Fahri Sağlık

Fahri Sağlık

Kurbanla İlgili Sıkça Sorulan Sorular: ( 3 )

Yüce dinimiz kişilerin meşru islerle uğraşmalarını ve geçimlerini helal yollardan elde etmelerini emreder. Bu sebeple gayrimeşru yolla elde edilen para o kişinin malı sayılmadığı gibi onu kullanması da caiz olmaz. Dolayısıyla böyle bir para ile kurban kesmek uygun değildir.

Kurban kesme niyetiyle hayvan almış fakat kurban bayramı günlerinde kurbanını kesememiş̧ fakir kimse, bu hayvanı canlı olarak tasadduk eder. Bayram günlerinde kurban kesemeyen zengin kimsenin ise, kurbanlık satın alıp almadığı dikkate alınmaksızın bir kurbanlık hayvanın kıymetini yoksullara sadaka olarak vermesi gerekir.

Kurban kesiminde önemli olan hayvan kesme becerisine sahip birisi tarafından belirli günlerde şartlarına uygun olarak kesilmesidir. Bu itibarla söz konusu beceriye sahip olan kadınlar da kurban kesebilir.

Yazının Devamı

Kurbanla İlgili Sıkça Sorulan Sorular: ( 2 )

Kurban, zorunlu ihtiyaçları ve borçları dışında belirli (nisap) miktarda mala sahip olan kişiye vaciptir. Hz. Peygamber (s.a.v.) imkân bulduğu halde kurban kesmeyenlerle ilgili ağır ifadeler taşıyan hadisiyle, bir taraftan kurban ibadetinin güç yetirmeye bağlı olduğunu ifade ederken, bir yandan da güç yetirenin kurban kesmesinin gerektiğine işaret etmektedir. Buna göre kurban ibadetiyle yükümlü̈ olabilmek için belli bir mali imkâna sahip olmak gerekir ki, bunun ölçüsü de kişinin temel ihtiyaçları ve borçlarından başka 80.18 gram altına ya da bunun değerinde para veya mala sahip olmasıdır. Kişinin malı olmakla birlikte borcu da olsa ve borcu ile asli ihtiyaçları çıktıktan sonra nisap miktarı malı kalsa o kişi kurban keser. Fakat temel ihtiyaçları ve borçları için ayıracağı para haricinde nisap miktarı kadar bir mala sahip olmayan kişinin kurban kesmesi üzerine vacip değildir.

Dinimizde aile fertleri arasında mülkiyetin şahsiliği ve dolayısıyla mal ayrılığı esası vardır. Bir aile içinde karı, koca ve çocuklardan her birinin malları ayrı ayrı belirlenmişse o mallar kendilerine aittir. Bu itibarla aile fertlerinden karı, koca ve yetişkin çocuklardan kimin borcu ve temel ihtiyaçları dışında artıcı olup olmadığına ve üzerinden bir yıl geçip geçmediğine bakılmaksızın 80.18 gram altını ya da bunun değerinde parası veya malı varsa o kimse zengin sayılır. Bu durumda aile fertlerinden dinen zengin sayılan her biri, fitre vermekle mükellef olduğu gibi kurban kesmekle de yükümlüdür.

Oğlu veya başkası tarafından kendisine bağış̧ yapılan kimse bu paranın sahibidir. Bağışlanan bu parayı dilediği gibi harcayabilir. İster başka ihtiyaçları için sarf eder, isterse kurbanlık alıp kesebilir. Kesilen bu hayvan, kurban yerine geçer.

Yazının Devamı

Kurbanla İlgili Sıkça Sorulan Sorular: ( 1 )

Sözlükte yaklaşmak, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban, dinî bir terim olarak, ibâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı, kurban bayramı günlerinde usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.

Akıllı, hür, mukim ve dini ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilâhî rızayı kazanmak gayesiyle kurbanını keser. Böylece hem maddi durumu yetersiz olup kurban kesemeyenlere bir şekilde yardımda bulunmuş, hem de Cenab-ı Hakk’a, yaklaşmış olur.

Kurban ibadeti, İslam toplumlarının şiarı sayılan ibadetlerden biri olarak asırlardan beri devam ede gelmektedir. Ayrıca kurban, bir Müslüman’ın gerektiğinde bütün varlığını Allah yolunda feda etmeye hazır olduğunun da bir nişanesidir.

Yazının Devamı

Yine Mucize Bekledik Ama...

Çoğu kez umutlarımızın gerçekleşmesi için mecazen mucize terimini kullanarak pembe hayaller kurar, mucizeler bekleriz ama çoğu kez beklentilerimiz gerçekleşmez. Çünkü hayallerimizin gerçekleşmesi için dökmemiz gereken alın teri ve göz nurunu çoğu kez ihmal ederiz. Avrupa Futbol Turnuvasında milli takımızdan beklentilerimiz de böyle oldu. Yine mucize bekledik ama olmadı.

Kavram kargaşasına maruz bıraktığımız mucize kelimesi sözlükte “aciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay” anlamlarına gelir. Terim olarak Peygamberlik iddiasında bulunan zattan insanların benzerini meydana getirmekten aciz kalacakları harikulâde olaylara denir. Mucizenin asıl maksadı, Peygamberin nübüvvet davasını ispat etmektir. Herhangi bir olayın mucize olabilmesi için onun Peygamberlik görevi verilmiş bir kimsenin elinde zuhur etmesi gerekir. Mucize gerçekte Allah’ın fiilidir, “Peygamber mucizesi” denilmesi de mecazidir. Peygamberlere bahşedilen mucizeler, bir yönüyle imanın temel esaslarından olan nübüvvetle, diğer yönüyle de vahiy ile alâkalıdır. Dolayısıyla mucizeye inanmak gerekir. “ Onlar hâlâ, “Rabbinden ona bazı mucizeler indirilmeli değil miydi?” diyorlar. De ki: “Mucizeler yalnız Allah’ın katındadır; ben sadece bir uyarıcıyım.” (Ankebût, 29/50 ) Sürekli gözlemlediğimiz ve bu nedenle değişmez sandığımız evren ile ilgili kanunları koyan yüce Allah’tır ve O, bu kanunları dilediği zaman, Peygamberleri vasıtasıyla değiştirebilir. İşte bu değişiklik bir mucizedir. Bu durumda mucizenin vukuu için akli bir engel yoktur. Aksine akıl, mucizenin meydana gelmesini nakilden ( ayet ve hadisler ) aldığı bilgilerle kabul eder.

İslam alimleri Hz. Muhammet’in (s.a.v.) nübüvveti esnasında ortaya koyduğu mucizeleri, akli, hissi ve haberi olmak üzere üç grupta incelemişlerdir. Akli mucizeye en büyük örnek Kur’an’dır. Çünkü Kur’an her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk veren, başkalarının benzerini meydana getirmekten aciz kaldıkları büyük bir mucizedir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara, 2/23) Hz. Peygamber (s.a.v.) de Kur’an’ın en büyük mucize olduğunu şöyle ifade etmiştir:

Yazının Devamı

Şükür Kavuşturana

Hoş geldin rahmet, mağfiret ve kurtuluş ayı.

Hoş geldin Kur’an ayı.

Hoş geldin bereket ayı.

Yazının Devamı

Allaha Ismarladık

46 yıl önce 1975 yılında Kocaeli- İzmit Eşme Merkez Camii İmam- Hatibi olarak başladığım (dört yıl Yüksek İslam Enstitüsü eğitimi süresince ara verdim) ve fiilen 42 yıl görev yaptığım devlet memurluğundan yaş haddi nedeniyle 05 Şubat 2021 tarihi itibariyle inşallah emekli olacağım.

Bu süre içerisinde yedi farklı pozisyonda çalıştım. ( İmam-Hatip “İzmit Eşme Köyü”, İ.H.L. Meslek Ders. Öğretmeni “Alaşehir ve Oltu”, Arap Dili ve Edebiyatı Araştırma Görevlisi “KuveytF Üniversitesi”, Şube Müdürü “Kocaeli İl Müftülüğü”, Vaiz “İstanbul İl Müftülüğü”, Müftü “Hamur, Kandıra, Fatih, Büyükçekmece ve Karesi”, Din Hizmetleri Müşaviri “Bişkek ve Moskova”

09.09.2014 yılında başladığım Balıkesir Karesi İlçe Müftülüğü görev sürem içerisinde siz değerli Balıkesir halkı, bürokrasisi, sivil toplum kuruluşları ve din görevlisi arkadaşlarım ile uyumlu ve huzurlu bir görev ifa ettiğimi gönül rahatlığı ile söylemek isterim.

Yazının Devamı

Umutlarımız Gerçekleşsin İnşallah

Geçen haftaki yazımda her yeni yıla yeni umutlarla gireriz demiştim. Herkesin umutları farklı farklıdır elbette. 2020 yılının bu son günlerinde insanımızın umutlarının ortak paydaları üzerinde kısa değerlendirmeler yapmak istiyorum.

Ortak umutlarından birisi bu yıl dünyayı kasıp kavuran korona virüs illetinden bir an önce kurtulup eski normallerimize dönmektir. 2021 yılı için bu en temel umudumuzun en kısa sürede gerçekleşmesini diliyorum. Geleceğimize ışık tutabilmesi açısından bu illetten gerekli dersleri çıkarıp dünya ve ahirete bakış açımızı yenileyebildiğimizi umuyorum. Örneğin ben gördüklerime inanırım, görmediğim şeyler beni ilgilendirmez diyemeyeceğimizi, dinimizdeki tevekkül anlayışını doğru anlayıp üzerimize düşen bütün görevleri yerine getirdikten sonra işlerin sonucunu Allah’a bırakmamız, her şeyi semadan bekleme yanılgısından kurtulmamız gerektiğini, kendi ellerimizle bozduğumuz dünya-ahiret dengesini acilen düzeltmeye mecbur olduğumuzu, temizliğin sadece imanın değil, sağlığın da vazgeçilmezlerinden biri olduğunu, duaya ne kadar muhtaç olduğumuzu ve duanın ne büyük bir güç olduğunu, yüce Allah’ın kâinat için koyduğu nizam ile kavga edilmemesi ona uyum sağlanması gereğini zihinlerimize yerleştirdiğimizi de umuyorum.

Atalarımız “ Tedbirde kusuru olan takdire bahane bulur.” demişler. Bu korona virüs belasından bir an önce kurtulabilmemiz için başta devletimizin aldığı tedbirlere tam olarak uyuyor, üzerimize düşen görevleri yerine getiriyor muyuz? Tedbir bizden takdir Allah‘tandır diyebiliyor muyuz? Bu cennet vatanda yaşayan bireyler olarak hepimiz en zayıf halkamız kadar güçlü bir zincir olduğumuzu unutmadan devletimizin tüm tedbir ve tavsiyelerine tam olarak uyuyoruzdur inşallah.

Yazının Devamı

Yeni Yıl Yeni Umutlar

Her yeni yıl başarının, güzelliğin, mutluluğun ümit edildiği, daha müreffeh bir hayata ulaşma yolunda yeni umut ve beklentilerin oluştuğu bir zaman dilimidir. Umutlarımızı ve heyecanımızı canlı tutarak hep birlikte yeni bir yıla giriyoruz.

Her yeni yıla girerken geride bıraktığımız yılın genel bir muhasebesinin yapılması gerekir. İşin aslı gerçek anlamda bir yılbaşı muhasebesi yapmaktan kaçınırız. Çünkü insanın en çok zorlandığı şeylerden biridir kendini yargılamak. İnsan yaptığı her işin, söylediği her sözün kendince haklı bir gerekçesini üretir. Kendi hatasını görmeyi pek kabul etmez. O kendince hep doğru, hep haklıdır. Ya diğerleri. Onları yargılamak konusunda zorlanmaz. Kolayca sıralayıverir cümlelerini.

Bu bağlamda Cengiz Numanoğlu’nun “Ne bir savcı kalırdı ne bir yargıç ne yasa; şu insanoğlu önce kendini yargılasa” sözünde olduğu gibi kendimizi yargılamayı başarabilirsek, başkalarını yargılamaya belki ihtiyaç duymayız. Hayatımızı yaşadıklarımızdan, deneyimlerimizden ders alarak yeniden şekillendirmeye çalışmalıyız. Çevremizle kurduğumuz iletişimimize de yansıyacaktır bu durum. Kendimizi yargılarsak, başkalarını yargılamaktan vazgeçeceğiz.

Yazının Devamı

Kur’an-ı Kerim

Kur’an-ı-Kerim Yüce Allah tarafından Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) aracılığı ile insanlığa gönderilen son ilahi kitaptır. Gayesi insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. Kur’an-ı okumaktan maksat onu anlamak, anlamaktan maksat da ona uymak, hükümleri ile amel etmek, gösterdiği yoldan yürümek, hâsılı Kur’an’ı yaşamaktır.

Kur’an-ı Kerîm’in yüce Alla tarafından Hz. Muhammed’e lafzen ve manen vahiy edildiği Müslümanlar tarafından ittifakla kabul edilen bir husustur. ” Sen bundan önce ne bir kitap okuyabiliyor ne de onu kendi elinle yazabiliyordun. Öyle olsaydı gerçeği çürütmeye çalışanlar kuşkuya düşerlerdi.” (Ankebût sûresi, 48) ayeti ile uyarılmalarına rağmen insanoğlu yine de kuşkuya düştü. Hz. Muhammed’in Kur’an’ı kendisinin yazdığını iddia ettiler. Hz. Muhammed ömrünü, kendisinin ilâhî bir vazife ile gelişini kabul etmeyen insanlarla, kavimlerle mücadele ile geçirdi, herkesi âciz bırakan ve dehşete düşüren bir kitapla geldi. Bu kitap, eşsiz bir belagat ve ikna edici delillerle gelmiş, ilim ve felsefe alanına girmiş, tıp, tabiat, arz ve semanın oluş kanunlarının sırlarından bahsetmiştir. Yine onda, eski asırların ve geçmiş milletlerin tarihleri bahis konusu edilmiştir. Zamanının ilim, fen ve edebi sanatlarından hiç birine vâkıf olmayan bir zattan, her yönü ile mükemmel bir eserin zuhuru, elbette bir mucizedir. Hz. Muhammed’in en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerimdir.

Kur’an-ı Kerîm, hangi yönden incelenirse incelensin, insanoğlunun onun gibi bir eser meydana getiremeyeceğini iddia ederek bu konuda insanlığa adeta meydan okumuştur. Bu iddiaya karşı geçmişte bazı cüretkarlıklar ortaya çıkıp, Kur’an’a nazire yapmak istemişlerse de, bunların gayretleri acizliklerini itiraf etmekle sonuçlanmıştır.

Yazının Devamı

Fala İnanma Falsız Kalma!

Bugün en çok tartışılan konulardan birisi astrolojidir. Sizde astrolojik yorumların kaynağını merak etmişsinizdir. En sonunda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Astroloji hemen hemen insanlık tarihi kadar eski bir kehanet sistemidir. Astroloji, “Halk arasında yıldız falı, burç falı gibi inanışları konu edinen, güneş, ay ve yıldız gibi gök cisimlerinin oluşum ve özelliklerinin dünya üzerindeki olayların hayır ve şer niteliği kazanmasına ve insanın geleceğine etkilerini konu alan bir uğraştır.” (İlmihal, ISAM (Türkiye Diyanet Vakfı İslâmî Araştırmalar Merkezi), Hazırlayan: Heyet, lst.2000, 11/149) Yıldızların yer olayları üzerindeki etkisini belirtmeye ve bu etkileri göz önünde tutarak geleceği önceden bildirmeye dayanan falcılık ve kehanet sanatıdır.

İslam, Allah’ın yıldızların, insanlar üzerinde onların kaderlerini şekillendirici bir etkisinin olabileceği yolundaki inancın önünü daha baştan kesmekte ve astrolojik değerlendirmeler içinde kendini gösteren bu tür yaklaşımlara geçit vermemektedir. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki gaybı bilmek yalnızca Allah’a aittir. Olaya bu temel prensipten baktığımız zaman günümüzde yapılan pek çok astrolojik yorumun, gayba ait bilgiler verme iddiası taşıması nedeniyle, gaybden haber verme kapsamında değerlendirilebileceği aşikârdır. Evet gayb bilgisi yalnızca Allah’a aittir. Allah’tan başka kimse gaybı bilemez.

İslâm dini, falcılık, kehanet, sihirbazlık, medyumluk ve benzeri faaliyetleri şiddetle yasaklamıştır. Bu bakımdan astroloji İslâm âlimlerinin uygun görmediği bir ilgi ve uğraş alanıdır. İslam dini bu işlerle uğraşanlara bir şeyler danışmayı, onların yönlendirmelerine göre hareket etmeyi, onların bu konularda söylediklerini onaylamayı asla tasvip etmez. Bu bakımdan Müslümanların astrologların yorumlarına ilgi göstermemesi, bunlardan uzak durması gerekir.

Yazının Devamı

Bir Gün Değil Her Gün

Bir Gün Değil Her Gün

Engellilerin sorunlarına dikkat çekmek ve onları daha iyi anlayabilmek için 1992 yılında Birleşmiş Milletler tarafından alınan kararla 3 Aralık, ‘Uluslararası Engelliler Günü’ olarak ilan edildi.

Engellilik doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yetkilerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, normal yaşamın gereklerine uyamama olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü gelişmiş ülkelerde nüfusun %10’unu, gelişmekte olan ülkelerde ise %12’sini engellilerin oluşturduğunu kabul etmektedir. Buna göre dünyada yaklaşık 500 Milyon engelli bulunmaktadır.

Yazının Devamı

Çocuk Eğitimi

Çocuk Eğitimi

Biran önce kurtulmaya çalıştığımız korona virüs bizlere iyi bir anne-baba olmamızın yanında iyi bir öğretmen olmamız gerektiğini de öğretti. Çocuklarımızın ilk öğretmeni zaten bizdik ama, bu görevimizi okullara, camilere ve Kur’an Kurslarına devretmiştik. Şimdi çocuklarımızla bu alanda da baş başayız. Çocuklarımızı en iyi şekilde eğitmek, eğitirken yanlış metotlara yönelmemek omuzlarımızdaki en büyük yük. Özellikle anneler bu yükü kaldırabilmek için çok büyük çaba sarf ediyorlar. Bu konuda anne-babalara branşımla ilgili yardımcı olabilmek için bu satırları karalıyorum.

Eskiler eğitim yerine terbiye kelimesini kullanırlardı. Atalarımız çocuk terbiyesi konusunda sevgili Peygamberimizi çok iyi anlamış, özümsemiş, doğru yorumlamış ve çocuklarını bu anlayışla terbiye etmişlerdir.

Yazının Devamı

BEREKET BÜYÜKLERLE BERABERDİR

Her insan doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Yüce Allah insanoğlunun her dönemine farklı güzellikler bahşetmiştir. Dinimizde çocukluk ve yaşlılık dönemlerine ayrı bir önem verilmiştir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde; “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaslanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.” (İsrâ; 23) “İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. dönüş banadır.”” (Lokmân; 14) buyurmuştur.

Hz. Muhammed (s.a.v) “Küçüklerimize şefkat göstermeyen ve büyüklerimizin kadrini bilmeyen bizden değildir.” demiştir. Bir gün ashabına üç defa; “Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek ve yalancı şahitliği yapmaktır (ya da yalan sözdür)” buyurmuştur.

Hz. Muhammet (s.a.v ) “Burnu yere sürünsün! Sonra burnu yere sürünsün! Sonra burnu yere sürünsün” demiş; Sahabe,

Yazının Devamı

BUGÜN BİR MUCİZE ( ! ) DAHA GERÇEKLEŞTİ

Mucize kelimesi günlük hayatta sıklıkla mecazi anlamda kullandığımız dini terimlerden bir tanesidir. Özellikle İzmir depreminde göçük altından saatler sonra kurtarılan her olaydan sonra “bir mucize daha gerçekleşti” diyerek sevincimizi dile getirdik. Arapça kökenli olan mucize kelimesi sözlükte “aciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay” anlamlarına gelir. Terim olarak Peygamberlik iddiasında bulunan zattan insanların benzerini meydana getirmekten aciz kalacakları, tabiat kanunlarının aksine olarak zuhur eden harikulâde olaylara denir. Asıl maksadı, Peygamberin nübüvvet davasını ispat ve doğrulamaktır. Herhangi bir olayın mucize olabilmesi için onun Peygamberlik görevi verilmiş kişilerin elinde zuhur etmesi gerekir. Mucize gerçekte Allah’ın fiilidir, “Peygamber mucizesi” denilmesi de mecazîdir.

Mucizede asıl olan, olayın Peygamber aracılığıyla olması, tabiat kanunlarının çok üstünde ve onlara aykırı olması, iddiaya uygun olarak ortaya konulması, bir yalanlama ya da inkârdan sonra meydana gelmesi ve insanoğlunun aciz kaldığı bir olay türünden gerçekleşmesidir. Diğer taraftan Peygamberlere bahşedilen mucizeler, bir yönüyle imanın temel esaslarından olan nübüvvetle, diğer yönüyle de vahiy ile alâkalıdır. Dolayısıyla mucizeye inanmak gerekir: “Ona, Rabbinden (başka) mucize indirilmeli değil miydi? derler. De ki: Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebut, 29/50)

Sürekli gözlemlediğimiz ve bu nedenle değişmez sandığımız tabiat kanunlarını var eden Allah’tır. Allah bu kanunları dilediği zaman, Peygamberleri vasıtasıyla değiştirebilir. Bu değişiklik bir mucizedir. Bu durumda mucizenin vukuu için aklî bir engel yoktur. Aksine akıl, mucizenin meydana gelmesini nakilden ( ayet ve hadisler ) aldığı bilgilerle kabul eder.

Yazının Devamı

GÜNEŞ DOĞMADI BUGÜN YAVRULARIMIN ÜSTÜNE

30 Ekim 2020 Cuma günü saat 14.51’de İzmir depremini televizyon kanallarından izledik. Çok hüzünlü sahnelere şahit olduk. İçimizi burkan haber ve yorumlar dinledik. Bazen gözlerimiz doldu, bazen derin düşüncelere daldık. Bu olaydan dersler çıkarıp ibret aldık mı acaba. 17 Ağustos 1999 Kocaeli-Sakarya depremini İzmit’te yaşayan bir din eğitimcisi olarak kendi payıma epey dersler çıkardım, ibretler aldım. Deprem görüntüleri arasında fedakârlığın, samimiyetin, insanlığın fotoğraflarını gördüm. Başta kentsel dönüşüme inatla direnen vatandaşlarımız olmak üzere devletimizin tüm kurum ve kuruluşları kendilerine düşen dersleri çıkardılar mı acaba? Ben aldığım ibretlerden birkaç tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Depremde yıkılan apartmanlardan 9, 14, 16, 17, 23, 26, 32, 33, 34, 58 ve 65 saat sonra kurtarılan vatandaşlarımız acılarımızı biraz da olsa hafifletti. Demek ki öldürmeyen Allah (c.c. ) öldürmüyor. Ölüm, zamanı bizce meçhul ama nihayetinde haktır. Her nefis er veya geç ölümü tadacaktır. Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için çalışan bizlerin yarın ölecekmiş gibi baki âlemimiz için çalışması gerekir. Yüce milletimizin sevinçte olduğu gibi tasada da birlik ve dirlik içerisinde olduğunu görmek hepimize gelecek adına ümit kaynağı oldu.

Deprem bölgesini ziyaret eden Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, enkaz altındaki 4 çocuğunun kurtarılmasını bekleyen annenin yanına giderek anneye su ikram etti. Suyu içmek istemeyen acılı anne, “Ben burada su içiyorum, yavrularım orada susuz. Güneş doğmadı bugün yavrularımın üstüne.” sözleriyle yürekleri burktu, gözleri yaşarttı. Bu sözler insanlığa anne yüreğinin ne kadar müşfik ve sevecen olduğunu bir kez daha gösterdi.

Yazının Devamı

PEYGAMBERİMİZ VE ÇOCUKLAR

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de, “ İçinizden Allah’ın lütfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.” (Ahzâb Suresi, 21) buyurarak Müminlere Hz. Peygamber’i örnek gösteriyor. Müslümanların, her sahada Hz. Peygamber’i örnek edinmeleri gerekir. Hz. Peygamber’i örnek edinmek demek, O’nun sünnetini doğru yorumlayıp O’na uymak demektir.

Hz. Peygamberin sünnetinde çocukların yeri, önemi ve eğitimi örneklik açısından çok iyi incelememiz gereken temel konularımızdan biridir. Çocuk, aileye Allah tarafından bahşedilmiş en büyük nimetlerdendir. Çocuk evin bereketi, hayatın neşesi ve ailenin umududur. Kur’an’ın ifadesiyle “göz aydınlığı” dır.

Aile için olduğu kadar toplum için de her çocuk bir değerdir. Hakları, ihtiyaçları, yetenekleri ve potansiyeli ile her çocuk toplumun geleceğini inşa edecek yapı taşı olarak özenle korunmalı ve yetiştirilmelidir. Çocuğa verilen emek, aslında toplumun geleceğine yapılan yatırımdır. Günümüz dünyasında maalesef pek çok çocuk, barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi en temel haklarından mahrum kalmakta; taşıyamayacakları bedensel ve duygusal yükler altında ezilmektedir. İnsanlığın geleceği olan çocuklar, zulüm ve vahşetin, savaş ve şiddetin karanlığında yok olmaktadır. Terör örgütleri tarafından körpe dimağları zehirlenerek kalem tutacak ellerine silah verilmektedir. Diğer taraftan hak ettiği ilgi, eğitim ve desteği bulamayan çocuklar zararlı alışkanlıklara adım atabilmekte; eğlendirirken zehirleyen, sahte zaferlerle saatlerce meşgul eden bağımlılıklara maruz kalabilmektedir.

Yazının Devamı

TEDBİR ALMAK GİBİ AKIL YOKTUR

Hz. Muhammed (s.a.v) yarası olan bir adamı ziyaret etti ve “falanca oğullarının tabibini çağırın” dedi. Çağırdılar. Tabip geldi. Hasta (veya oradakiler), “Ey Allah’ın Elçisi! Tedavi fayda verir mi?” dediler. Hz. Peygamber, “Sübhanallah! Allah yeryüzüne şifasını yaratmadığı bir hastalık indirmiş midir?” buyurdu.”

Sevgili peygamberimiz insan hayatının en ciddi konularından biri olan sağlığa özel bir önem verdiği için hem kendi sağlığı, hem de arkadaşlarının sağlığıyla yakından ilgilenmiş ve devrinin bütün tedavi yöntemlerine başvurarak gerekli ilaçları kullanmıştır.

Canlı varlıkların hastalanma potansiyeline sahip olmaları tabiidir. Hele yaşadığımız çağ dikkate alınırsa, günümüz dünyasında hastalık riskinin her zaman ve her yerde mevcut olduğu söylenebilir. O halde yapılması gereken, hastalanmamak için gerekli tedbirleri almak, hastalanınca da tedavi olmaktır. Yazımın başında hatırlattığım hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz, yarası olan bir şahıs için tabip çağrılmasını istemekte, oradakilerin bunun faydalı olup olmayacağı konusundaki tereddütleri üzerine, hastalığı yaratan Allah’ın mutlaka şifasını da yarattığını bildirerek bu şifayı aramak için gerekli girişimlerin yapılmasını istemektedir.

Yazının Devamı

İBDET VE İLİM İÇ İÇE

Camiler asrısaadetten günümüze kadar temelde birer ibadet mekânı oldukları kadar aynı zamanda birer eğitim ve öğretim kurumu olma vasfını da taşımışlardır. Şam’ın İslam ordularınca fethedilmesiyle inşa edilen Emevi Camii, yapıldığı ilk günden itibaren İslam dünyasının önemli ilim merkezleri arasında yer almış, yüzyıllar boyunca da bu vasfını devam ettirmiştir. Bu şaheser cami, her daim âlimlerin uğrak yeri ve ilmî faaliyetlerini sürdürdüğü bir mekân olmuştur.

Mısır’ın fethinden hemen sonra inşa edilen Amr b. el-As Camii de İslam’ın nurunu ve ilmin ışığını yeryüzüne yayan camilerdendir. Bina edildiği günden itibaren İmam Şâfiî ve Taberi gibi büyük fakihlerin ders okuttuğu bu cami, günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Bağdat’ın fethinden sonra inşa edilen Mansur Camii, Abbasiler döneminde ilmin merkezi olan camilerden birisiydi.

Bunun yanı sıra Kudüs’teki el-Aksa ve Kubbetü’s-Sahra camileri tarih boyunca önemli birer eğitim müessesesi olarak hizmet vermişlerdir. Ünlü Maliki fakihi Ebu Bekir İbnü’l Arabi, Mescid-i Aksa’da yapılan ilmî münazaralardan detaylı olarak bahseder. İslam medeniyetini Avrupa kıtasına taşıyan Endülüs camileri de birer ilim merkeziydi. Özellikle Kurtuba, Gırnata camileri zamanın önemli ilim merkezleri arasında yer almaktaydı.

Yazının Devamı

NİÇİN UZAK DURUYORLAR

Asr-ı saadetten beri camiler sadece ibadet mekânı olarak düşünülmemiş, bilgi, hikmet ve irfan merkezleri olarak varlığını devam ettirmiştir. Medrese ile cami bir bütün olarak düşünülmüş, ilim ile ibadet birbirlerini tamamlayan iki unsur olarak kabul edilmiştir. İslam âlimlerinin önde gelenlerinden Hasan-ı Basrî, İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam Şâfî ve Ahmet bin Hanbel. İbn-i Hayyan, El-Hârizmî, El-Kindî, Zekeriyyâ er Râzî, El-Battanî, Farabî, İbn-i Heysem, El – Birunî vb… camileri birer ilim meclisi haline getirmişlerdir.

İslam tarihinin büyük medreseleri mescitlerin etrafında kurulmuş, cami ve üniversite iç içe gelişmiştir. Bu bağlamda Afrika’nın en büyük ve örnek camisi olan Fas’taki Karaviyyîn Camii ile beraber kurulan Karaviyyîn Üniversitesi insanlık tarihinin köklü eğitim merkezlerinden birisi olmuştur. Aynı şekilde Tunus’ta Zeytuniye Üniversitesi, Bağdat’ta Mansur Camii, İstanbul’da Süleymaniye ve Fatih Camii ve Külliyesi, cami ve ilim birlikteliğinin şaheser örneklerinden sadece birkaçıdır.

Müslümanlar her alanda insanlığa faydalı olacak çalışmalar yapmayı kulluk sorumluluğu kabul ederek kısa sürede din, matematik, tıp, felsefe, fizik, kimya, astronomi gibi ilmin bütün dallarında büyük bir müktesebat oluşturmuşlar, binlerce eser telif etmişler ve tarihe yön veren buluşlar gerçekleştirmişlerdir. Yine aynı bakışın tabiî sonucu olarak Müslümanlar, ilmi; hayatın içinde ve sosyal gerçekliklerden koparmadan, çağının meselelerini dikkate alan bir yaklaşımla ele almışlar, bilgiyi güç devşirmek için değil, insanlığın huzuru için kullanmışlardır.

Yazının Devamı

CAMİ VE İLİM

Kur’an-ı Kerim’de, yeryüzünde inşa edilen ilk mescit olarak Kâbe’den bahseden ayeti kerimede insanoğlu için hayatın başlangıcıyla caminin tarihinin kesiştiği gerçeği beyan edilerek önemli bir hakikate ve büyük bir hikmete dikkat çekilmektedir. “Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.” (Âl-i İmrân, 3/96) Bu bina putperestliğin yıkılıp tevhid inancının yerleşmesi için gönderilmiş olan İslam dininin sembolüdür. “Mekke’deki ev”den maksat Kâbe’dir. Bu ve başka birçok âyette Kâbe hakkında “ev” anlamına gelen “beyt” kelimesi kullanıldığından bu yapı “Beytullah” diye de anılır ki Türkçe’de “Allah’ın evi” anlamına gelmektedir. Bulunduğu il, ilçe, belde ve köylerde camiler, Kâbe’nin birer şubesidir. Kâbe nasıl ki yeryüzündeki Müslümanları bir araya getirirse, camiler de çevresindeki Müslümanları bir araya getirir onları manevi bir atmosferde Allah’ın rahmetine kavuşturup birlik ve dirliği sağlar.

Camilerimizi din görevlilerimizden ayrı düşünmek mümkün değildir. Çünkü günün beş vaktinde camide bulunan, zamanlarının çoğunu cami çevresinde geçiren din görevlilerimiz, adeta cami ile özdeşleşmişlerdir. Sadece camiye gelen cemaatle yetinmeyerek, çevresindeki hastalar, çocuklar, gençler, yetimler, öksüzler, muhtaçlarla da yakından ilgilenmişlerdir.

Camilerimiz dil, renk, ırk, makam, mevki farkı gözetmeden mümin gönülleri birleştirir, birliğimizi pekiştirir, imanımızı ve istiklalimizi simgeler. Minareleri tevhidin sembolü, ezanları şehadetin temeli, mihrap, kürsü ve minberleri hak ve hakikatin sesi, safları huzur ve güvenin teminatıdır. İslam tarihi boyunca şehirler cami merkezli planlanmıştır. Dolayısıyla, cami şehrin merkezini belirler, şehir caminin etrafında şekillenir. Bizler caminin değerleriyle kurulan bir medeniyetin varisleriyiz. Sadece ibadetlerimiz değil, tarihimiz, edebiyatımız ve kültürümüz camiyle iç içedir. Nitekim İstiklal mücadelemizin en önemli birleştirici merkezlerinden biri camilerimiz olmuştur. Aynı şekilde 15 Temmuz hain darbe girişiminde, minarelerinden yükselen salâlarıyla, camilerimizin ne kadar önemli olduğu açıkça görülmüştür.

Yazının Devamı

İLİM KENDİNİ BİLMEKTİR

Yunus Emre; “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin. Ya nice okumaktır” diyor. Hacı Bayrâm-ı Velî de; “Bayram özünü bildi. Bileni anda buldu. Bulan ol kendi oldu. Sen seni bil sen seni” diyerek insanın kendisini bilmesinin önemine işaret ediyor.

İnsan, yaratılış itibarıyla bilmeye, kendisine gizli görünenleri öğrenmeye meraklı bir yapıya sahiptir. Yaşanan yıllarla/zamanla ilgisi yoktur bilginin. Hz. Muhammet “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” Buyurmuş. Bu yüzden okumanın/öğrenmenin yaşı yoktur denmiştir. Bilmenin, öğrenmenin bir kuralı, bir hedefi olmalı. İnsanlığa faydası olmayan bilgiden yani faydasız ilimden sakınmak gerek. Hz. Muhammet’in bu minvalde bir duası vardır: “ Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.”

Edebiyatımızın önde gelen şairlerinden şair Nâbî, kendi çocuğunun şahsında bütün gençlere, insanlara bilginin önemi ile ilgili şöyle bir mesaj veriyor:

Yazının Devamı

TEDBİR, TEVEKKÜL VE TAKDİR

Covid-19 salgınında bulaş zincirinin kırılamaması sebepleri arasında takdir ve tevekkül anlayışımızın tedbir almamızı engellediği algısının doğru olmadığını gösterebilmek için bu üç temel kavramı izah etmeye çalışacağım. Yanlış takdir ve tevekkül anlayışı elbette böyle bir sonuç doğurabilir. Peşinen ifade edeyim ki doğru inanç ilkelerimize göre, ne tedbir tevekkülü elden bırakmayı, nede tevekkül tedbiri terk etmeği gerektirmez. Hiç kimse Hz. Muhammet efendimizden daha fazla tevekkül sahibi değildi, buna rağmen o, karşılaşılabilecek durumlar ve olaylar için alınabilecek tedbirleri almaktan asla geri durmazdı. Hiç kimse onun kadar tedbir ehli olmadığı halde o, takdire razı ve tevekkülün en güzeline sahipti.

TEDBİR

Sözlükte “düşünmek, işin sonunu düşünerek gereği gibi davranmak, iyi yönetmek” anlamına gelen tedbir; Türkçemizde “önlem” kelimesi ile ifade ediliyor. İnsanlar takdiri bilemedikleri için tedbir almakla sorumludurlar. Sevgili Peygamberimizin hicret yolu planında önce Medine’nin tam ters istikametinde bulunan Sevr dağına yönelmesi ne kadar tedbirli olduğuna güzel bir örnektir.

Yazının Devamı

ALLAH (C.C.) BİZİ GÖRÜYOR

Bir gün Allah Resûlü (s.a.s.) ashabıyla sohbet ederken bir adam çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçları simsiyahtı. Kimse onu tanımıyordu. Uzaktan gelmiş olmalıydı. Ama üzerinde hiçbir yolculuk belirtisi yoktu. Peygamberimizin yanına oturdu, “Ya Muhammed! Bana İslam’ı anlat” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “İslam, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik etmen; namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve eğer gücün yetiyorsa haccı yerine getirmendir.” Gelen kişi, “Doğru söyledin” dedi. Ashâb, adamın hem soru sorup hem de cevabı tasdik etmesine şaşırdı. Sonra adam, “Bana imanı anlat” dedi. Peygamberimiz, “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır” şeklinde cevap verdi. Adam yine, “Doğru söyledin” diye onayladı. Sonra da “Bana ihsanı anlat” dedi. Peygamberimiz, “İhsan, Allah’ı görüyormuşsun gibi O’na kulluk etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir” dedi. Sevgili Peygamberimiz olaya şahit olan Hz. Ömer’e şöyle buyurdu: “O, Cebrâil idi. Size dininizi öğretmeye gelmişti.” (Buhârî, Îmân, 37) Cuma namazlarında hutbenin sonunda okunan, “Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder …” ifadesiyle başlayan ayet-i kerimeyi (en-Nahl 16/90) sürekli dinleriz. Adaleti hepimiz biliriz de ihsan kavramının neyi ifade ettiğini hiç merak ettik mi?

Hadis-i şerifte iman ve İslam sorularından sonra ihsanın sorulması, İslam’ın tam olarak anlaşılması ve doğru bir şekilde yaşanabilmesinde ihsan bilincinin önemini göstermektedir. İhsan, öncelikle kişinin “Rab” makamına başka hiçbir şeyi layık görmeyerek kendisi ile Yaratıcı arasındaki derin saygı, bağlılık ve itaate dayanan ilişkiyi ifade etmektedir. İhsan ibadette huşu ve ihlastır. İbadeti sadece Allah’a has kılmaktır. İhsanın hayata yansıtılarak somutlaştırılması, rububiyet ve ubudiyetin en yalın tezahürü olan tevhit akidesini bütün yönleri ile kişinin hayatına aksettirmesi ile olur. İhsan, iyiliği kötülükten, adaleti zulümden, ihlası riyadan ayıran ve böylece kişiyi “muhsin” kılan en önemli erdem ve takva mertebesinin en önemli basamağıdır.

İhsan bilinci, günümüz dünyasının gerek bireysel ve gerekse toplumsal birçok sorununun çözüm kaynağıdır. Sosyal hayat, her yönüyle ihsan mertebesinde yaşansa, Kur’an ve sünnetin hedeflediği erdemli ve faziletli toplum oluşur. Bugün yeryüzünün iyiliğe, merhamete, ahlak ve hukuka her zamankinden daha fazla muhtaç olduğunu hepimiz kabul ederiz. Dünyada yaşanan ahlaki erozyon, kaybedilen huzur ve güven, insanoğlunun ihsan çizgisinden uzaklaşmasının tabii sonucudur. Yaratıcı yüce kudretin her an görüyor ve biliyor olduğu inancı insanlara davranışlarının görünmeyen yüzünün en az görünen kısmı kadar güzel olması gerektiğini her daim hatırlatır. İhsan bilinci insana sürekli kendi kendini denetim altında tutma şuuru geliştirir. Çünkü yaptığımız her şeyi gören ve bilen yüce bir kudret var. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz (c.c.), “Her nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir.” (Hadid Suresi, 4 ) buyurarak vicdanlarımıza bu şuuru yerleştirmek ister. Sevgili Peygamberimiz de (sas), “Kişinin nerede olursa olsun Allah’ın kendisiyle beraber olduğunu bilmesi, imanın en üstün mertebesindendir.” buyurmuştur. Bizden istenen hayatı ihsan kıvamında yaşayabilme idrak ve şuurunu kazanarak bu şuurla yaşamaktır.

Yazının Devamı

MİLENYUM ÇOCUKLARININ EĞİTİMİ

Eğitim; beşikten mezara kadar süren, aileden başlayarak okullar ve sonrasında birlikte olduğumuz bir kavramdır. Düşünce ve davranış şekillerini değiştiren, geliştiren bir süreçtir. İnsanı daha iyiye, daha güzele, daha yararlıya ulaştıran bir olgudur. İlk vahyi “Oku” diye başlayan bir dinin mensuplarıyız. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerif kaynaklarımızda ilim ve eğitim ile çok sayıda ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır.

– “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer: 9. )

– “İlim her kadın ve erkek üzerine farzdır.” ( İbni Mace, Mukaddime )

Yazının Devamı