Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

BUGÜN BİR MUCİZE ( ! ) DAHA GERÇEKLEŞTİ

Mucize kelimesi günlük hayatta sıklıkla mecazi anlamda kullandığımız dini terimlerden bir tanesidir. Özellikle İzmir depreminde göçük altından saatler sonra kurtarılan her olaydan sonra “bir mucize daha gerçekleşti” diyerek sevincimizi dile getirdik. Arapça kökenli olan mucize kelimesi sözlükte “aciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay” anlamlarına gelir. Terim olarak Peygamberlik iddiasında bulunan zattan insanların benzerini meydana getirmekten aciz kalacakları, tabiat kanunlarının aksine olarak zuhur eden harikulâde olaylara denir. Asıl maksadı, Peygamberin nübüvvet davasını ispat ve doğrulamaktır. Herhangi bir olayın mucize olabilmesi için onun Peygamberlik görevi verilmiş kişilerin elinde zuhur etmesi gerekir. Mucize gerçekte Allah’ın fiilidir, “Peygamber mucizesi” denilmesi de mecazîdir.

Mucizede asıl olan, olayın Peygamber aracılığıyla olması, tabiat kanunlarının çok üstünde ve onlara aykırı olması, iddiaya uygun olarak ortaya konulması, bir yalanlama ya da inkârdan sonra meydana gelmesi ve insanoğlunun aciz kaldığı bir olay türünden gerçekleşmesidir. Diğer taraftan Peygamberlere bahşedilen mucizeler, bir yönüyle imanın temel esaslarından olan nübüvvetle, diğer yönüyle de vahiy ile alâkalıdır. Dolayısıyla mucizeye inanmak gerekir: “Ona, Rabbinden (başka) mucize indirilmeli değil miydi? derler. De ki: Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebut, 29/50)

Sürekli gözlemlediğimiz ve bu nedenle değişmez sandığımız tabiat kanunlarını var eden Allah’tır. Allah bu kanunları dilediği zaman, Peygamberleri vasıtasıyla değiştirebilir. Bu değişiklik bir mucizedir. Bu durumda mucizenin vukuu için aklî bir engel yoktur. Aksine akıl, mucizenin meydana gelmesini nakilden ( ayet ve hadisler ) aldığı bilgilerle kabul eder.

Yazının Devamı

GÜNEŞ DOĞMADI BUGÜN YAVRULARIMIN ÜSTÜNE

30 Ekim 2020 Cuma günü saat 14.51’de İzmir depremini televizyon kanallarından izledik. Çok hüzünlü sahnelere şahit olduk. İçimizi burkan haber ve yorumlar dinledik. Bazen gözlerimiz doldu, bazen derin düşüncelere daldık. Bu olaydan dersler çıkarıp ibret aldık mı acaba. 17 Ağustos 1999 Kocaeli-Sakarya depremini İzmit’te yaşayan bir din eğitimcisi olarak kendi payıma epey dersler çıkardım, ibretler aldım. Deprem görüntüleri arasında fedakârlığın, samimiyetin, insanlığın fotoğraflarını gördüm. Başta kentsel dönüşüme inatla direnen vatandaşlarımız olmak üzere devletimizin tüm kurum ve kuruluşları kendilerine düşen dersleri çıkardılar mı acaba? Ben aldığım ibretlerden birkaç tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Depremde yıkılan apartmanlardan 9, 14, 16, 17, 23, 26, 32, 33, 34, 58 ve 65 saat sonra kurtarılan vatandaşlarımız acılarımızı biraz da olsa hafifletti. Demek ki öldürmeyen Allah (c.c. ) öldürmüyor. Ölüm, zamanı bizce meçhul ama nihayetinde haktır. Her nefis er veya geç ölümü tadacaktır. Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için çalışan bizlerin yarın ölecekmiş gibi baki âlemimiz için çalışması gerekir. Yüce milletimizin sevinçte olduğu gibi tasada da birlik ve dirlik içerisinde olduğunu görmek hepimize gelecek adına ümit kaynağı oldu.

Deprem bölgesini ziyaret eden Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, enkaz altındaki 4 çocuğunun kurtarılmasını bekleyen annenin yanına giderek anneye su ikram etti. Suyu içmek istemeyen acılı anne, “Ben burada su içiyorum, yavrularım orada susuz. Güneş doğmadı bugün yavrularımın üstüne.” sözleriyle yürekleri burktu, gözleri yaşarttı. Bu sözler insanlığa anne yüreğinin ne kadar müşfik ve sevecen olduğunu bir kez daha gösterdi.

Yazının Devamı

PEYGAMBERİMİZ VE ÇOCUKLAR

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de, “ İçinizden Allah’ın lütfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.” (Ahzâb Suresi, 21) buyurarak Müminlere Hz. Peygamber’i örnek gösteriyor. Müslümanların, her sahada Hz. Peygamber’i örnek edinmeleri gerekir. Hz. Peygamber’i örnek edinmek demek, O’nun sünnetini doğru yorumlayıp O’na uymak demektir.

Hz. Peygamberin sünnetinde çocukların yeri, önemi ve eğitimi örneklik açısından çok iyi incelememiz gereken temel konularımızdan biridir. Çocuk, aileye Allah tarafından bahşedilmiş en büyük nimetlerdendir. Çocuk evin bereketi, hayatın neşesi ve ailenin umududur. Kur’an’ın ifadesiyle “göz aydınlığı” dır.

Aile için olduğu kadar toplum için de her çocuk bir değerdir. Hakları, ihtiyaçları, yetenekleri ve potansiyeli ile her çocuk toplumun geleceğini inşa edecek yapı taşı olarak özenle korunmalı ve yetiştirilmelidir. Çocuğa verilen emek, aslında toplumun geleceğine yapılan yatırımdır. Günümüz dünyasında maalesef pek çok çocuk, barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi en temel haklarından mahrum kalmakta; taşıyamayacakları bedensel ve duygusal yükler altında ezilmektedir. İnsanlığın geleceği olan çocuklar, zulüm ve vahşetin, savaş ve şiddetin karanlığında yok olmaktadır. Terör örgütleri tarafından körpe dimağları zehirlenerek kalem tutacak ellerine silah verilmektedir. Diğer taraftan hak ettiği ilgi, eğitim ve desteği bulamayan çocuklar zararlı alışkanlıklara adım atabilmekte; eğlendirirken zehirleyen, sahte zaferlerle saatlerce meşgul eden bağımlılıklara maruz kalabilmektedir.

Yazının Devamı

TEDBİR ALMAK GİBİ AKIL YOKTUR

Hz. Muhammed (s.a.v) yarası olan bir adamı ziyaret etti ve “falanca oğullarının tabibini çağırın” dedi. Çağırdılar. Tabip geldi. Hasta (veya oradakiler), “Ey Allah’ın Elçisi! Tedavi fayda verir mi?” dediler. Hz. Peygamber, “Sübhanallah! Allah yeryüzüne şifasını yaratmadığı bir hastalık indirmiş midir?” buyurdu.”

Sevgili peygamberimiz insan hayatının en ciddi konularından biri olan sağlığa özel bir önem verdiği için hem kendi sağlığı, hem de arkadaşlarının sağlığıyla yakından ilgilenmiş ve devrinin bütün tedavi yöntemlerine başvurarak gerekli ilaçları kullanmıştır.

Canlı varlıkların hastalanma potansiyeline sahip olmaları tabiidir. Hele yaşadığımız çağ dikkate alınırsa, günümüz dünyasında hastalık riskinin her zaman ve her yerde mevcut olduğu söylenebilir. O halde yapılması gereken, hastalanmamak için gerekli tedbirleri almak, hastalanınca da tedavi olmaktır. Yazımın başında hatırlattığım hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz, yarası olan bir şahıs için tabip çağrılmasını istemekte, oradakilerin bunun faydalı olup olmayacağı konusundaki tereddütleri üzerine, hastalığı yaratan Allah’ın mutlaka şifasını da yarattığını bildirerek bu şifayı aramak için gerekli girişimlerin yapılmasını istemektedir.

Yazının Devamı

İBDET VE İLİM İÇ İÇE

Camiler asrısaadetten günümüze kadar temelde birer ibadet mekânı oldukları kadar aynı zamanda birer eğitim ve öğretim kurumu olma vasfını da taşımışlardır. Şam’ın İslam ordularınca fethedilmesiyle inşa edilen Emevi Camii, yapıldığı ilk günden itibaren İslam dünyasının önemli ilim merkezleri arasında yer almış, yüzyıllar boyunca da bu vasfını devam ettirmiştir. Bu şaheser cami, her daim âlimlerin uğrak yeri ve ilmî faaliyetlerini sürdürdüğü bir mekân olmuştur.

Mısır’ın fethinden hemen sonra inşa edilen Amr b. el-As Camii de İslam’ın nurunu ve ilmin ışığını yeryüzüne yayan camilerdendir. Bina edildiği günden itibaren İmam Şâfiî ve Taberi gibi büyük fakihlerin ders okuttuğu bu cami, günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Bağdat’ın fethinden sonra inşa edilen Mansur Camii, Abbasiler döneminde ilmin merkezi olan camilerden birisiydi.

Bunun yanı sıra Kudüs’teki el-Aksa ve Kubbetü’s-Sahra camileri tarih boyunca önemli birer eğitim müessesesi olarak hizmet vermişlerdir. Ünlü Maliki fakihi Ebu Bekir İbnü’l Arabi, Mescid-i Aksa’da yapılan ilmî münazaralardan detaylı olarak bahseder. İslam medeniyetini Avrupa kıtasına taşıyan Endülüs camileri de birer ilim merkeziydi. Özellikle Kurtuba, Gırnata camileri zamanın önemli ilim merkezleri arasında yer almaktaydı.

Yazının Devamı

NİÇİN UZAK DURUYORLAR

Asr-ı saadetten beri camiler sadece ibadet mekânı olarak düşünülmemiş, bilgi, hikmet ve irfan merkezleri olarak varlığını devam ettirmiştir. Medrese ile cami bir bütün olarak düşünülmüş, ilim ile ibadet birbirlerini tamamlayan iki unsur olarak kabul edilmiştir. İslam âlimlerinin önde gelenlerinden Hasan-ı Basrî, İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam Şâfî ve Ahmet bin Hanbel. İbn-i Hayyan, El-Hârizmî, El-Kindî, Zekeriyyâ er Râzî, El-Battanî, Farabî, İbn-i Heysem, El – Birunî vb… camileri birer ilim meclisi haline getirmişlerdir.

İslam tarihinin büyük medreseleri mescitlerin etrafında kurulmuş, cami ve üniversite iç içe gelişmiştir. Bu bağlamda Afrika’nın en büyük ve örnek camisi olan Fas’taki Karaviyyîn Camii ile beraber kurulan Karaviyyîn Üniversitesi insanlık tarihinin köklü eğitim merkezlerinden birisi olmuştur. Aynı şekilde Tunus’ta Zeytuniye Üniversitesi, Bağdat’ta Mansur Camii, İstanbul’da Süleymaniye ve Fatih Camii ve Külliyesi, cami ve ilim birlikteliğinin şaheser örneklerinden sadece birkaçıdır.

Müslümanlar her alanda insanlığa faydalı olacak çalışmalar yapmayı kulluk sorumluluğu kabul ederek kısa sürede din, matematik, tıp, felsefe, fizik, kimya, astronomi gibi ilmin bütün dallarında büyük bir müktesebat oluşturmuşlar, binlerce eser telif etmişler ve tarihe yön veren buluşlar gerçekleştirmişlerdir. Yine aynı bakışın tabiî sonucu olarak Müslümanlar, ilmi; hayatın içinde ve sosyal gerçekliklerden koparmadan, çağının meselelerini dikkate alan bir yaklaşımla ele almışlar, bilgiyi güç devşirmek için değil, insanlığın huzuru için kullanmışlardır.

Yazının Devamı

CAMİ VE İLİM

Kur’an-ı Kerim’de, yeryüzünde inşa edilen ilk mescit olarak Kâbe’den bahseden ayeti kerimede insanoğlu için hayatın başlangıcıyla caminin tarihinin kesiştiği gerçeği beyan edilerek önemli bir hakikate ve büyük bir hikmete dikkat çekilmektedir. “Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.” (Âl-i İmrân, 3/96) Bu bina putperestliğin yıkılıp tevhid inancının yerleşmesi için gönderilmiş olan İslam dininin sembolüdür. “Mekke’deki ev”den maksat Kâbe’dir. Bu ve başka birçok âyette Kâbe hakkında “ev” anlamına gelen “beyt” kelimesi kullanıldığından bu yapı “Beytullah” diye de anılır ki Türkçe’de “Allah’ın evi” anlamına gelmektedir. Bulunduğu il, ilçe, belde ve köylerde camiler, Kâbe’nin birer şubesidir. Kâbe nasıl ki yeryüzündeki Müslümanları bir araya getirirse, camiler de çevresindeki Müslümanları bir araya getirir onları manevi bir atmosferde Allah’ın rahmetine kavuşturup birlik ve dirliği sağlar.

Camilerimizi din görevlilerimizden ayrı düşünmek mümkün değildir. Çünkü günün beş vaktinde camide bulunan, zamanlarının çoğunu cami çevresinde geçiren din görevlilerimiz, adeta cami ile özdeşleşmişlerdir. Sadece camiye gelen cemaatle yetinmeyerek, çevresindeki hastalar, çocuklar, gençler, yetimler, öksüzler, muhtaçlarla da yakından ilgilenmişlerdir.

Camilerimiz dil, renk, ırk, makam, mevki farkı gözetmeden mümin gönülleri birleştirir, birliğimizi pekiştirir, imanımızı ve istiklalimizi simgeler. Minareleri tevhidin sembolü, ezanları şehadetin temeli, mihrap, kürsü ve minberleri hak ve hakikatin sesi, safları huzur ve güvenin teminatıdır. İslam tarihi boyunca şehirler cami merkezli planlanmıştır. Dolayısıyla, cami şehrin merkezini belirler, şehir caminin etrafında şekillenir. Bizler caminin değerleriyle kurulan bir medeniyetin varisleriyiz. Sadece ibadetlerimiz değil, tarihimiz, edebiyatımız ve kültürümüz camiyle iç içedir. Nitekim İstiklal mücadelemizin en önemli birleştirici merkezlerinden biri camilerimiz olmuştur. Aynı şekilde 15 Temmuz hain darbe girişiminde, minarelerinden yükselen salâlarıyla, camilerimizin ne kadar önemli olduğu açıkça görülmüştür.

Yazının Devamı

İLİM KENDİNİ BİLMEKTİR

Yunus Emre; “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin. Ya nice okumaktır” diyor. Hacı Bayrâm-ı Velî de; “Bayram özünü bildi. Bileni anda buldu. Bulan ol kendi oldu. Sen seni bil sen seni” diyerek insanın kendisini bilmesinin önemine işaret ediyor.

İnsan, yaratılış itibarıyla bilmeye, kendisine gizli görünenleri öğrenmeye meraklı bir yapıya sahiptir. Yaşanan yıllarla/zamanla ilgisi yoktur bilginin. Hz. Muhammet “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” Buyurmuş. Bu yüzden okumanın/öğrenmenin yaşı yoktur denmiştir. Bilmenin, öğrenmenin bir kuralı, bir hedefi olmalı. İnsanlığa faydası olmayan bilgiden yani faydasız ilimden sakınmak gerek. Hz. Muhammet’in bu minvalde bir duası vardır: “ Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.”

Edebiyatımızın önde gelen şairlerinden şair Nâbî, kendi çocuğunun şahsında bütün gençlere, insanlara bilginin önemi ile ilgili şöyle bir mesaj veriyor:

Yazının Devamı

TEDBİR, TEVEKKÜL VE TAKDİR

Covid-19 salgınında bulaş zincirinin kırılamaması sebepleri arasında takdir ve tevekkül anlayışımızın tedbir almamızı engellediği algısının doğru olmadığını gösterebilmek için bu üç temel kavramı izah etmeye çalışacağım. Yanlış takdir ve tevekkül anlayışı elbette böyle bir sonuç doğurabilir. Peşinen ifade edeyim ki doğru inanç ilkelerimize göre, ne tedbir tevekkülü elden bırakmayı, nede tevekkül tedbiri terk etmeği gerektirmez. Hiç kimse Hz. Muhammet efendimizden daha fazla tevekkül sahibi değildi, buna rağmen o, karşılaşılabilecek durumlar ve olaylar için alınabilecek tedbirleri almaktan asla geri durmazdı. Hiç kimse onun kadar tedbir ehli olmadığı halde o, takdire razı ve tevekkülün en güzeline sahipti.

TEDBİR

Sözlükte “düşünmek, işin sonunu düşünerek gereği gibi davranmak, iyi yönetmek” anlamına gelen tedbir; Türkçemizde “önlem” kelimesi ile ifade ediliyor. İnsanlar takdiri bilemedikleri için tedbir almakla sorumludurlar. Sevgili Peygamberimizin hicret yolu planında önce Medine’nin tam ters istikametinde bulunan Sevr dağına yönelmesi ne kadar tedbirli olduğuna güzel bir örnektir.

Yazının Devamı

ALLAH (C.C.) BİZİ GÖRÜYOR

Bir gün Allah Resûlü (s.a.s.) ashabıyla sohbet ederken bir adam çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçları simsiyahtı. Kimse onu tanımıyordu. Uzaktan gelmiş olmalıydı. Ama üzerinde hiçbir yolculuk belirtisi yoktu. Peygamberimizin yanına oturdu, “Ya Muhammed! Bana İslam’ı anlat” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “İslam, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik etmen; namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve eğer gücün yetiyorsa haccı yerine getirmendir.” Gelen kişi, “Doğru söyledin” dedi. Ashâb, adamın hem soru sorup hem de cevabı tasdik etmesine şaşırdı. Sonra adam, “Bana imanı anlat” dedi. Peygamberimiz, “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır” şeklinde cevap verdi. Adam yine, “Doğru söyledin” diye onayladı. Sonra da “Bana ihsanı anlat” dedi. Peygamberimiz, “İhsan, Allah’ı görüyormuşsun gibi O’na kulluk etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir” dedi. Sevgili Peygamberimiz olaya şahit olan Hz. Ömer’e şöyle buyurdu: “O, Cebrâil idi. Size dininizi öğretmeye gelmişti.” (Buhârî, Îmân, 37) Cuma namazlarında hutbenin sonunda okunan, “Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder …” ifadesiyle başlayan ayet-i kerimeyi (en-Nahl 16/90) sürekli dinleriz. Adaleti hepimiz biliriz de ihsan kavramının neyi ifade ettiğini hiç merak ettik mi?

Hadis-i şerifte iman ve İslam sorularından sonra ihsanın sorulması, İslam’ın tam olarak anlaşılması ve doğru bir şekilde yaşanabilmesinde ihsan bilincinin önemini göstermektedir. İhsan, öncelikle kişinin “Rab” makamına başka hiçbir şeyi layık görmeyerek kendisi ile Yaratıcı arasındaki derin saygı, bağlılık ve itaate dayanan ilişkiyi ifade etmektedir. İhsan ibadette huşu ve ihlastır. İbadeti sadece Allah’a has kılmaktır. İhsanın hayata yansıtılarak somutlaştırılması, rububiyet ve ubudiyetin en yalın tezahürü olan tevhit akidesini bütün yönleri ile kişinin hayatına aksettirmesi ile olur. İhsan, iyiliği kötülükten, adaleti zulümden, ihlası riyadan ayıran ve böylece kişiyi “muhsin” kılan en önemli erdem ve takva mertebesinin en önemli basamağıdır.

İhsan bilinci, günümüz dünyasının gerek bireysel ve gerekse toplumsal birçok sorununun çözüm kaynağıdır. Sosyal hayat, her yönüyle ihsan mertebesinde yaşansa, Kur’an ve sünnetin hedeflediği erdemli ve faziletli toplum oluşur. Bugün yeryüzünün iyiliğe, merhamete, ahlak ve hukuka her zamankinden daha fazla muhtaç olduğunu hepimiz kabul ederiz. Dünyada yaşanan ahlaki erozyon, kaybedilen huzur ve güven, insanoğlunun ihsan çizgisinden uzaklaşmasının tabii sonucudur. Yaratıcı yüce kudretin her an görüyor ve biliyor olduğu inancı insanlara davranışlarının görünmeyen yüzünün en az görünen kısmı kadar güzel olması gerektiğini her daim hatırlatır. İhsan bilinci insana sürekli kendi kendini denetim altında tutma şuuru geliştirir. Çünkü yaptığımız her şeyi gören ve bilen yüce bir kudret var. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz (c.c.), “Her nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir.” (Hadid Suresi, 4 ) buyurarak vicdanlarımıza bu şuuru yerleştirmek ister. Sevgili Peygamberimiz de (sas), “Kişinin nerede olursa olsun Allah’ın kendisiyle beraber olduğunu bilmesi, imanın en üstün mertebesindendir.” buyurmuştur. Bizden istenen hayatı ihsan kıvamında yaşayabilme idrak ve şuurunu kazanarak bu şuurla yaşamaktır.

Yazının Devamı

MİLENYUM ÇOCUKLARININ EĞİTİMİ

Eğitim; beşikten mezara kadar süren, aileden başlayarak okullar ve sonrasında birlikte olduğumuz bir kavramdır. Düşünce ve davranış şekillerini değiştiren, geliştiren bir süreçtir. İnsanı daha iyiye, daha güzele, daha yararlıya ulaştıran bir olgudur. İlk vahyi “Oku” diye başlayan bir dinin mensuplarıyız. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerif kaynaklarımızda ilim ve eğitim ile çok sayıda ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır.

– “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer: 9. )

– “İlim her kadın ve erkek üzerine farzdır.” ( İbni Mace, Mukaddime )

Yazının Devamı

ULÛHİYET VASIFLARI

Kısa bir cümle olmasına rağmen Allah’ın tekliğini ifade eden kelime-i tevhit, özü itibariyle derin bir muhtevaya sahiptir. Kelime-i tevhit genellikle sadece insanın dış dünyasında ulûhiyet iddia edilen varlıkların reddini konu edinen bir cümle olarak anlaşılır. Ancak dışta yer alan ilahların asıl itibariyle insan nefsinde bulunan heva ve heveslerin dışa yansıması olduğu unutulmamalıdır.

Putlaştırılan her bir ilahın ilahlığı özü itibariyle kendisine değil, ona ulûhiyet yüklemesi yapan bir bilince dayanır. Dolayısıyla asıl put, insanın dışında değil içindedir. Bu bağlamda kelime-i tevhitte ifade edilen reddin, dilden zihne, zihinden kalbe doğru giden süreçte en önemli niteliği, karşılaşılması muhtemel ilahların tümünü ortadan kaldırabilecek bir bilinç oluşturma gücüne sahip olmasıdır.

Şayet kelime-i tevhit ifadesi Müslümanda böyle bir bilinç oluşturma gücüne sahip değilse, buradaki temel sorun, tevhidin dilden zihne ve kalbe bir yol bulamamış olmasıdır. Doğru ve sahih bir ulûhiyet anlayışı ve inancı için tevhidin dilden zihne ve kalbe bir yol bularak zihne yerleşmesi gerekir.

Yazının Devamı

LÂ İLÂHE İLLALLAH

Tevhit inancı İslam dinin esasını teşkil eder. İslâm dinine girmek isteyen kimsenin yapması

gereken ilk şey kelime-i tevhidi içtenlikle benimsemesidir. Kelime-i tevhit tabiri Allah’tan

başka ilahın bulunmadığını ifade eden cümlenin adıdır.

Yazının Devamı

YA RABBİ

Rab kelimesi yüce dinimizin en temel kavramlarından biridir. Arapça’da yerine göre değişik anlamlar ifade eder. Bazen mâlik, seyyid, idare eden, bazen terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren anlamına kullanılmıştır. Mâlik “evreni yaratan ve yöneten”, seyyid “hâkimiyetinde dengi ve benzeri olmayan”, muslih de “lutfettiği nimetler vasıtasıyla yaratılmışların halini düzeltip geliştiren” demektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Rab kelimesi 962 yerde Allah’a doğrudan nisbet edilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “rbb” md.). Bu kullanımların çoğunda Allah’ın azameti, aşkınlığı, lutufkârlığı, bağışlayıcılığı, şefkat ve merhameti, rızık verici, yol gösterici, yardım edici ve koruyucu oluşu ifade edilmektedir. Çeşitli hadislerde Rab “sahip” anlamıyla, ayrıca Allah’ın ismi olarak kullanılmıştır. Ezanın ardından, “Ey bu yetkin davetin ve kesintisiz devam eden namaz ve niyazın sahibi Allahım!” diye başlayan dua onlardan biridir

Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî isim olarak Allah lafzından sonra en çok kullanılan kelime Rab’dir. Ayetlerdeki konumundan anlaşılacağı üzere bu ismin içerdiği şefkat, merhamet ve geliştirerek yaşatma fonksiyonları (rubûbiyyet), peygamberlerden inkarcılara kadar bütün şuurlu canlıları ve evrendeki diğer varlıkları kuşatmaktadır. Bazı esmâ-i hüsnâ kitaplarında ve Kur’an tefsirlerinin özellikle Fâtiha sûresinde Rab ismi hakkında geniş bilgi verilir. ( Fatiha Suresinin tefsiri okunmalıdır. ) Bu konuda müstakil çalışmalar da yapılmıştır. Bakınız Bekir Topaloğlu, “Esmâ-i Hüsnâ”, DİA, XI, 407-408.

Yazının Devamı

YAKINLAŞMAK

Kurban yaklaşmak, yakınlaşmak, yakın olmak anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak da, “Kurban Bayramı günlerinde ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.”

Kurban kesmek; sadece kan akıtmak değildir. Kanla birlikte beynimizdeki, gönlümüzdeki İslam’a aykırı bütün duygu ve düşüncelerin kurban için açılan çukura gömmek, Müslümanların iman ve İslam basamaklarını aşıp ihsan mertebesine yükselebilmeleridir.

Kurban yakınlaşmaktır.

Yazının Devamı

YAKINLAŞMAK

Kurban yaklaşmak, yakınlaşmak, yakın olmak anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak da, “Kurban Bayramı günlerinde ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.”

Kurban kesmek; sadece kan akıtmak değildir. Kanla birlikte beynimizdeki, gönlümüzdeki İslam’a aykırı bütün duygu ve düşüncelerin kurban için açılan çukura gömmek, Müslümanların iman ve İslam basamaklarını aşıp ihsan mertebesine yükselebilmeleridir.

Kurban yakınlaşmaktır.

Yazının Devamı

HAKKA HUKUKA VE VİCDANA UYGUNDUR

Yaklaşık 1500 yıl önce manastır ( kendilerini dine adamış rahiplerin ve rahibelerin dünya ile ilgilerini keserek yaşadıkları yapı ) olarak inşa edilen Ayasofya, Hristiyanlar ve Müslümanlarca kutsal bir mekân olarak görülür. Osmanlı Devleti’nin 1453’te İstanbul’u almasının ardından Fatih Sultan Mehmet tarafından şehrin en büyük mabedi olan Hagia Sophia Kilisesini Ayasofya-i Kebir Camii adıyla fethin sembolü olarak camiye çevirmiş ve ilk cuma namazı da burada kılınmıştı. Fatih Sultan Mehmet Büyük Ayasofya Camisini tüm Müslümanlar için vakfetmiştir. 65 metre uzunluğunda, ceylan derisi üzerine yazılı 5,5 asırlık Ayasofya Vakfiyesi, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivlerinde özenle korunmaktadır. Ayasofya 1934 yılına kadar cami olarak inananlara hizmet etmiş, 24 Kasım 1934’ te zamanın Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülerek 1 Şubat 1935’ te müze olarak ziyarete açılmıştır.

Ayasofya’nın tekrar cami olma süreci ilk olarak 2005 yılında başladı. O yıl yargıya taşınan olay Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedildi. 2016’da tekrar açılan dava da Haziran 2018’de açıklanan karar ile aynı şekilde sonuçsuz kaldı. Temmuz 2016’da Ayasofya Müzesi’nde düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah namazı ezanı okundu. Ekim 2016’da Müze’nin ibadete açık olan bölümü Hünkâr Kasrı’na Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun yıllardan sonra ilk kez asaleten imam atandı. Ekim 2016’dan itibaren Hünkâr Kasrı bölümünde vakit namazlar kılınmaya ve minarelerinden Sultanahmet Camii ile 5 vakit çifte ezan okunmaya başlandı.

29 Mayıs 2020 tarihinde İstanbul’un Fethinin 567. yıl dönümünde Fetih Suresi okundu. Bu gelişmelerin ardından Ayasofya’nın cami olma süreci tekrar gündeme geldi. Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’nin “Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali” istemiyle Danıştay’da dava açması üzerine 2 Temmuz 2020 tarihinde duruşma gerçekleştirildi ve 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını “Ayasofya’nın vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığını” belirterek iptal etti.

Yazının Devamı

UNUTMA! UNUTTURMA!

Uzun tarihi süreçte pek çok darbe ve hıyanete maruz kalan yüce milletimiz 15 Temmuz 2016 gecesi bir kez daha hayâsız bir darbe girişimine maruz kalmış, Allah’ın inayeti ile bu büyük tehlike bertaraf edilmiştir. Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. 15 Temmuz, devletimizin bekasını hedef alan ve müstevli emellere sahip dahili ve harici düşmanların piyonlarının tezgahlayıp uygulamaya kalkıştığı bir ihanet hareketidir. Birçok şer odağının piyonu alarak palazlanan FETÖ/PDY Örgütü sinsi planlarını o gece uygulamaya kalkışarak gerçek yüzünü deşifre etmiştir.

15 Temmuz bizlere göstermiştir ki, hiçbir güç Allah aşkı ve vatan sevgisiyle dolu yüreklerden daha üstün değildir. Aklını, idrakini, iz’anını ve vicdanını ihanet odaklarına kiralayanlar, kendi girdaplarında boğulmuşlardır. Her kim vatanın, milletin, mazlumun, mağdurun ve muhacirin yanındaysa Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve inayeti de onun yanında olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in beyanı açıktır: “Sakın üzülmeyin ve gevşemeyin, eğer inanıyorsanız üstün olan, en yüce olan sizsiniz.” (Âl-i İmran, 3/139.)

Bugün daha iyi görüyor ve anlıyoruz ki, kendilerine din-i mübin-i İslam’dan meşruiyet zemini üreten gafiller, hainler emellerine ulaşabilmek için Allah’ın kelamını çıkarlarına göre tevil etmişlerdir. Bu hainlere “Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.” denildiğinde asrı saadetteki münafıklar gibi “Aksine biz ıslah ediyoruz.” diyerek yüzlerini maskelemişler ve böylece ümmeti kandırmışlardır.

Yazının Devamı

SEN SAHİP OLURSAN

Vatan; milli ve dini değerlerin özgürce yaşandığı bir coğrafyadır. Bu coğrafya ilk bakışta bir kara parçasıdır ama bu kara parçası tehlikeye girdiği zaman canla, kanla müdafaa edilir. İşte o zaman bu cansız coğrafya, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış canlı bir vatan olur. Vatan konusunda şairlerimizden Mithat Cemal Kuntay; “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” Diyor. Orhan Şaik Gökyay da “Her taşı bir yakut olan bu vatan, Can verme sırrına erenlerindir.” Der. Mehmet Akif Ersoy ise “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda, Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diyor.

Vatanı savunmak için gerektiğinde insanları severek ölüme götüren yüce duygulardan biri de şehadet duygusudur. Dinimizde en yüce makamlardan biri ‘ Şehitlik Makamıdır.’ Bu yüce değer bizim tarihimizde, zaferlerin kazanılmasında en büyük etkenlerden biri olmuştur. Şehitler ve gaziler sayesinde bugün biz vatanımızda hür yaşamaktayız.

Birlik ve beraberlik gibi ortak ideal ve hedefler gerçekleşince insan toplulukları millet haline gelir. Kitle, kalabalık olmaktan çıkar. Nesiller mensup olduğu bir millete ve üzerinde yaşamakta iftihar ettiği bir vatana sahip olur.

Yazının Devamı

İBADETLERİN FERDİ VE TOPLUMSAL FAYDALARI

Bilindiği üzere her dinde varlığına inanılıp bağlanılan, sevgi ve tazimle teslim olunan kudret sahibi yüce bir Varlığa ( ki biz İlah, Allah, Rab, Ma’bud deriz ) karşı yerine getirmekle sorumlu hissedilen fiil ve davranışlara ibadet diyoruz. Sözlükte “boyun eğme, alçak gönüllülük, itaat, kulluk, tapma, tapınma” anlamlarına gelen ibadet, dinî bir terim olarak; “ insanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışlar” için kullanılır.

İslâmî literatürde genellikle bu tür davranış biçimleri için ubudiyet ve ubûdet terimlerine de yer verilmiştir. İbadette belirli davranış şekilleri öne çıkarken, ubudiyette ahlâkî ve manevi öz ağır basmaktadır. İbadet, Allah’a saygı ile boyun eğmenin ve emirlerine itaatin en yüksek derecesidir. Böyle bir saygı yalnız Allah’a yapılır. Çünkü bizi yaratan ve çeşitli nimetler vererek yaşatan O’dur. Öyle ise saygı ve itaatin en yüksek derecesi olan ibadet, varlığımızı bütünüyle kendisine borçlu olduğumuz yüce Allah’ın kulları üzerindeki bir hakkıdır.

Dinin ameli yönüne dahil olan ibadet hayatı her şeyden önce sağlıklı ve ideal bir dini hayat için zaruridir. Zira din, insanın içinden gelen aşk, tazim ve güvenle Allah’ a, O’nun koyduğu prensip ve gayelere bütün varlığıyla bağlanmayı öğütleyen bir olgudur. Yüce Yaratıcının kulları üzerindeki hakkı diye tanımlanan “ibadet” aynı zamanda insanın yaratılış gayesini de ifade etmektedir.

Yazının Devamı

KURBANLA İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR VE CEVAPLARI

Kredi kartıyla kurban satın almak caiz midir?

Kurban kesmekle mükellef olan şahıs, kurbanlık hayvanı nakit olarak alabileceği gibi kredi kartıyla tek çekim veya vadeli olarak da alabilir. Bu bağlamda bedelin kredi kartıyla ödenmesi kurbanın sıhhatine engel teşkil etmez. Ancak kredi kartı borcunu, ödeme tarihinde ödemek ve gecikmeden kaynaklanan faizli işleme düşmemek gerekir.

Banka kredisiyle kurban kesilebilir mi?

Yazının Devamı

KURBANLA İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR VE CEVAPLARI

Zengin olan karı-kocadan her birinin kurban kesmesi gerekir mi?

İbadetlerde sorumluluk bireyseldir. Bu nedenle, dinen zengin olan karı-kocadan her birinin ayrı ayrı kurban kesmesi gerekir.

Kurbanlık hayvanlardan hangileri ortak olarak kesilebilir?

Yazının Devamı

KURBAN ALIRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Sözlükte yaklaşmak, Allaha yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban, dinî bir terim olarak, Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasına ermek için ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder. Kurban Bayramında kesilen kurbana udhiye, hacda kesilen kurbana ise hedy denir.

Kurbanın hükmü nedir? Hanefî mezhebinde tercih edilen görüş, udhiye kurbanı kesmek vacip, diğer mezheplerde (Şafii/Maliki/Hanbeli) sünnettir.

Kimler kurban kesmekle yükümlüdür? Akıllı, ergen, dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve mukim olan her Müslüman kurban kesmekle yükümlüdür. Bu özelliklerin hepsine sahip olan kişi Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu nimetlere şükran ifadesi ve Allah yolunda fedakârlığın nişanesi olarak kurban kesmelidir.

Yazının Devamı

YENİ NORMAL ASLINDA ANORMAL

Korona virüs salgınından sonra gündemimize yerleşen bazı kavramları oldu. Bunlarda birisi belki en meşhuru “yeni normal” kavramıdır. Sağlık Bakanımız Sayın Fahrettin Koca bir konuşmasında “Esasında normale dönmüyoruz. Yeni hayatın normallerini oluşturuyoruz. Yeni normal için büyük bir motivasyon ve sağduyu göstermeliyiz…” demişti. Son zamanlarda şu ifadeyi de sıkça duymaya başladık: “Covid-19 salgını sonrası hayat asla eskisi gibi olmayacak…” Evet bu salgın pek çok şeyimizi değiştirdi ve değiştirmeye devam ediyor. Alışkanlıklarımız, iş yapma biçimlerimiz, hayata bakış açımız hatta ibadet hayatımız. Kısaca bu geçici dönemde eski normaller gidecek, yeni normaller gelecek.

Hiç merak ettiniz mi nedir yeni normal. Bu yeni normal eskiden de normal mi idi? Normal kelimesi Latince normalis “gönyeli, ölçüye uygun” sözcüğünden Fransızcaya normale “kurala uygun, kurallı” anlamı ile geçmiş, bize de oradan gelmiştir. “Normal” ile “Anormal” olanın ayırt edilmesi, tarih boyunca farklı kriterler kullanılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Normal kelimesi çeşitli bilim dallarında farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Bu kelime Osmanlıda kanun, usul ve adetlere uygun olan anlamlarında kullanılmıştır. Normal ve anormal kabullerin kültürden kültüre de farklı algılandığı bilinmektedir. Örneğin bir toplumda “erkeklerin küpe takması” (çoğunluk küpe takmadığı için) anormal bir davranışken, diğer toplumda erkeklerin küpe takması (çoğunluk küpe taktığı için) normal bir davranış olarak kabul edilmektedir. Bir toplumdaki insanların “çoğunluğunun” benimsediği duygu, düşünce ve davranışları “normal” kabul eden bu yaklaşımı olduğu gibi kabul etmemiz mümkün değildir. Hz. Lût aleyhisselam eşcinselliğin “istatistiksel olarak normal” kabul edilebilecek düzeyde yaygın olduğu bir toplumda, bu tür ilişkilerin yanlışlığını vurguladığı için o toplum içinde “anormal” kabul edilmişti. Tarih boyunca bazı toplumlar sahip oldukları gerçeklik anlayışlarına muhalif olmaları sebebiyle, kendilerine gönderilen peygamberleri “hezeyan sahibi, anormal insanlar”, olarak kabul etmişler, ve bu peygamberlerin aktardığı gerçeklik anlayışını ve bu anlayışa bağlı olarak ortaya çıkan duygu, düşünce ve davranış ve yaşayış biçimini “anormal” olarak nitelendirmişlerdir. 2

Yazının Devamı