Mucize kelimesi günlük hayatta sıklıkla mecazi anlamda kullandığımız dini terimlerden bir tanesidir. Özellikle İzmir depreminde göçük altından saatler sonra kurtarılan her olaydan sonra “bir mucize daha gerçekleşti” diyerek sevincimizi dile getirdik. Arapça kökenli olan mucize kelimesi sözlükte “aciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay” anlamlarına gelir. Terim olarak Peygamberlik iddiasında bulunan zattan insanların benzerini meydana getirmekten aciz kalacakları, tabiat kanunlarının aksine olarak zuhur eden harikulâde olaylara denir. Asıl maksadı, Peygamberin nübüvvet davasını ispat ve doğrulamaktır. Herhangi bir olayın mucize olabilmesi için onun Peygamberlik görevi verilmiş kişilerin elinde zuhur etmesi gerekir. Mucize gerçekte Allah’ın fiilidir, “Peygamber mucizesi” denilmesi de mecazîdir.
Mucizede asıl olan, olayın Peygamber aracılığıyla olması, tabiat kanunlarının çok üstünde ve onlara aykırı olması, iddiaya uygun olarak ortaya konulması, bir yalanlama ya da inkârdan sonra meydana gelmesi ve insanoğlunun aciz kaldığı bir olay türünden gerçekleşmesidir. Diğer taraftan Peygamberlere bahşedilen mucizeler, bir yönüyle imanın temel esaslarından olan nübüvvetle, diğer yönüyle de vahiy ile alâkalıdır. Dolayısıyla mucizeye inanmak gerekir: “Ona, Rabbinden (başka) mucize indirilmeli değil miydi? derler. De ki: Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebut, 29/50)
Sürekli gözlemlediğimiz ve bu nedenle değişmez sandığımız tabiat kanunlarını var eden Allah’tır. Allah bu kanunları dilediği zaman, Peygamberleri vasıtasıyla değiştirebilir. Bu değişiklik bir mucizedir. Bu durumda mucizenin vukuu için aklî bir engel yoktur. Aksine akıl, mucizenin meydana gelmesini nakilden ( ayet ve hadisler ) aldığı bilgilerle kabul eder.