdi, herkesi âciz bırakan ve dehşete düşüren bir kitapla geldi. Bu kitap, eşsiz bir belagat ve ikna edici delillerle gelmiş, ilim ve felsefe alanına girmiş, tıp, tabiat, arz ve semanın oluş kanunlarının sırlarından bahsetmiştir. Yine onda, eski asırların ve geçmiş milletlerin tarihleri bahis konusu edilmiştir. Zamanının ilim, fen ve edebi sanatlarından hiç birine vâkıf olmayan bir zattan, her yönü ile mükemmel bir eserin zuhuru, elbette bir mucizedir. Hz. Muhammed’in en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerimdir.

Kur’an-ı Kerîm, hangi yönden incelenirse incelensin, insanoğlunun onun gibi bir eser meydana getiremeyeceğini iddia ederek bu konuda insanlığa adeta meydan okumuştur. Bu iddiaya karşı geçmişte bazı cüretkarlıklar ortaya çıkıp, Kur’an’a nazire yapmak istemişlerse de, bunların gayretleri acizliklerini itiraf etmekle sonuçlanmıştır.

Yazının Devamı

Fala İnanma Falsız Kalma!

Bugün en çok tartışılan konulardan birisi astrolojidir. Sizde astrolojik yorumların kaynağını merak etmişsinizdir. En sonunda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Astroloji hemen hemen insanlık tarihi kadar eski bir kehanet sistemidir. Astroloji, “Halk arasında yıldız falı, burç falı gibi inanışları konu edinen, güneş, ay ve yıldız gibi gök cisimlerinin oluşum ve özelliklerinin dünya üzerindeki olayların hayır ve şer niteliği kazanmasına ve insanın geleceğine etkilerini konu alan bir uğraştır.” (İlmihal, ISAM (Türkiye Diyanet Vakfı İslâmî Araştırmalar Merkezi), Hazırlayan: Heyet, lst.2000, 11/149) Yıldızların yer olayları üzerindeki etkisini belirtmeye ve bu etkileri göz önünde tutarak geleceği önceden bildirmeye dayanan falcılık ve kehanet sanatıdır.

İslam, Allah’ın yıldızların, insanlar üzerinde onların kaderlerini şekillendirici bir etkisinin olabileceği yolundaki inancın önünü daha baştan kesmekte ve astrolojik değerlendirmeler içinde kendini gösteren bu tür yaklaşımlara geçit vermemektedir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki gaybı bilmek yalnızca Allah’a aittir. Olaya bu temel prensipten baktığımız zaman günümüzde yapılan pek çok astrolojik yorumun, gayba ait bilgiler verme iddiası taşıması nedeniyle, gaybden haber verme kapsamında değerlendirilebileceği aşikârdır. Evet gayb bilgisi yalnızca Allah’a aittir. Allah’tan başka kimse gaybı bilemez.

İslâm dini, falcılık, kehanet, sihirbazlık, medyumluk ve benzeri faaliyetleri şiddetle yasaklamıştır. Bu bakımdan astroloji İslâm âlimlerinin uygun görmediği bir ilgi ve uğraş alanıdır. İslam dini bu işlerle uğraşanlara bir şeyler danışmayı, onların yönlendirmelerine göre hareket etmeyi, onların bu konularda söylediklerini onaylamayı asla tasvip etmez. Bu bakımdan Müslümanların astrologların yorumlarına ilgi göstermemesi, bunlardan uzak durması gerekir.

Yazının Devamı

Bir Gün Değil Her Gün

Bir Gün Değil Her Gün

Engellilerin sorunlarına dikkat çekmek ve onları daha iyi anlayabilmek için 1992 yılında Birleşmiş Milletler tarafından alınan kararla 3 Aralık, ‘Uluslararası Engelliler Günü’ olarak ilan edildi.

Engellilik doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yetkilerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, normal yaşamın gereklerine uyamama olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü gelişmiş ülkelerde nüfusun %10’unu, gelişmekte olan ülkelerde ise %12’sini engellilerin oluşturduğunu kabul etmektedir. Buna göre dünyada yaklaşık 500 Milyon engelli bulunmaktadır.

Yazının Devamı

Çocuk Eğitimi

Çocuk Eğitimi

Biran önce kurtulmaya çalıştığımız korona virüs bizlere iyi bir anne-baba olmamızın yanında iyi bir öğretmen olmamız gerektiğini de öğretti. Çocuklarımızın ilk öğretmeni zaten bizdik ama, bu görevimizi okullara, camilere ve Kur’an Kurslarına devretmiştik. Şimdi çocuklarımızla bu alanda da baş başayız. Çocuklarımızı en iyi şekilde eğitmek, eğitirken yanlış metotlara yönelmemek omuzlarımızdaki en büyük yük. Özellikle anneler bu yükü kaldırabilmek için çok büyük çaba sarf ediyorlar. Bu konuda anne-babalara branşımla ilgili yardımcı olabilmek için bu satırları karalıyorum.

Eskiler eğitim yerine terbiye kelimesini kullanırlardı. Atalarımız çocuk terbiyesi konusunda sevgili Peygamberimizi çok iyi anlamış, özümsemiş, doğru yorumlamış ve çocuklarını bu anlayışla terbiye etmişlerdir.

Yazının Devamı

BEREKET BÜYÜKLERLE BERABERDİR

Her insan doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Yüce Allah insanoğlunun her dönemine farklı güzellikler bahşetmiştir. Dinimizde çocukluk ve yaşlılık dönemlerine ayrı bir önem verilmiştir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde; “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaslanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.” (İsrâ; 23) “İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. dönüş banadır.”” (Lokmân; 14) buyurmuştur.

Hz. Muhammed (s.a.v) “Küçüklerimize şefkat göstermeyen ve büyüklerimizin kadrini bilmeyen bizden değildir.” demiştir. Bir gün ashabına üç defa; “Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek ve yalancı şahitliği yapmaktır (ya da yalan sözdür)” buyurmuştur.

Hz. Muhammet (s.a.v ) “Burnu yere sürünsün! Sonra burnu yere sürünsün! Sonra burnu yere sürünsün” demiş; Sahabe,

Yazının Devamı