Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

Cumhuriyet Fazilettir

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 99. yıldönümü kutlu olsun. Cumhuriyet yanmış yıkılmış pek çok kişinin her şeyin bittiğini düşündüğü günlerdeki kahramanların hürriyet, bağımsızlık ve mukaddesatına sarsılmaz bir inancın ürünüdür. Çoğumuz “Cumhuriyet fazilettir.” Sözünü hepimiz hatırlarız. Oysa bu sözün devamında “ … Cumhuriyet yönetimi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.” Denilmektedir. Atatürk Cumhuriyet’le faziletli insanlar, faziletli bir toplum inşa etmeyi hedeflemişti.

Peki, nedir fazilet? Faziletli insanın vasıfları nelerdir? Fazilet kelimesi sözlüklerde; erdem, ahlaki mükemmellik, iyilik, doğruluk olarak ifade edilir. Kişilerin hayatlarını sürdürürken uydukları ahlaki ilkelere; namusluluk; dürüstlüklerine faziletli olmak denir. Faziletli bir insanın ruhu, ahlaki davranışları destekler, tutkuları kontrol eder ve kişiyi günahlardan korur. Fazilet bizi öz kontrole dayalı özgürlüğe ve erdemli olmaya yönlendirir. Şefkat, sorumluluk, görev duygusu, dürüstlük, sadakat, dostluk, cesaret ve sebat ahlaki bir yaşam sürdürmek için arzu edilen fazilet örnekleridir. Dinimiz, Müslümanların her türlü görevlerini yerine getirerek olgun ve yüksek bir ahlâka sahip olmalarını, iyi huylarla ruhlarını güzelleştirmelerini, kötü huy ve alışkanlıklardan da uzaklaşmalarını istemiştir. Bütün iş ve davranışlarımızda orta yolu tutmak fazilet sayılır. “Faziletli olmak zor değil sadece iyiliği iste yeter!” “Senin faziletli davranışların birçok kişiye örnek olduğu için çok mutluyum.” “Onun iyiliğini, faziletini, şan ve şerefini görmek benim saadetimdir.” Cümlelerinde değer yargılarımızda fazilet’in yeri ve önemini açıkça görüyoruz.

Cumhuriyet istişareye dayalı, hak ve özgürlükleri teminat altına alan, insanların yeteneklerini ortaya koyabilmelerine imkân tanıyan, düşünce ve inançlarını serbestçe ifade edebilecekleri bir idare şeklidir. Kurtuluş savaşını gerçekleştiren iradenin bizlere kıymetli bir armağanı olan ve ilanının 99. yılını kutlayacağımız Cumhuriyetin özünde taşıdığı ruha uygun olarak yaşatılmasının en temel vatandaşlık görevlerimizden biri olduğunu unutmayalım. Türkiye Cumhuriyeti devletimizin ebedi varlığı ve birliği adına ülke gelişimine katkıda bulunmak için vatanımızı çok sevmeli, düşmanca yaklaşımlarda bulunan iç ve dış güçlere karşı her zaman uyanık olmalıyız. Bizlere tevdi edilen görevleri layıkıyla eksiksiz bir şekilde yapmalı, ülke menfaatlerini kendi menfaatlerimizin üzerinde tutmalı, milli birlik ve bütünlüğümüzden hiçbir zaman ödün vermemeliyiz.

Yazının Devamı

Tedbir Tevekküle Mani Değildir

Acı hikâyelerini okuyunca insanın içi sızlıyor. Bartın’daki maden faciasında şehit olan üç arkadaşın hikâyesini bir gazeteye anlatan Bülent Arçın şöyle diyor: “ Aynı madende çalışıyorduk, ben sabah vardiyasındaydım, eve varmadan patlamayı duyduk. Haber alır almaz oraya koştuk, ilk giden ve madene inenlerden biriyim. Madene indik, arkadaşlarımızı kurtarmaya çalıştık. Bazılarını yaralı kurtardık, bazılarının ise cesedini çıkardık. Her yer toz dumandı. 2009 yılında madende çalışmaya başladım, Ahatlar köyünden tek ben vardım. 2019’da ise köylümüz olan üç arkadaşımız işe başladı. Çok sevinmiştim, aynı köyden dört kişi olduk diye. Şimdi de bu acıyı yaşıyoruz, yakın arkadaşlardı, aynı gün işe başladılar, aynı ekip, aynı vardiyada çalışıyorlardı. Aynı noktada da şehit oldular. Üçünün de cesedini yan yana bulduk. Şimdi de yan yana toprağa veriyoruz, dayanılmaz, tarif edilemez bir acı…”

Aynı madende çalışan Sedat Akgün de “Sabah vardiyasındaydım. Patlamayı duyar duymaz madene koştuk” dedi ve ekledi: “Madene ilk inenler bizdik, patlamadan 10 dakika sonra. İlk indiğimizde önce yaralıları kurtardık, içeride nabızlarına baktık, yaşayanları, yaralı olanları hemen çıkardık. Ben beş kişiyi çıkardım, üçü kurtuldu. Birisi ise kollarımda vefat etti, aldığımda yaşıyordu. 23 yaşındaki Ramazan Özer diye bir arkadaşımız. Kollarıma aldım, çıkarıyordum. O sıra öldü, kollarımda can verdi…”

Bartın’daki maden kazası nedeniyle dinimizin en girift konularından biri olan kader ve kaza konularında yerli yersiz konuşmalara şahit oluyoruz. Tabii afetler konusunda almadığımız tedbirleri eleştirmek amacıyla söylenen sözler çoğu zaman maksadını aşarak maalesef kaderi inkâr noktasına kadar sürüp gidiyor.

Yazının Devamı

Hz. Muhammed’e Dair Ayetler

Peygamberlere iman İslâm Dininin inanç esaslarından bir tanesidir. Kur’ân-ı Kerim ve sahih sünnet çerçevesinde Hz. Muhammed konusu insanlık açısından çok önemli bir kavramdır. Bizler Hz. Muhammed (s.a.v)’i en doğru şekilde Kur’ân-ı Kerîm’den öğrenebiliriz. Çünkü Kur’an-ı Kerim, onun bize tebliğ ettiği ve kıyamete kadar yüce Allah’ın koruması altında olan mukaddes kitabımızdır. İşte bu sebeple Muhammed (s.a.v)’in Kur’ân’da nasıl tanıtıldığını her Müslümanın çok iyi bilmesi gerekir. Kur’an-ı tanımadan Resulullah’ı tanımak mümkün olmadığı gibi, Resûlüllah’ı tanımadan Kur’an-ı Kerimi iyi anlamak ta mümkün değildir.

Kur’ân-ı Kerimde Hz. Muhammed (s.a.v)’e hitap edilirken çoğunlukla ismi değil, onun peygamberlik vasfını öne çıkaran sıfatları kullanılmıştır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerimde onun vasıtasıyla tüm insanlığa hitap etmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgili ayet-i kerimeler çoktur. Bu yazımda bir gazete yazısı çerçevesinde Hz. Muhammed (s.a.v)’in tanıtıldığı bazı ayet-i kerimeleri arz edeceğim. (Ayetlerin sonunda verilen rakamlardan ilki sure numarası ikincisi de o sureye ait ayet numarasıdır)

1-Son peygamberdir.

Yazının Devamı

Mevlid Kandili

7 Ekim Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece Yüce Rabbimizin âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in mevlidi şerifini inşallah idrak edeceğiz. O, Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son peygamber ve bütün insanlığın rehberidir. Onun gelişiyle insanlık başta inanç ve ahlaki yozlaşmalar konularında bireysel ve toplumsal düzeyde pek çok değişim ve gelişime şahit olmuştur.

Mevlid Kandili, insanı insan yapan bütün güzelliklerin odaklandığı bir şahsiyet olan rahmet elçisi Hz. Peygamberin doğumunu kutladığımız, onun bireysel ve toplumsal hayatımızı aydınlatan insanlık ve merhametini, insaf ve adaletini, sabır ve metanetini, kerem ve cömertliğini, kısaca insanlığa sunduğu değerleri anlayıp hayatımızı onun yüce ahlâkıyla güzelleştireceğimiz bir tazelenme mevsimidir.

Kandiller; öze dönüşün, Yüce Yaratanımıza yürekten yakarış ve yönelişin, günahlarla kirlenmeye yüz tutmuş gönüllerimizi arındırmanın, geçici olanla kalıcı olanı fark etmenin, kalp gözümüzü açıp gönül dünyamızı temizlemenin fırsatı olan, nefsin yanıltıcı arzu ve isteklerinden uzaklaşmanın imkânlarını sunan kutlu zaman dilimleridir.

Yazının Devamı

Mevlid-i Nebi Camiler ve Din Görevlileri Haftası

Diyanet İşleri Başkanlığı her yıl “Mevlid-i Nebi, Camiler ve Din Görevlileri Haftası, Ramazan Ayı” gibi vesileler ile önemli konuları kamuoyunun gündemine taşımaktadır. Bu yıl 11 Rabiulevvel 1444 – 7 Ekim 2022 Cuma gününü Cumartesiye bağlayan gece “Mevlid Kandili’dir.” Bilindiği gibi her yıl 1-7 Ekim tarihleri arası da “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaktadır. Tarihlerinin yakın olması göz önünde bulundurularak bu sene “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” ile “Mevlid-i Nebi Haftası” nın birlikte kutlanmasına karar verilmiştir. Hafta teması ve hafta vesilesiyle düzenlenecek olan “Uluslararası Mevlid-i Nebi Sempozyumu” nun konusu ise; “Peygamberimiz, Cami ve İrşat” olarak belirlenmiştir. Sempozyumun amacı; “Hz. Peygamberin davet ve irşat metodundan hareketle içinde bulunduğumuz toplumun ve zamanın ruhuna uygun bir strateji geliştirmeye çalışmak, İslam medeniyetinde caminin önemine güçlü bir şekilde vurgu yapmak, cami merkezli irşat faaliyetlerinin değerlendirmesini yaparak bu konuda bir gelecek perspektifi belirlemeye gayret etmek, günümüz dünyasında Diyanet İşleri Başkanlığınca toplumun farklı kesimlerine yönelik gerçekleştirilen irşat faaliyetlerinde kullanılması gereken dil, takip edilmesi gereken üslup ve metot noktasında ortaya konan fikir, düşünce ve tecrübelerden istifade etmek” olarak özetlenmiştir.

İrşat, tebliğ ve davet, İslam’ı insanlarla buluşturma ve yaşatma faaliyetlerinin özünü teşkil etmektedir. Tebliğ ve davet henüz Müslüman olmamış kimselere; irşat ise İslam’ı din olarak kabul etmiş olanlara yönelik olarak gerçekleştirilen din telkini, eğitimi ve öğretimidir. Hz. Peygamber, içinde bulunduğu toplumda önce akrabalarından başlayarak (Şuarâ, 26/214) insanları, hikmet ve güzel öğütle İslâm’a davet etmekle (Nahl, 16/25) görevlendirilmiştir. O (s.a.s), yeryüzünde fitne ve fesat ortadan kalkıncaya, din tamamen Allah’ın oluncaya kadar mücadele etmiştir.

Vahyin gözetiminde devam eden Sevgili Peygamberimizin davet ve irşat faaliyetlerinin başarıya ulaşmasında hiç şüphesiz takip edilen nebevî yöntem etkili olmuştur. İnanç ve gayreti, samimiyet ve ihlası, güvenilirliği ve doğruluğu, sabrı ve merhameti, fesahat ve belâgati, bu süreçte Hz. Peygamberin en büyük yardımcısıdır. O, muhataplarına değer vermiş, onları iyi tanımış; onların aklî derecelerine, toplumsal seviyelerine ve içinde bulundukları şartlara göre hareket etmiştir. Tebliğ ettiklerini önce kendisi yaşamış ve her zaman dediklerinin canlı bir misali olmuştur. Onun içindir ki her sözü, insanlara tesir etmiştir. Şefkat, merhamet ve hoşgörüsüyle, mütebessim çehresiyle, tatlı dili ve teşvik edici üslûbuyla gönüllere dokunmuştur. Yüze vurmadan hataları düzeltme ilkesini benimsemiş, genel ifadelerle yanlışlıkları dile getirerek muhatapları uyarmaya çalışmıştır. “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin.” (Buhârî, İlim, 11) buyurmuş ve bunu bir hayat düsturu haline getirmiştir. Muhataplarının istekli olup olmadığını dikkate almış; sözlerini, dikkatlerin dağılmayacağı bir süre içinde, kısa ve özlü bir şekilde ifade etmiştir. Çarpıcı sorularla muhatapların dikkatlerini söyleyeceği şeylere yöneltmiş, önemli gördüğü konularda meselenin daha iyi anlaşılması için sözünü üç defa tekrar etmiştir. Davet ve irşatta örneklerle tasvir, yani temsil metodunu uygulamış; inanç, amel ve ahlak konularına dair kıssalar anlatmıştır. İrşat faaliyetlerinde toplumun bütün kesimlerine özel ilgi göstermiştir.

Yazının Devamı

Değerler Eğitiminde Hz. Muhammed Örnekliği

Müslümanlar için Hz. Muhammed “Üsve-i Hasene”dir. ( Genellikle Hz. Muhammed için kullanılan güzel örnek anlamında bir Kur’an tabiri ) (Ahzab Suresi,21). Değerler, toplumların iskeletidir ve onların sürekliliğini sağlayan en önemli ölçülerdir. Hayatın zorlu ve engebeli yollarında ilerlerken yolumuzu kaybettiğimiz zamanlarda değerlerimiz, bize yol gösteren işaretler olarak karşımıza çıkar. Bunun yanı sıra değerlerimiz; varlık sebebimizin farkındalığını sağlar, çevremizde gelişen olayları anlamlandırırken bize ölçüler verirler. Bizler değerlerimizle aidiyet bilincine ulaşarak “bir” olur ve birlikte yol alırız.

Müslümanlar tarih boyunca nelerin doğru/yanlış, güzel/çirkin, iyi/kötü olduğunu ifade eden değer ölçülerini Kur’an-ı Kerim ve Sahi Sünnet ölçülerine göre şekillendirmişlerdir. Bu açıdan Kur’an ve Sünnet, Müslümanların bütün alanlarda değer ölçülerinin temel kaynağını oluşturur. Müslüman toplumların çağlar boyu nesilden nesle aktardıkları değer ölçüleri, hala eskimeden tazeliğini korumalarının ana nedeni Kur’an ve sünnet kaynaklı olmalarıdır. Günümüzde önemi oldukça artan değerler eğitimi alanında evlerde anne-babalar, okullarda öğretmenler Hz. Muhammed’i örnek almaları gerekir.

Değerler açısından Hz. Peygamber’in peygamberlik öncesi durumu:

Yazının Devamı

Müslüman Aydın Olamaz Mı?

Aydın nedir? Aydın kime denir? Aydınlar hep devrimci, solcu veya batıcı mı olur? Müslüman aydın olmaz mı? İçimize ( beyinlerimize ) yerleştirilen modern hurafelerden birisi de “Müslüman aydın olamaz” safsatasıdır.

Aydın kavramı tarihi süreç içerisinde pek çok aşamadan geçerek dilimize 1930’lu yıllarda girip yerleşmiştir. Atalarımız bunun yerine münevver kavramını kullanırlardı. Hatta daha önceleri toplumumuzda böyle insanlar için ‘ulema’, ‘mütefekkir’, ‘âlim’, ‘arif’, ‘efendi’ vs. sözcükler kullanılmıştır.

Mevcut sözlüklere göre Münevver: Tenvir edilmiş, nurlandırılmış, aydınlatılmış, ışıklı demek. Aydın ise: Işıklı, aydınlanmış, açık, anlaşılır, aşikâr, kültürlü, bilgili, münevver, entelektüel demek. Münevver terimine yakın ve aynı kökenden gelen başka kelimeler de vardır: münebbih (uykudan uyandıran, ikaz eden), münecci (kurtarıcı) ve münevvir (aydınlık veren, nurlandıran) Kültürümüzün derinliği, dilimizin zenginliği göz ardı edilerek münevver kelimesi ihtiva ettiği bütün anlamları ile bir kenara itilerek yerine ihtiva ettiği manası da daraltılarak aydın kavramı yerleştirildi.

Yazının Devamı

Aydınlarımızın Açmazları

Aydın, üzerinde çok fazla yazılıp çizilen ancak neredeyse her dünya görüşü tarafından kendi değer yargılarına uygun olarak farklı şekillerde tanımlanan oldukça kapsamlı bir kavramdır. Bu kavram dilimizde; kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli kimse, münevver, entelektüel anlamlarında kullanılmaktadır. Münevver ve aydın kavramları genellikle aynı anlamları ifade etse de münevver kavramı ile daha geniş bir anlamın karşılandığı bilinmektedir. Hem münevver kavramı hem de daha sonraları kullanılagelen aydın kavramı esasen Fransız aydınlanmasından etkilenerek oluşturulmuştur. Bu bağlamda Türk aydınlarının yüzünü ve gönlünü Batı’ya çevirmelerinin felsefi ve sosyolojik temelleri arasında, aydın olmanın Batılı olmak ile eş değer görülmesi eğiliminin veya yönlendirilmesinin yattığı gözden ırak tutulmamalıdır.

Batı’da “Entelektüel”, Bizde “ Münevver/Aydın”

Bu kavramların tarihi süreç içerisinde pek çok aşamadan geçerek günümüzdeki anlamlarına kavuştukları görülmektedir. ‘Entelektüel’in aydın insana karşılık kullanılması Batı’da 19. yüzyılın sonlarına doğrudur. Türk kültüründeki ‘münevver/aydın’ sözcükleri, batıdaki ‘entelektüel’ karşılığında Türkçeye 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kazandırılmıştır. Bu kavramların kültürümüzde yer almasından önce, toplumumuzda böyle insanlar için ‘ulema’, ‘mütefekkir’, ‘âlim’, ‘arif’, ‘efendi’ vs. sözcükler kullanılmıştır.

Yazının Devamı

30 Ağustos Zafer Bayramı

Şanlı tarihimizin dönüm noktalarından birini oluşturan 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 100. yıldönümünü milletçe kutlayacağız inşallah. Tarihimizde Ağustos ayı zaferler ayı olarak ayrı bir yere sahiptir. 1071 Malazgirt, 1473 Otlukbeli, 1514 Çaldıran, 1516 Mercidabık, 1521 Belgrad, 1526 Mohaç, 1571 Kıbrıs ve daha nice zaferleri hep Ağustos ayında kazandık. Kurtuluş Savaşımızda da 1921 Sakarya ve 1922 Dumlupınar zaferleri yine Ağustos ayında kazanılmıştır.

30 Ağustos Zafer Bayramımızın anlamını ve milli tarihimizdeki önemini kavramamız bakımından 1918 Türkiyesini ve milletimizin içinde bulunduğu ağır şartları ana hatları ile hatırlamak gerekir.

Yıl 1918; Düşmanlar tarafından “Hasta Adam” diye adlandırılıp hakkında ölüm fermanları hazırlanan milletimizin aziz yurdu Anadolu taksim edilmiş, yer yer işgaller başlamıştır. Milletimiz adeta kendi öz vatanında bir kaşık suda boğulmak isteniyor. Ordu elinden silahları alınarak terhis edilmiş, yurdun geçit noktaları tutulmuş, liderler tesirsiz hale getirilmiştir. Milli istihbarata el konulmuş, PTT hizmetleri ve demiryolları düşmanların eline geçmiş, devlet güvenliği elden gitmiş, millet açlığa, yokluğa, sefalete ve çaresizliğe itilmişti.

Yazının Devamı

Ortaçağ Karanlığı

Tarihçiler insanlığın yaşadığı uzun zaman dilimini ilkçağ, ortaçağ, yeniçağ ve yakınçağ diye dörde ayırarak incelemeye çalışmışlardır. Yazının bulunması ile başlayan ilk çağ, MS. 350 yılına kadar sürer. Kavimler göçü ile başlayan Orta Çağ ise yaklaşık 1100 yıl sürmüştür. Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethetmesi ile başlayan Yeni Çağ’ın bitiş tarihi ise 1789’dur. Her çağın kendisine has ayırıcı temel özellikleri vardır. Orta çağ nedir ve özellikleri nelerdir?

Yaklaşık 11 asır süren bu uzun zaman dilimi, 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi ile birlikte kapanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra II. Mehmet, Fatih unvanını almış ve ”çağ açıp çağ kapatan padişah” olarak tarihe geçmiştir. Bu çağda Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşarak dönemin en güçlü devleti haline gelmiştir.

“Ortaçağ karanlığı” tarihçilerin Avrupa tarihi ve medeniyeti hakkında yaptıkları bir değerlendirme olup dünyanın başka bölge ve medeniyetleri için geçerli değildir. İslam dünyasının Karanlık Ortaçağ ile ilgisi yoktur. Avrupa’da Karanlık Çağın yaşandığı dönem İslam dünyası için tam tersine en aydınlık çağdır.

Yazının Devamı

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Örnekliğini Anlamak

Peygamberlerin gönderiliş amacı, rayından çıkmış, fıtratından uzaklaşmış, inanç ve ahlaki değerler konularında buhranlara düşmüş insanlığı tekrar rayına oturtmak, fıtrata davet etmektir. Peygamberler yüce Allah’tan aldıkları vahiyleri insanlığa tebliğ etmiş, bu çerçevede bir hayat inşa ederek insanlığa örnek olmuşlardır.

Hz. Muhammed’e (s.a.v.) itaat etmenin, inananlar için bağlayıcılığı Kuran-ı Kerimde şöyle zikredilmektedir: “ Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa 4/80).

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) son peygamber olduğuna ve O’ndan sonra herhangi bir peygamberin gelmeyeceğine inandığımıza göre, bizlere miras olarak bıraktığı Kuran’ı Kerim ve O’nun örnek hayat tarzını yansıtan sünnetini iyi anlamalıyız. Hz. Muhammed’in örnekliğini Kuran bizlere bildirmektedir: “ Andolsun, Allah’ın Resülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21). Örnek gösteren yüce Allah’tır. Yüce Allah’ın rızasına nail olmak, Hz. Peygambere (s.a.v.) tabi olmaktan geçiyor: Kur’an-ı Kerimde Hz. Muhammed’in ümmetine şöyle demesi emrediliyor; “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir” (Ali İmran 3/31).

Yazının Devamı

Kur’an Ve Sünnet Bütünlüğü Üzerine

Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberler, Allah’tan aldıkları vahiyle insanlara varoluşun anlamını, hayatın gayesini ve huzurun yolunu göstermişlerdir. Tarihi süreç içinde hakikatin izleri kaybolduğunda yüce Allah, yeni peygamberler ve kitaplar göndererek insanlara nimetini devam ettirmiştir. Bildiğimiz gibi Hz. Davut (a.s)’a Zebur, Hz. Musa (a.s)’a Tevrat, Hz. İsa (a.s)’a İncil, son Peygamber Hz. Muhammed (a.s)’a Kur’an-ı Kerim indirilmiş ve insanlığa tebliğ ile görevlendirilmiştir.

Yüce Rabbimiz Peygamber Efendimizi bize; “Hakkımızda şahitlik edecek” (Müzzemmil, 73/15), “doğruluk rehberi”, (Tevbe, 9/33), “müjdeleyici, uyarıcı, Allah’a çağıran ve aydınlatan bir ışık”, (Ahzâb, 33/45-46), “doğru yol üzere gönderilmiş bir elçi” (Yâsîn, 36/2-4) gibi vasıflarla tanıtmaktadır.

Peygamber Efendimizin insanlığa en büyük ve eşsiz mirası hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim ve onu yaşanan bir hayata dönüştüren söz ve davranışları, yani sünnetidir. Bu yönüyle sünnet, İslam’ın pratiği ve temel hüküm kaynaklarından biridir. Müslümanlar için bilgi, hikmet ve hakikatin yoludur. Sünnet, Kur’an’ın evrensel ilkelerinin çağlar boyunca hayatiyet bulmasına, değişik zaman ve mekânlarda yaşayan Müslümanların ortak inanç, düşünce ve ahlak ekseninde buluşup büyük İslam medeniyetini kurmalarına vesile olmuştur.

Yazının Devamı

Çoklukla Övünmek

Çoklukla övünme veya çoğaltma yarışı diye tercüme edilen tekâsür kelimesi Kur’an-ı Kerimin 102. Suresinin adıdır. Sure adını birinci ayette geçen ve “çokluk yarışı, çoklukla övünme” anlamlarına gelen tekâsür kelimesinden almıştır. Tekâsür suresini oluşturan ayetlerde, çokluk kuruntusu ve aç gözlülük saplantısı içinde olan insanlara adeta “uyanın, kendinize gelin” çağrısı yapılır. Bu uyarış çağrısına kulak tıkayan ve durumlarını düzeltmek istemeyen kişi ve toplumların kötü akıbetine dikkat çekilir. İnsanın gide gide, sonunda varıp Allah’ın huzurunda karar kılacağı, hayatın nimetlerine karşı yaptıklarından hesaba çekileceği haber verilir.

“ Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı.(1-2) Hayır; ileride bileceksiniz. (3) Hayır, Hayır! İleride bileceksiniz! (4) Hayır, kesin olarak bir bilseniz. (5) Andolsun, o cehennemi muhakkak göreceksiniz. (6) Yine andolsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz. (7) Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.” (8) ᅠ

Bu sure bağlamında tekâsür kelimesi özellikle “yüksek bir amaç gütmeden, neden niçin demeden mal, mülk, evlât, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin anlayışına göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, manevi ve ahlâkî sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak” anlamına gelmektedir. Bu tutku bireysel olabileceği gibi toplumsal da olabilir. Ayette tekâsür kavramı Cahiliye toplumunun zihniyet yapısını tanıtmakla birlikte evrensel bir mesaj da içermekte, genel bir tespit ve dolayısıyla uyarı anlamı da taşımaktadır. Birkaç asırdır özellikle “gelişmiş” denilen ülke ve toplumlarda hâkim zihniyet olan kapitalizmin esası da durmadan üretmek, tüketip tekrar üretmek, kârı ve serveti sınırsızca çoğaltmaktır. İşte bu dünya görüşü ve onun doğurduğu uygulamalar da bu “çoğaltma yarışının çağdaş örneğidir. Ancak insanlığın manevi ve ahlâkî değerlerini, birikimlerini tahrip eden bu yarış, sonuçta ekonomik ve siyasî gücü, iletişim imkânlarını da kullanarak bireysel ilişkilerden uluslararası ilişkilere kadar uzanan bir zulüm, haksızlık ve adaletsizlik düzeni doğurmakta ve nihayet dünyayı “küresel” bir mutsuzluk alanı haline getirmektedir.

Yazının Devamı

Din Ve Ahlak

Tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarda daima evrensel bir olgu olarak var olan din, insanı hem içten hem dıştan kuşatarak, onun düşünce ve davranışlarında kendini açıkça gösterir. Bunun yansıması olarak dünyamızın hemen her yerleşim biriminde dinlere özgü mabetler görülür. Din; insanların Allah ( c.c ), diğer insanlar ve varlıklarla ilişkilerini düzenleyebilmek için kurallar koyar. İnsanın yüce bir kudrete gönülden bağlanması onun gücüne güç katar. Dua, niyaz, iltica insanı yüceltir. Samimi bir Allah sevgisi ve korkusu insana kuvvetli bir irade ve sağlam bir karakter ile inanılan dinin temel kurallarına uygun ahlaki değerler ve bu değerlere uygun bir yaşam biçimi kazandırır.

Ahlâken değerlendirilmeye tabi tutulan sadece insandır. İnsan dışındaki canlılar ahlâklı veya ahlâksız şeklinde bir değerlendirmeye tabi tutulmazlar. İnsan; iyiliğe yönelir ve yeteneklerini o yönde geliştirirse güzel ahlâklı, kötülüğe meylederse kötü ahlâklı olarak nitelendirilir. Şüphesiz İslam dininin gayesi, insanı kendi değerlerine uygun güzel ahlâk sahibi kılmaktır. Güzel ahlâklı Müslümanların ayırt edici vasıflarından birisi, kötülüklerden kaçınıp iyilikleri istemesidir.

İslam âlimleri genel olarak dini; “ akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren İlahi kanunlar manzumesi” diye tarif ederler. Ahlâk ise; “ insanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevî nitelikler, huylar ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlar bütünü” olarak tanımlanır.

Yazının Devamı

Kurban ve Kurban Bayramı

Kurban ibadetinin özü Hakk’a yakın olmaktır. Gücü yeten müminler, ilahi rızayı kazanmak gayesiyle kurbanlarını keserek hem Cenab-ı Hakk’a yakınlaşmakta, hem de kurban kesemeyenlere yardımda bulunmaktadırlar.

Kurban; İslam’ın şiarı, Allah yolunda her türlü fedakârlığın sembolüdür.

Kurban; Allah’ın emrine teslim, Resulünün uygulamasına tabi olmaktır.

Yazının Devamı

Ortak Olarak Kesilen Kurbanlarla İlgili Bilinmesi Gerekenler

Günümüzde vatandaşlarımızın önemli bir kısmı büyükbaş bir hayvana ortak olarak girip kurban kesmektedirler. Durum böyle olunca bu konudaki dini bilgilerin iyi bilinmesi önem arz etmektedir. Bildiğimiz gibi küçükbaş hayvanlar tek hisse, büyükbaşlar ise yedi hisseye kadar ortak olunarak kurban kesilebilir. Halkımız arasında bu konuda doğru bilinen yanlışlar oldukça fazladır. Örneğin namaz kılmayan kişilerle ortaklaşa kurban kesilmez. Ortakların tekli sayılarda olması şarttır… vb.

*Kurbana ortak olacaklarda aranan şartlar nelerdir?

Her ortağın Müslüman olması, kurban ve ibadete niyet etmesi ve her birinin hissesinin yedide birden az olmaması şarttır. Ortakların bir kısmı ölmüş veya bunak olsa zararı olmaz.

Yazının Devamı

Kurbanla İlgili En Fazla Sorulan Sorular ( 2 )

Kurbanlık hayvan tartı ile alınabilir mi?

Kurbanlık hayvan, kilo birim fiyatı belirlenmek suretiyle canlı olarak tartıyla alınıp-satılabilir. Ayrıca, toplumda herhangi bir aldatma, kargaşa ve ihtilafa yol açmayan yaygın bir uygulama varsa, kurban edilmek üzere satın alınmak istenen hayvanın karkas halindeki kilo birim fiyatı önceden belirlenmek şartıyla, kesildikten sonra tartılarak parasının ödenmesi yoluyla da satılabilir. Ancak bu şekildeki satışın geçerli olması için kesimden önce taraflar arasında akdin tamamlanması gerekir. Ayrıca kurbanın kelle, paça ve sakatat gibi bazı yerlerinin satıcıda kalması şart koşulmamalıdır.

Banka kredisiyle kurban kesilebilir mi?

Yazının Devamı

Kurbanla İlgili En Fazla Sorulan Sorular (1)

Kimler kurban kesmelidir?

Kurban kesmek, akıllı, ergen, dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve mukim olan her Müslüman’ın yerine getirmesi gereken mali bir ibadettir. Temel ihtiyaçlarından ve borcundan başka 80.18 gr. altın veya bunun değerinde para, mal veya eşyaya sahip olan kişi dinen zengindir. Dolayısıyla, Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu nimetlere şükran ifadesi ve Allah yolunda fedakârlığın nişanesi olmak üzere kurban kesmelidir.

Aile fertlerinden zengin olan her bireyin ayrı ayrı kurban kesmeleri gerekir mi?

Yazının Devamı

Kökü İnsanlık Tarihine Uzanan İbadet; Kurban

Sözlükte yaklaşmak, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban, dinî bir terim olarak, Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasını kazanmak için ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder. Akıl sağlığı yerinde, hür, mukim ve dinî ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilâhî rızayı kazanmak gayesiyle kurbanını kesmekle hem yüce Allah’a manen yaklaşmakta, hem de toplumsal yardımlaşma ve dayanışmaya katkıda bulunmaktadır. Bu ibadetin özünde Hakk’a yakınlık anlayışı vardır. Kurban, bir Müslümanın bütün varlığını, gerektiğinde Allah yolunda feda etmeye hazır olduğunun bir nişanesidir.

Kurban kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde geçmektedir. Bunlardan birinde İsrâiloğulları’nın herhangi bir peygamberden mucize olarak istedikleri ve (gökten inen) ateşin yakacağı bir kurbandan (Âl-i İmrân 3/183), ikincisinde, Hz. Âdem’in iki oğlunun Allah’a takdim ettikleri kurbandan söz edilir. ( Maide, 27 ) Üçüncüsünde ise kelime, müşriklerin Allah’a ortak koştukları tanrıları “yakınlık vasıtası” kılmaları anlamında kullanılmıştır (Ahkâf, 46/28). Tarih boyunca takdim edilecek kurbanlıklar, kurban sunma şekilleri ve amaçları bakımından farklılıklar bulunsa da bütün dinlerde Tanrı’ya kurban sunma uygulamalarının bulunduğu tespit edilmiştir. Hac Suresinin ilgili ayetlerinden (34-37) ilâhî dinlerin hepsinde “ibadet amacıyla hayvan kesme” anlamında kurban ibadetinin bulunduğu anlaşılmaktadır.

Hanefî mezhebinde tercih edilen görüş, kurbanın vacip olduğudur. Kurban, Müslüman toplumların belirli simgesi ve şiarı sayılan ibadetlerden biri olarak asırlardan beri özellikle milletimizin dinî hayatında önemli bir yer tutmaktadır.

Yazının Devamı

Dindar Olmak Şereftir

Din Allah’a teslim oluştur. Bunun içindir ki dinin adı Kur’an-ı Kerimde açıkça “İslam” olarak zikredilmiştir. İslam teslim oluş, Müslüman yüce Allah’a teslim olan demektir. Allah’a teslim olmak demek, Allah’ın koyduğu değişmez yasalara teslim olmak demektir. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurulur:

“Doğrusu Allah katında din İslam’dır…” ( Al-i İmran Suresi, 19. Ayet)

“… Bugün, dininizi olgunlaştırdım; size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim…” ( Maide Suresi, 3. Ayet)

Yazının Devamı

Her Şeyin BaşıNiyet Ve İhlastır

Niyet ve ihlâs kavramları kişinin hayatına yön veren, dinî değerlerine ayrı bir mana katan, duygu ve düşünce yapısını şekillendiren önemli olgulardandır. İnancımıza göre gönderilen en son ve en kâmil din olan İslam Dini, iman, ibadet ve ahlak ilkeleriyle bir bütün halinde kendisine uyulduğu zaman kişiye dünya ve ahiret mutluluğunu vaat eder. Bu vaadin gerçekleşmesi için en temel kıstas ise niyettir. Yapılan herhangi bir işte ödül veya ceza niyete göre şekillenir. Niyette de işin özü ihlastır. Niyetler ihlâs ve samimiyetlerine göre itibar görürler. İbadetlerin ruhu niyet ise, ihlâs da niyetlerin özüdür.

Niyet; kastetmek, karar vermek, kalbin bir şeye yönelmesi anlamlarına gelir. Niyette kişinin kalpteki bir tercihi söz konusudur. Bu nedenle niyet, ancak sahibinin açıklaması veya onu davranış haline dönüştürülmesiyle belli olur. Niyet her şeyin başıdır. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde niyetin önemini bizlere şöyle bildirmektedir. “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır…”

İslâm âlimleri “ameller niyete göredir” hadisini yazdıkları hadis kitaplarının başına yazarak konunun önemini vurgulamışlardır. Samimi bir niyete dayanmayan hiçbir şeyin Allah katında değeri yoktur. Bu sebeple yapmaya gayret ettiğimiz bütün işlerimizin dünya ve ahirette karşılığını alabilmemizin en temel yolu niyetimizi halis hale getirmektir. İhlas sözlüklerde; saf ve hâlis olmak, karışık ve şaibeli olmamak ve kurtulmak, anlamlarına gelir. Din ıstılahında ise iman, ibadet, itaat, ahlâk, amel, dua… vb, her türlü dinî görevleri, halkın övme ve yermesini düşünmeksizin sırf Allah rızası için iyi ve halis bir niyetle yapmak, şirk, nifak, riya (gösteriş) vb, şâibelerden uzak durmak, söz, fiil ve davranışlarında samimi ve dosdoğru olmak demektir. Bu şekilde hareket edenlere muhlis denir.

Yazının Devamı

Dünyevileşme

Düşüncelerimizi, bakış açılarımızı ve anlayışlarımızı belirleyen büyük ölçüde kavramlar ve tanımlardır. Bir din veya medeniyet kendi kavramları üzerinde inşa edilerek değer bulur. Bununla birlikte kavramlar da canlı organizmalar gibi, zaman içerisinde çeşitli sebeplerle bazen anlam genişlemesi, bazen anlam daralması, bazen de anlam kayması gibi değişim ve dönüşüm geçirirler. Bu yazımda dünyevileşme kavramı üzerinde durmak istiyorum.

Genelde bütün insanlığın, özelde ise Müslümanların en büyük sorunlarından biri belki de en başta geleni ebedi olan ahiret hayatını unutarak fani olan dünya hayatına aşırı meyletme ve her şeyin sadece bu dünyadan ibaret olduğunu sanma anlayışıdır. İşte biz buna dünyevileşme diyoruz.

Dünyevileşme kavramının Batı’da sahip olduğu derin bir arka planı, felsefi ve ideolojik boyutları vardır. Fakat bizler günlük dilde bu kelimeyi insanların ( özellikle Müslümanların ) kulluk bilincinden uzaklaşarak ahireti unutup dünyaya dört elle sarılmaları anlamında kullanırız.

Yazının Devamı

Ramazanda Kendimizi Bilebildik Mi?

Yunus Emre; “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin. Ya nice okumaktır” diyor. Hacı Bayrâm-ı Velî de; “Bayram özünü bildi. Bileni anda buldu. Bulan ol kendi oldu. Sen seni bil sen seni” diyerek insanın kendisini bilmesinin önemine işaret ediyor.

İnsan, yaratılış itibarıyla bilmeye, kendisine gizli görünenleri öğrenmeye meraklı bir yapıya sahiptir. Hz. Muhammet “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” Buyurmuş. Bu yüzden okumanın/öğrenmenin yaşı yoktur denmiştir. Bilmenin, öğrenmenin bir kuralı, bir hedefi olmalı. İnsanlığa faydası olmayan bilgiden yani faydasız ilimden sakınmak gerek. Hz. Muhammet’in bu minvalde bir duası vardır: “ Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.”

Edebiyatımızın önde gelen şairlerinden Nâbî, kendi çocuğunun şahsında bütün gençlere, insanlara bilginin önemi ile ilgili şöyle bir mesaj veriyor:

Yazının Devamı

Sadaka-İ Fıtır ( Fitre )

Sadaka-i fıtır ne demektir, hükmü nedir?

Halk arasında fitre denilen sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramına yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka, artıcı olma ve üzerinden bir yıl geçme şartı aranmaksızın nisap miktarı para veya mala ( 80.18 gram altın değeri ) sahip bulunan her Müslüman’ın vermesi vacip olan mali bir ibadettir. Sadaka-i fıtır, insan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan bedeninin zekâtı kabul edilmiştir. Bu nedenle sadaka-i fıtr’a, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir. Diğer taraftan fitre, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesinde, bayram gününün neşesinden onların da istifade etmelerinde önemli bir rol oynar.

Kimler sadaka-i fıtır vermekle yükümlüdür?

Yazının Devamı